Bu ülkenin demokrasiye ve altyapıya ihtiyacı vardı. 2000’li yıllarda ülke asker vesayeti altındaydı ve Kürt kimliğine karşı faşizan bir yaklaşım hakimdi. Üstelik altyapı da ciddi ölçüde eksikti.
Bu iki sorunu çözeceğini vadederek iktidara gelen parti, eğer işleri rayından çıkarmamış olsaydı, süreç hiç de fena ilerlemezdi. Ancak öyle olmadı. Demokrasi adına sadece Milli Güvenlik Kurulu’nu etkisizleştirmek ve Kürt vatandaşlarımıza özgürce kimliklerini kullanma hakkı tanımak yeterliydi. Oysa biriken sosyal kinle ülkenin askeri gücü yıpratıldı, Kürt kimliğiyle ise sadece göstermelik şekilde ilgilenildi. Böylece iş rayından çıktı.
Ülkenin ekonomik gücü sadece zaruri altyapı yatırımlarına yetecek düzeydeyken, Karaburun’a çift yol yapmak, Çanakkale’ye köprü inşa etmek gibi aşırı harcamalara girildi. Bu yüzden hem kaynaklar yetmedi hem de milli gelirin adil paylaşımı sağlanamadı. Gelişmemiş zihinlerde beklenmeyen rejim değişikliği çabaları arttı. Milli eğitim sistemi yıpratıldı. Ve geldiğimiz noktada ülkemizin bugünkü tablosu ortaya çıktı.
Şimdi akla gelen iki temel soru var: Ne yapmalı? Kim yapmalı?
Benim yanıtım hazır: Bu sorun demokratik yollarla çözülmeli.
Değerli okurlar, “söylemek zor, yazmak zor” dememeliyiz. Evet, zor. Ama unutmayalım ki, Mustafa Kemal de zoru başardı. Demek ki yapılabiliyor. Biz de başarabiliriz. Enseyi karartmayalım, vesselam.