Ateşkes

İsrail Hamas savaşının ikinci yıl dönümünde kalıcı barış yolunda ateşkes sağlandı haberi ile uyandık. Gazze cephesinde sevinç gösterileri, çocukların neşeli görüntüleri, vs. Ancak birkaç saat sonrasında yine Gazze semalarından yükselen kara dumanlar ateşkesin hemen sağlanmadığının göstergesi niteliğindeydi...

İsrail Hamas savaşının ikinci yıl dönümünde kalıcı barış yolunda ateşkes sağlandı haberi ile uyandık. Gazze cephesinde sevinç gösterileri, çocukların neşeli görüntüleri, vs. Ancak birkaç saat sonrasında yine Gazze semalarından yükselen kara dumanlar ateşkesin hemen sağlanmadığının göstergesi niteliğindeydi. İsrail cephesinden yapılan açıklamaların ardından 21 maddelik Trump planının uygulanması için önce İsrail hükümetinin toplanarak plana olur vermesinin gerektiği anlaşıldı. Diğer ifadesi ile kabine içindeki aşırı sağcıların ikna edilmesi gerekiyordu. Bu durumda Netanyahu’yu bile ılımlı aşırı sağcı olarak değerlendireceğimiz mi gerekiyor diye sormadan geçemiyorum. Bu yazıyı kaleme aldığım 10 Ekim 2025 Cuma sabahı itibarı ile şimdilik sular durulmuş, ateşkes başlamış gözüküyor.

Şimdi en büyük soru işareti bu ateşkesin nihai aşamada kalıcı barışı sağlayacak şekilde sürdürülüp sürdürülemeyeceği noktasında düğümleniyor.

Filistin açısından bakıldığında tam bir yıkım söz konusu ve dikte ettirilen koşullar ikiye bölünmüş bir Filistin (Gazze ve Batı Şeria), başlarına atanacak görevi tam olarak tanımlanmamış olsa da adeta bir sömürge valisi (Tony Blair olacak gibi duruyor) ve tam bir teslimiyet. İsrail açısından bakıldığında başlanmış işin yarıda bırakılması, Gazze’nin tam olarak Filistinlilerden arındırılarak ilhak edilmemiş olması, Gazze kıyı şeridindeki deniz altındaki enerji kaynaklarına el konulmuş olmaması.

Bu veriler ışığında İsrail’in ABD ile birlikte kurguladığı senaryonun sonucunda geçici amacının Hamas’ın elinde hala canlı olarak tutulan 20 kadar rehineyi kurtarmak, ardından herhangi bir bahanenin ardına sığınarak tekrar savaşa geri dönmek niyetinin olduğu vurgulanıyor. Filistin cephesinde ise ateşkes koşullarının asla kabul edilemeyeceği, dolayısı ile biraz nefes aldıktan sonra yeniden İsrail hedeflerine yönelmek olduğu da ifade edilenler arasında. Çelişen hedefler doğal olarak karşılıklı güvensizliğin uzun yıllar süresince devam edeceğini ve kalıcı barışın asla sağlanamayacağı olgusunu beraberinde getiriyor.

Belki bu noktada hemen vurgulanması gereken temel konu, bu savaşı son iki yılla sınırlı görmemek, İsrail’in tanındığı 1948 Birleşmiş Milletler kararından bu yana süre giden bir çatışmanın son noktası olarak da değerlendirmek gerektiği. Bu son nokta itibarı ile “Hamas aslında İsrail’in sahnelediği oyunda önemli bir piyon rolüne mi soyunmuştu?” sorusunu da yıllarca soracağa benziyoruz.

Bütün bunlar olup biterken Trump’ın Nobel Barış ödülünü almak itmesi de ayrı bir öykü olarak karşımıza çıkıyor. Benim de katıldığım görüş, bu dünyada bu ödüle en son layık olacak kişi her halde ABD Devlet Başkanı Trump olsa gerek. Hani bir arkadaşımın ifade ettiği şekliyle “eğer ödül Trump’a verilirse Alfred Nobel’in kemikleri sızlar!” deyişi aslında durumu özetliyor. Ateşkesin sağlanmasında Hamas ile arabuluculuk görevini başarıyla yerine getirdiği için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkürlerini sunan Trump, ister istemez başka kuşkuların da doğmasına neden oluyor.  

Bugüne kadar Hamas’ı milli kurtuluş mücadelesi veren bir örgüt olarak değerlendirdiği ve örgüt liderlerine sahip çıktığı için başta ABD olmak üzere Batı dünyası tarafından eleştirilen Erdoğan’ın bu politikası artık eleştirilmekten çıkıp bir başarı öyküsü olarak mı değerlendirilecek?

Peki Erdoğan Filistin’in sömürgeleştirilmesi anlamına gelen bu ateşkes koşullarında uzlaşması için Hamas’a ne anlattı ve bundan sonra Hamas’la olan ilişkileri nasıl sürdürecek? Hani ateşkes kalıcı olur ve koşullar yerine getirilirse, silahları bıraktığı varsayılan Hamas mensuplarının gideceği adres ülkemiz mi olacak? 

Şimdilik son bir vurgu da ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye temsilcisi Barrack’a. Ortadoğu’da çok hareketli saatler yaşanırken, Hatay’ı Suriye toprağı olarak gösteren bir haritanın önünde YPG temsilcileri ile birlikte bir fotoğraf karesi vermek en azından ciddi bir diplomatik nezaketsizlik. Kendisinin daha önceki Lozan Antlaşması ile ilgili beyanlarının yarattığı rahatsızlığa bu görüntü de eklenince bir “persona non grata” beyanı ABD’ye bu kadar bağlı olmasak herhalde çoktan yapılmış olurdu.

Can Baydarol

AB Uzmanı-AB ve Küresel Araştırmalar Derneği (ABKAD) Başkanı

Exit mobile version