KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 2005 yılında görevi bırakmasının ardından yapılan bütün Cumhurbaşkanlığı seçimlerini soldan ya da sağdan Ankara’nın desteklediği adaylar kazanmıştı. Bu bağlamda ilk kez Ankara’nın desteklemediği bir aday, Tufan Erhürman seçimin galibi olarak karşımıza çıktı. Seçimin sonuçları daha kesinleşmeden yazdığımız yazıda Erhürman her ne kadar Ankara’nın şu sıralardaki temel tezi olan iki farklı devlet yaklaşımından, federal bir çerçeve kapsamında BM nezdinde müzakerelere geri dönme niyetini beyan etse de, Ankara’dan bağımsız hareket edemeyeceğine değinmiştik. Esasen Erhürman seçim galibiyetinin kesinleşmesinin ardından yaptığı konuşmasında da dış politikasının Ankara ile koordinasyon içinde olacağını beyan ederek bu gerçekliğin altını çizdi.
Peki “Erhürman’ın Ankara’ya rağmen seçilmesinin arkasında yatan nedenler ne?” sorusuna verilebilecek çok sayıda cevap bulunabilir. Ada’da özellikle Ersin Tatar döneminde yoğunlaşarak artan ve kabaca her türlü ahlaksız gelişmeler olarak nitelendirebileceğimiz (kara para aklama, uyuşturucu baronlarının cirit atması, cinayetler, skandallar, vs.) olguların yanı sıra, Ankara’ya göbekten bağımlılığın yol açtığı ekonomik sorunlar, uygulanan ambargolar sonucunda yaklaşık yarım yüzyıldır izole olmanın beraberinde getirdiği ezberlenmiş çaresizlik art arda sıralanabilir. Oy farkının beklenenden çok daha fazla olması da Ankara’nın hatalı propaganda faaliyetleri ile de izah edilebilir.
Peki Sayın Devlet Bahçeli’nin çıkışlarına ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temkinli yaklaşımlarına ne demeli?
Sayın Bahçeli seçimin hemen ardından yaptığı, Erhürman’ın meşruiyetini sorgulayan ve Türkiye Kıbrıs’ı ilhak etmeli çıkışını son gurup toplantısında da sürdürerek, KKTC’ye plaka numarası bile verdi: “82”.
Buna karşın Sayın Erdoğan en azından Erhürman’ı seçim başarısından ötürü kutlayarak birlikte çalışmaya kapıyı aralık bıraktı. Bu durumun Cumhur ittifakında bir çatlamaya yol açıp açmadığı herhalde uzunca bir süre zihinleri meşgul edecek.
Peki başlangıçta Türkiye’nin de tezi olan federal model bugünün koşullarında gerçekçi mi?
Son yazımızda da belirttiğimiz şekliyle 24 Nisan 2004’de Türk kesimi tarafından kabul edilen, ancak AB üyeliğini cebine koymuş Rum kesimi tarafından kabul edilmeyen Annan planının ardından federal bir çözümün son umutları da tarihin çöplükleri arasında yer alacaktı. Benzeri bir plana geri dönmenin koşulları bugün için var mı?
Rum kesimi AB üyeliğinin getirdiği avantajlarla masada güçlü taraf olma özelliğini koruduğu oranda herhangi bir tavize yanaşmayacaktır. Türkiye’ye bağımlı KKTC’nin BM çerçevesinde masada kalması bir çözümden ziyade sembolik bir görünümün ötesine büyük olasılıkla gitmeyecektir. Bu ön görünüme rağmen, Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bu dönemde özellikle ABD ve İngiltere nasıl bir tavır alacaklar, bilemiyoruz. Dolayısı ile parantezin ucu açık.
Peki Türkiye’nin tavrının ne olması beklenir?
Ülkemiz açısından Yunan megali idea’sının Kıbrıs’taki uzantısı niteliğindeki Enosis düşüncesi hiçbir zaman terk edilmedi. Her ne kadar 1974 Barış Hareketi ile fikrin öncüleri Yunanistan’daki Albaylar cuntası, Ada’daki temsilcisi Makarios ağır darbeler alarak yıkılmış olsalar da uluslararası toplumun desteğini arkalarında gördükleri oranda her an canlanmaya hazır görüntü veriyorlar. Özellikle bozulan silahlanma dengeleri, Türkiye’nin özellikle hava gücünü zayıflatma çabaları bu duygunun daha fazla hissedilmesine yol açıyor.
Öte yandan yeni Ortadoğu şekillenmesinin başat rolünün enerji kaynakları ve geçiş yolları ile ilgili olduğunu da göz önünde tutmak gerekir. Bu çerçevede Kıbrıs Adası bir yandan masrafsız uçak gemisi özelliği ile ön plana çıkarken öte yandan deniz altı enerji kaynakları ve geçiş yolları itibarı ile de enerji stratejik bir öneme de haiz.
Federal bir bünye içinde göstermelik birkaç hakkın dışında hakimiyetin Rum yönetimine geçeceği varsayıldığında, Türkiye ile Kıbrıs arasındaki deniz üstündeki sınırların durumu ne olacak? Diğer ifadesi ile megali idea bağlamında Türkiye’yi denizlerden kuşatma anlamındaki Ege’de yaşadığımız sorunların bir benzerini Akdeniz’de de yaşar hale mi geleceğiz?
Hani kod adı 82’ye karşı olmakla birlikte çok dikkatli olmanın gerektiği bir dönemden geçtiğimiz günümüzün bir gerçeği.
