ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Barrack’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan için, “meşruiyet istiyor, biz de onu kırmayalım, verelim!” mealindeki sözleri ile ilgili bir yazıyı daha önce kaleme almıştım. Sayın Barrack herhalde gerek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında gerekse 10 Kasım Atatürk’ü anma günü vesilesi ile Türk halkının meşruiyeti ABD’de değil, ulu önderinin kendisine emanetinden aldığına ikna olmuştur.
Yaşlısı, genci, çocuğu milyonların Anıtkabir’i ve 10 Kasım vesilesi ile Dolmabahçe Sarayını ziyareti ile yaptığı gövde gösterisi herhalde bölgeye çeki düzen vermek isteyen Trump yönetimi tarafından da kayda geçirilmiş olsa gerek. Türk halkı meşruiyetinin göklerden ya da ABD’den değil, kendi iradesinden belirlenmesini talep ediyor.
Gelelim Atatürk sevgisinin giderek artan yükselişine.
Atatürk’e en büyük ihaneti 12 Eylül 1980 darbesi yapmıştır dersem, beni destekler misiniz? 12 Eylül sürecine giden yollar malum. 11 Eylül 1980’e kadar sokaklarda kan gövdeyi götürürken çıtını çıkarmayan o günlerin kurmay heyeti, anlaşılabildiği kadarı ile bir yerlerden aldığı icazetle 12 Eylül günü darbe yapacak ve ortalık süt liman olacaktı. Ardından meşruiyeti tartışmaya açık olan bütün uygulamalar “Atatürk ilke ve inkılaplarına” dayandırılacaktı. Bizim gençlik yıllarında Atatürk Kenan Evren ile birlikte anılır olmuş, ne yaptığı devrimler tam olarak anlaşılmış ne de hak ettiği saygı kendisine tam olarak gösterilememişti. Diğer ifadesi ile en büyük Atatürkçü geçinenler, Atatürk’e en fazla zarar verenler olarak tarih sahnesindeki rollerini oynayıp, göçüp gitmişlerdi.
Peki ya bugün? Neden Atatürk’e duyulan sevgi, saygı ve sahiplenme vefatının 87nci yılında doruğa ulaşmış vaziyette?
Türk siyasi arenasına kabaca göz atarsak en fazla istismar edilen iki kavramın “Atatürkçülük” ve “İslam” olduğunu görürüz. Daha 1965 yılında bir baş yapıt olarak “Ben Atatürkçü değilim” kitabını kaleme alan Nadir Nadi, Atatürk sömürüsüne karşı olan haykırışını dile getirmiyor muydu? Atatürk’ü doğru dürüst anlamayan karşı kesim ise Atatürk karşıtlığını İslami değerlere dayandırarak başka bir siyasi sömürünün peşinde yıllarca koşmadı mı?
Aslında Atatürk’ü anlamayı çok basite indirgersek, 22 Eylül 1924 tarihinde Samsun Ticaret okulundaki sözleri ile ifade etmek gerekir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir!” Atatürk’ün bu sözleri seküler kesim tarafından “neden bilimdir” demedi diye eleştirilirken, “fen” referansı da metafiziğin esas olduğuna inanan İslami cephe tarafından tartışmaya açılmıştır. Aslında her söylediği kelimeyi titizlikle seçerek kullanan Atatürk, benim anlayabildiğim kadarı ile her türlü dogmatik düşünceye, bir kavramlar hapishanesine düşmeksizin ileriye bakmanın gerekliliğinin altını çiziyordu. Sürekli gelişen dünyada çağdaş uygarlıklar seviyesine ulaşmanın yolu doğal olarak fen bilimlerinden geçiyor. Bugün geldiğimiz noktada belki de dünyanın en zengin nadir elementlerine sahibiz. Peki bunları çıkarıp işleyecek teknoloji için gerekli aklı ya da “fen”i üretebildik mi? Geri kalmışlığımızın başlıca sebebi akıl ve bilimden ziyade dogmatik düşünceyi yeğlemek değil mi?
Gelelim şu “ilim” meselesine. Bu noktada da ulu önderin dini bir referansı tercih ettiği, dinin dogmaların dışında, dine uydurulan palavralardan arındırılmış şekilde ele alınması gerektiğini vurgulamak istediği kanaatindeyim. Esasen son yıllarda fazlası ile gösteriş meraklısı ve çok fazla harcama yaptığı için eleştiri oklarını üstüne çeken “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın 3 Mart 1924’de kurulması nasıl anlatılabilir?
İslami duyguların fazlası ile ön plana çıkartılarak akıl ve bilim yolundan sapan günümüz siyaseti ve siyasetçileri, siyaseti bir sanat olarak icra etmekten uzaklaştıkları, basit kişisel çıkarlara dayandırdıkları oranda Atatürkçü düşünceye en büyük hizmeti vermekteler. Kendilerine duyulan tepki, kendisini Atatürk’e sığınan milyonlarda ifadesini buluyor.
Bu noktada ironik olan en Atatürkçülerin Atatürk’e en fazla zarar verenler, en Atatürk karşıtı olanların da Atatürk’ün değerinin anlaşılmasına en fazla katkı verenler olması.
Okullarda Atatürk 10 Kasım’da anılmasın diye, 10 Kasım haftasını sömestr tatili ilan eden zihniyetin sahibi birkaç yıl sonra günlük curcuna içinde unutulacaktır. Peki Atatürk’ü unutturma çabası hedefine ulaşabilecek mi?
Sanmıyorum, ya siz?
