‘Çeşme’de ne oluyor?’ başlıklı yazıma çok sayıda beğeni ve yorum geldi.
Bunlardan biri de Yakup Sağlam’dan…
Henüz kendisiyle tanışmadıklarımdan!
Tenkit yorumunda şöyle diyor sevgili Yakup Sağlam;
‘Sevgili meslektaşım Yaşar Eyice, yazıların o kadar anlamlı ve aydınlatıcı ki, insan okudukça haz duyuyor ama bir o kadarda uzun.
Sizin bildiğiniz gibi biz ‘moto-kuryelerin’ ne günü nede saati yetiyor bu güzel yazılarınızı okumaya.
Hevesimiz kursağımız da kalıyor senin anlayacağın.
Ne dediğimi anladınız..
Kaleminiz güçlü, varlığınız sağlıklı olsun…’
Ben de kendisine şu yanıtı verdim;
‘Yakup Sağlam çok teşekkürler..
Kusurunu biliyorum.
Ama kendimi tutamıyorum.
Bir hastalık herhalde bu!
Sorun çok!
Çalakalem yazıyorum, aklımdan geçenleri…
Bu nedenle hatalarım da oluyor.
Yine büyük hatam, yazdıklarımı tekrar okumuyorum…
Bu halimi bildiklerinden artık ne Aydın Bilgin büyüğümüz, ne de meslektaşlarım, Ünal Tümin, Okan Yüksel, Atilla Köprülüoğlu ve Enver Kaya başta olmak üzere ‘Düzeltme’ durumu için bilgi geçmiyorlar…
Keşke herkes Yakup Sağlam gibi okumayı ve yorum yapabilseler…
*- TÜRK DEĞİLLER
Mesleğe girişine neden olduğum Yılmaz Özdil şöyle diyor:
‘Adamlar Türk değiller!
Doğru değiller, çalışkan değiller…
Ensar’daki, Aladağ’daki küçükleri korumazlar,
Ülkelerini kuran büyüklerini saymazlar,
Yurdunu, milletini özünden çok sevmezler!
Yükselip ileri gitmek gibi bir dertleri de yok!
Andımızı neden sevsinler ki?’
Merak edene kısaca anlatayım, ‘Neden olduğum!’ lafının nedenini!
Veli Özdil, bizim büyüğümüz..
30 yıl çalıştığım gazetenin önceki emekli şoförlerindendi…
Veli ağabeyin babası da yine bizim emektarlarımızdandı…
Bir gün geldi, ‘Bizim oğlanı buraya alabilir miyiz?’ diye sordu…
Dertliydi her baba gibi…
Benden önce, herhalde daha güvenli bulduğu bazı isimlere de ‘Yardımcı olun!’ demiş…
Anladığım kadarıyla başlarından çeşitli bahanelerle savmışlar…
Ben de, ‘Aydın Ağabey’le konuşayım!’ dedim…
Aydın Ağabey, o zaman Dinç Bilgin adına bizim patronumuz Aydın Bilgin idi…
Meslek ağzı ile belli bir süre sonra önümden geçerken, ‘Aydın Ağabey!’ dedim…
‘Ne var?’ dedi…
‘Veli ağabey’in bir dileği var!’ dedim…
‘Oğlunu işe almanı istiyor!’
Çeşitli sorular sordu?
Tahsilinden, özelliklerinden, yaşına kadar!
Hep ‘Bilmiyorum!’ dedim…
Müşvik bir sesle;
‘Veli ağabey bizim emektarımız… Tabii ki çocuğuna burada her zaman iş var.
Hemen söyle, göndersin!
Kendisine uygun bir yerde iş veririz…’ dedi.
Sevinçten uçtum…
Aslında ‘sert mizaçlı’ görünün ve herkesin çekindiği Aydın Bilgin şu kadarını söyleyeyim, doğru olan hiçbir dileğe ‘hayır’ demedi…
Ve Yılmaz Özdil, ağabeyinin yerine işe başladı…
Türkiye’nin en ünlü ve okunan yazarları arasında bir numaraya yerleşti…
‘Ağabeyinin yerine!’ sözünün nedeninin de bir gün anlatırım…
Çünkü ben de çok sonra, tesadüfen öğrendim…
‘İyilik yap, denize at!’ demişler…
Siz de ‘hayırlı ve güzel’ olduğuna inandığınız konularda sakın geri adım atmayın, kimseyi de ‘Sen merak etme!’ diyerek aldatmayın…
Çünkü bizim mesleğimizde olduğu gibi çok meslekte, işyerinde kendilerini adamdan sayan sahtekârlar var…
Kendilerini bir şey sanırlar ya da saydırırlar ama tabiri yerinde ise ‘yaralı parmağa bile işemezler!’
Sadece ve sadece kendilerini düşünürler, ‘iyilik timsali gibi’ gözükürler hep ama hep ‘Rabbena hep bana!’ derler…
Bunların gerçek yüzlerini öğrenmek kolay değildir, zaman alır…
*- İHRACAT ZORA GİRDİ
Deniz Özek’ten öğrendim:
Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi Türklere seyahat vizesi vermiyor.
Turistleri bir yana bırakalım, gençleri de…
Ama ‘olur mu?’ diye ağlayanlar arasında ihracatçılarımız var…
Yani patron takımı…
Hadi onlar bir yana, ya bunların işini gören emekçilere, şoförlere ne denir?
TIR Şoförleri de vize alamıyor…
Bu sorunu da bakanlığa bildiren patronlarının bağlı olduğu dernek…
Yanıtını Dışişleri Bakanlığı verdi;
‘Sorunu biliyoruz, ama henüz anlaşma konusunda önemli bir adım atamadık!’
Anımsadığım kadarıyla Başkan Hisarcıklıoğlu da konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir toplantıda anımsatarak, ‘Bize de Yeşil Pasaport verilsin!’ dileğinde bulunmuştu…
Almanya kapılarını kime açtı?
Başlığı vereyim:
‘Almanya, gözünü doktorlardan sonra Türk hemşirelere de dikti…’
*- HEMŞİRELERE FIRSAT TANIYORLAR
Almanya’da nitelikli işgücü açığı öylesine büyüdü ki, hemen her alanda uzman çalışan bulmak için kesenin ağzı açıldı.
Eyalet hükümetleri, hastaneler, çeşitli kurumlar, okullar, bakanlıklar, meslek görevlileri için ikramiye veriyor.
Deniz Özek’ten öğrendiğime göre; Türk doktorların akın ettiği Almanya, şimdi de hemşireleri istiyor.
İşe yeni başlayanların yanı sıra bir arkadaşını, tanıdığını ya da akrabasını iş yerine getirenlere ‘promosyon’ ya da ‘hoş geldin ikramiyesi’ verilecek.
Berlin’nin Charlottenburg bölgesinde bulunan Schlosspark-Klinik, yoğun bağım ünitesi hemşirelerine, işe başlar başlamaz 8000 Euro (yaklaşık 201 bin lira) hoş geldin ikramiyesi verileceğini duyurdu.
Sadece hemşireler değil, Park-Klinik Weissensee’de ameliyathane ya da cerrahi asistanı olarak işe girmek isteyenlere de hoş geldin ikramiyesi verilecek.
Ayrıca bir çok hastane, açık işyerlerine eleman getirenlere 1500 ile 2000 Euro arasında prim dağıtacak.
*- BENİ SEÇMİŞLERDİ
Bir zamanlar Kültüpark’ta (İzmir Fuarında) ‘Orion’ diye Fransızca eğitim yapan özeli okulların öncülüğünde lise son sınıf öğrencilerinin ‘meslekleri tanımak’ için bir hafta süreli ‘profesyoneller ve meslek grupları’ stantları kurulurdu.
Doktorlardan mühendislere, iktisatçılardan hukukçulara kadar her fakülte mezunu bir ya da birden fazla kişi öğrenci adayı gençlerin sorularını yanıtlarlardı.
Organizasyon yönetiminden ‘Gazetecilik’ (Medya) meslek grubunda bana teklif geldi.
İletişim fakültelerini seçenler, seçmek isteyenler ve mesleğin iyi ve güzel taraflarını öğrenmek isteyenlere ben ve bana destek verecek meslektaşlarım Murat Eştürk ve Nuri Bilim’le açılıştan kapanışa kadar aralıksız yüzlerce öğrenci ile velisinin sorularını yanıtladık.
İletişim fakültesi ve sonrasında karşılaşacakları olumlu ve olumsuzlukları, yaşadıklarımızı anlattık.
*- KUŞADALI VELİDEN BÜYÜK TEPKİ
Şimdi geleyim zurnanın zırt deliğine!
Her zaman olduğu gibi o günlerde ve yılda da basın büyük bir darboğazda idi..
Birçok meslektaşımız işsiz kalmış, birçok düzgün medya kuruluşu da kapanmak zorunda kalmıştı.
Sorunları dile getirirken, erkeklere ‘Ya tıp fakültesi veya mühendisliği seç kendini hazırlıklı bulamıyorsan sağlık konusunu seç ki, aç kalmayasın!’ diyordur, mesleğimizin dışında…
Kız öğrencilere ise doktor ya da hemşire olmalarını öneriyorduk.
Halbuki bizim işimiz gazeteciliği anlatmak ve bu yöne yönelmelerini sağlamaktı.
‘Seviyorsanız, aç ve işsiz kalma tehlikesini göz önüne alıyorsanız, iletişim fakültelerini seçin!’ diyorduk.
Bir başka nokta ise, medyada tutunmak bir yana iş bulma sıkıntısı vardı, şimdi olduğu gibi…
Birçok fakülte mezunu başka, hiç ummadıkları sektörde kendilerini buluyorlardı.
İşte böyle sohbet ettiğimiz bir gün, hiç unutmuyorum Kuşadası’ndan babasıyla gelen bir kız öğrenciye durumu anlattık..
Baba birden parladı!
‘Siz ne biçim insansızınız, kızımın moralini nasıl bozarsınız… O gazeteci olmak istiyor!’ dedi.
O yıllarda gazetecilik okulları en yüksek puanla öğrenci alıyorlardı, çünkü istek çok fazlaydı…
O Kuşadalı öğrenci kızımız ne yaptı bilemiyorum…
Ama dileği yerine gelseydi, mutlaka bilir ya da öğrenirdim.
Şimdi ‘Hemşire’ isteniyor haberini duyunca Murat Eştürk ve Nuri Bilim’le yaşadığımız o günü anımsadıZm.
Şöyle diyordum o günlerde,
‘Bir enjeksiyon (iğne) yapsanız bile geçiminizi sağlayabilirsiniz…Düşünün bir iğne için sağlık görevlisi beş lira alıyor!’
Tabii ki rakam o güne göre idi ve çok önemli bir ödemeydi…
Kendi kendime ‘vizyon sahibiymişiz!’ diye teselli veriyorum…
Doğruyu söyleyene 9 köyde değil, hiçbir yerde iş yok!
Ekmek yok!
Nedense bu böyle gelmiş, böyle gidiyor…
Prof. Dr. Tülay S. de aynı sözü söylüyordu:
‘Beni 9 köyden kovdular, şimdi 10’ncu köydeyim!’ demişti…
Bir gün kendisini usta gazeteci Ünal Tümin ile ziyaret etmiştik bir etkinlik nedeniyle, ‘Yaşar 10’ncu köyden de kovuldum!’ demişti…
İşte böyle…
*- SINIRLARI OLMALIDIR
Yazımı yine uzattım, ‘Moto- Kurye Yakup Sağlam’ın belirttiği gibi…
Ama Deniz Medya’da meslektaşım Çağla Şahin’in makalesini paylaşmaktan kendimi alamıyorum…
Çünkü çok ders alınacak noktaları var.
Bakın Çağla Şahin neler yazmış?
‘Eleştiri yapıcı olduğu sürece, hataları düzeltmek adına faydalıdır.
Kaldı ki, sınırları olmalıdır.
Eleştirinin mahiyeti sadece işlenen konuyla alakalı olmalı ve amaç rencide etmek değil, çözüm bulmak olmalıdır.
Ama günümüzde artık bu, gerek sosyal hayatta, gerek siyasette maalesef kişisel hislerle ve en çok da menfaatler doğrultusunda yapılır oldu.
Özellikle siyasette son yıllarda ne çok görür olduk bu yıkıcı, hatta darma duman eden eleştirileri!
Seviye yerlerde ve vatandaşın asıl dertleri de olduğu gibi yerli yerinde…
Kimse kimsenin yaptığı işle ilgilenmiyor. Daha çok yapılanları da yıkma düşüncesinde…
Hele ki bu dönem!
Bırakın muhalif partilerin birbirine salladığı sopaları, partiler kendi içlerinde birbirlerine kılıç çeker oldu!
‘Yok o koltuğa ben oturacaktım, sen ne çabuk kaptın’,
Veya; ‘Koltuk gidince birbirlerini, partilerini bozuk para gibi harcayanlar’, daha neler neler…
Ve bir de bakıyoruz ki; meğer tüm şirinlikler vatandaşı düşünme kisvesi altında yapılıyormuş.
Eh böyle bir ortamda iş bu hale gelince, iyi işler yapanları da takdir etmek gerek!
Tabii bu takdirler de, çıkarsız ve hak edenlere olmalı.
Yoksa eleştirdiklerimizden bir farkımız olmaz.
Değil mi ama!
*- BURSA İÇİN TAKDİR ETMELİ!
Malum Bursa vekil listesine baktığımızda, çoğu emektar vekil olsa da, çiçeği burnunda vekillerimiz de yok değil!
Onları da zamanla tanıyacağız ve umuyorum ki, güzel işleriyle tanıyalım.
Yeni vekillerimizden sanırım Bursa’da en tanınmışı, İYİ Parti Milletvekili Selçuk Türkoğlu…
Çok kez haberini yapmış bir gazeteci olarak, kimi zaman eleştiri de aldım.
‘İYİ Partili misiniz? Onların haberlerine daha öncelik veriyorsunuz’ diye..
Öyle bir şey olabilir miydi?
Bir gazetecinin siyasi fikri olmaz demiyorum. Çünkü bizler de vatandaşız ve oy kullanıyoruz.
Fakat etik olan, siyasi görüşünün objektifliğinin önüne geçmemesi ve en önemlisi bunu nakite çevirmemektir.
Çok şükür ki, hem şahsım hem gazetemizin bu yöndeki hassasiyeti ortadadır ve bu anlamda kimsenin aksini de söyleyeceğini sanmıyorum.
Kaldı ki, gerek siyasi ve gerek sivil toplum örgütlerinin temsilcileri olsun iyi yönlerini yazdığım gibi, yeri geldiğinde gerekli eleştiriyi yaptığımı okuyucularım bilir.
Bu anlamda da Türkoğlu’nu gerek sendikacılığı döneminde, gerekse İYİ Parti’de yaptığı sağlam muhalefet sebebiyle çokça takip ettik. Ve kendisini eleştirdiğimiz de çok oldu.
Ama diğer tüm parti il başkanlarından farklı ve aktif olması onu hep bir adım öteye geçiriyordu.
Ve milletvekilliğini de bu doğrultuda hak etmiş bir isimdi.
Çünkü, mizacı gereği mecliste kenarda oturanlardan olmayacağını, Bursa’nın sorunlarını herkesin duyacağı şekilde anlatacağından kimsenin şüphesi yoktu.
Üstelik tek türkü söyleyip ısıtıp ısıtıp siyaset yapmaya kalkmayacağından, devamlı farkındalık yaratacağından da eminiz.
Ve daha göreve başlar başlamaz da, dün TBMM’de soru önergesi veren ilk vekil olarak bunu gösterdi.
*- ATATÜRK’ÜN ADI VE SPOR SALONU
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin, Bursalılara yapımı için söz verdiği Atatürk Spor Salonu projesinin akibetini Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’ın yanıtlaması talebiyle soru önergesi verdi. Türkoğlu verdiği önergede kısaca;
‘Bursa’da temeli Mustafa Kemal Atatürk’ün bağışıyla atılan Atatürk Stadyumu 2019 yılında yıkılıp yerine Millet Bahçesi yapıldı. Aynı yerde bulunan Atatürk Spor Salonu ve kapalı yüzme havuzu da 2020 yılında yıkıldı.
Kamuoyuna söz verildiği halde yenisinin yapılmamasının gerçek nedeni nedir?
Bursa Büyükşehir Belediyesi ile bakanlığınız arasında bu bölgeyle ilgili olarak yapılan herhangi bir protokol var mı varsa bu protokoldeki bağlayıcı hükümler nelerdir?
Yapılması ile ilgili herhangi bir yaptırıma gitmeyi düşünüyor musunuz?” ifadelerini kullandı.
Atatürk Stadyumu yıkıldığında oldukça tepki göstermişti.
Üstelik zaten onun yerine yapılan Millet Bahçesi de, hemen yanında Kültür Park varken, gerek var mıydı buna diye çokça eleştiriler almıştı.
Üstüne bir de Atatürk Spor Salonunun yıkılması işin tuzu biberi olmuştu. Fakat Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş tepkiler üzerine, daha modern bir mimari ile aynı yere yenisinin yapılacağını söyleyince tepkiler beklemeye alınmıştı.
Sonra ise; malum hafızalar da sözler de zaman aşımına uğramıştı hep olduğu gibi…
Ve bu noktada Türkoğlu’nun milletvekili olur olmaz, Bursa için verilen ama unutulan sözlerden başlaması oldukça değerli.
Bunların devamı da gelecek gibi görünüyor.
Verilen sözler, verilecek sözler, bunların hatırlatılması ve yerine getirilmesi anlamında mühim!
Eh, malum insanların hafızası önemsiz gördüğü verileri hep öteler.
Hele ki siyasette bu çok olur ve bazen o önemsiz görülenler nedense vatandaş için oldukça önem arz eden olur…
Hatırlatmak iyidir!