HER ÖLÜM ERKENDİR

Foça’ya gidiyorum. Bügünlerde neredeyse her gün gidiyorum, Nazım’ın tavsiyesi ile yetmişimde zeytin ve benzeri diktim, yeni bir bahçe yapıyorum. Bakalım Nazım’ın dediği gibi insan olabilir miyiz.? Yanımda Betül ve arkadaşımız Cumhure var. Ara yoldan, Seyrek’ten gidiyoruz. Benim aklımda dün kaybettiğimiz sınıf arkadaşım Mehmet, Mehmet Erkut. Radyoda Savaş ve Barış filminin müziği var.  Ayçiçeği tarlaların arasından gitmekteyiz.  […]

Foça’ya gidiyorum. Bügünlerde neredeyse her gün gidiyorum, Nazım’ın tavsiyesi ile yetmişimde zeytin ve benzeri diktim, yeni bir bahçe yapıyorum. Bakalım Nazım’ın dediği gibi insan olabilir miyiz.? Yanımda Betül ve arkadaşımız Cumhure var. Ara yoldan, Seyrek’ten gidiyoruz. Benim aklımda dün kaybettiğimiz sınıf arkadaşım Mehmet, Mehmet Erkut. Radyoda Savaş ve Barış filminin müziği var.  Ayçiçeği tarlaların arasından gitmekteyiz. 

Tıbbiye bitene kadar sınıfta pek arkadaşlığımız olmamışken, yakın yıllarda karşılaşmış, iyi bir arkadaşlık kurmuş, birbirimizi arar olmuştuk. Bu dostlukta eşi Şevkinaz’ın payı çok olmuştu. Zaman zaman yaşadığı şizoid stigmalar onu fazla sigara tüketimine zorlasa da evliliği mutluydu. Bir keresinde, unuttum ne zaman, Urla’daki evinde tatlı ülfetler yaşamıştık. O gün, daha önce sınıfta samimi olmamamızın kaybını düşünmüş; bunu benim çiyan kişiliğime bağlamıştım. Ayçiçek tarlaları hüznümü sezmiş, radyodaki 'Savaş ve Barış' müziğiyle birleşmiş kah Mehmet’in kaybına saygı duruşu ile eşlik ediyor, kah biz hayatta kalanların yaşam savaşını sarışın bombalar gibi gaz verip şarkı söylüyorlar. Yol boylu boyunca sarı bir örtü ile kaplı gibi. 

Giden gidiyor, ama bu çocuk giderken tanıyan herkesi yakanlardan. Eşim de, arkadaşım da tlf yumulmuş bir kez olsun etraftaki renk cümbüşünü o renk cümbüşünün içinde ki yaşamanın  ritmini seyretmiyorlar. Yol boyunca ne konuştular, ne de etrafa baktılar; onların yaşam sevinci tlf herhal. Ne yapabilirim, sadece coğrafya değil, eş de arkadaş da kader deyip geçiyorum. Şimdi violonseller ve kontrbaslar savaş amigoları dizelerindeler. Biraz sonra bas bir flüt sesi barış antiteleri üfleyecek, biliyorum. Akşam toprağa emanet vereceğiz arkadaşımızı. Boş tarlalardan sesler yükseliyor. ^Sen üzülme^ diyorlar, "Biz iyi bakacağız ona; o iyi bir insandı" diyorlar, bağırıyorlar. 'Her ölüm erkendir' deyişi geliyor aklıma; benim gönlüm, beynim akan fısıltılarda; 'Mehmet’in ölümü erkendi, erkendi' diyor.

Prof. İrfan Palalı

1950 yılında Şanlıurfa’da doğdum. Tıp eğitimimi tamamlayarak profesör unvanına ulaştım. Üniversite yıllarında başladığım edebiyat yolculuğum, özellikle toplumsal meseleleri ele alan romanlarla devam etti. 2002 yılında yayımlanan "Tehcir Çocukları" adlı ilk romanım, Türkiye’de tabu olan Ermeni sorununu gündeme taşıdı ve büyük yankı uyandırdı. Ardından "Taşların Ağıtı" (2005), "Sünnet Çocukları" (2008) ve "Özgürlük Düşleri" (2016) adlı romanlarımı yayımladım. Şu anda İzmir’in güvenilir gazetesi Demokrat Gündem bünyesinde yeni romanım "Testosteron" üzerinde çalışıyorum.

Exit mobile version