KKTC seçimleri ülkemizde çok fazla ilgi görmedi. Hem iç hem de dış politikada çok daha fazla sıcak tartışma varken 51 yıllık çözümsüz süreçle ilgili kim gelirse gelsin mevcut çözümsüzlük statükosu nasıl olsa devam eder, Ankara’nın dediği olur düşüncesi hakim kanaatti.
Ancak sonuçlar pek de Ankara’nın beklediği gibi olmadı. Mevcut düzenin devamının garantisi niteliğindeki KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, rakibi Tufan Erhürman karşısında hezimete uğradı. Resmi olmayan sonuçlara göre Erhürman kullanılan oyların yüzde 62,80’ini alırken, Tatar yüzde 35,77’de kaldı.
Bu sonuç esas itibarı ile Ankara’nın son yıllarda savunduğu Kıbrıs’ta iki bağımsız devlet görüşüne karşı federasyon esasına dayalı bir çözüme geri dönülmesi şeklinde yorumlanabilir.
Diğer ifadesi ile görevi süresince iki bağımsız devlet yaklaşımı gereği her türlü müzakere sürecinden uzak duran Tatar’ın yerine tekrar Birleşmiş Milletler çerçevesinde müzakere sürecine katılmayı arzulayan Erhürman dönemi başlıyor.
Bu süreçle ilgili ilk tepki iktidarın önemli ortağı Devlet Bahçeli’den geldi. KKTC seçimlerine katılımın az olduğu (Yaklaşık yüzde 60), dolayısı ile Erhürman’ın meşruiyetinin tartışmaya açık olduğu, hazır KKTC meclis çoğunluğunun solculara geçmediğini fırsat bilerek, KKTC’nin Türkiye’ye katılma kararı alması gerektiğini belirtti. Diğer ifadesi ile Türkiye KKTC’yi ilhak etmesin, KKTC kendi rızası ile Türkiye’ye katılsın.
Bu yaklaşım bana meşhur Annan planı tartışmaları sırasında merhum KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Türkiye’de yürüttüğü propaganda sürecini hatırlattı. Denktaş ve Türkiye’deki destekçileri işi o raddeye tırmandırmışlardı ki; sonuçta Türkiye’nin KKTC’yi değil, KKTC’nin Türkiye’yi ilhak edeceği gibi bir hava doğmuştu.
Esasen Annan planı ile ilgili bir gecikmenin bugünün sorunlarının çözümsüzlüğünü beraberinde getirdiğini vurgulamak da gerekir. Plan her iki kesimde de gecikmeli olarak onaya sunulduğunda, her ne kadar KKTC tarafı (yanlış hatırlamıyorsam) yüzde 75 oranında planı kabul ederken, Rum tarafı Ada’nın bütününü temsil eder şekilde AB üyeliğine kabul edilmiş olduğundan, ciddi bir oy oranıyla plana hayır diyen taraf olmuştu.
AB tam üyeliğini alan Rum kesiminin, esas itibarı ile Türkiye’nin tezleri bütün Türki Cumhuriyetler dahil hiçbir uluslararası toplum üyeleri tarafından kabul görmezken ciddiye alınarak masaya oturması söz konusu olmadı.
AB üyeliğinin getirdiği maddi ve siyasi avantajlar hem KKTC’ye hem de ülkemizin bütününe karşı sürekli koz olarak kullanıldı.
Peki Erhürman’ın seçilmesi bu görüntüyü değiştirebilir mi?
Öncelikle sayın Devlet Bahçeli’nin KKTC’yi ilhak etme, pardon KKTC’nin Türkiye’ye katılma kararı alma niyetine değinelim. Bu durum biraz olmayacak duaya amin demek gibi.
Bu noktada zaten Türkiye’yi işgalci taraf olarak gören uluslararası toplum nezdinde tamamen yalnızlaşmak, izole olmak sonucu ile karşı karşıya gelmek riski göze alınabilir mi sorusunu sormak zorundayız.
Yukarıda Annan planı çerçevesindeki gecikmeye değinmişken, çok daha öncesine dayanan bir başka gecikmeye de değinmeden geçmeyelim.
Çok haklı olduğumuz Temmuz 1974 Kıbrıs Barış harekatının hemen ardından, albaylar cuntasından kurtulan Yunanistan o günkü adı ile AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunacak, Türkiye’yi bahane göstererek Yunanistan’ın başvurusunu kabul etmemek eğilimindeki AET yetkilileri Türkiye’yi de tam üyelik başvurusu yapmaya teşvik edeceklerdi.
Ne yazık ki dış politika tarihinin en büyük hatası olarak addedebileceğimiz bu başvurunun yapılmaması, bugüne kadar uzanan sorunların başlangıç noktasını oluşturdu.
İster istemez Yunanistan’ın başvurusunu kabul eden AET, 1/97 sayılı Konsey kararı ile, Yunanistan’ın tam üyeliği, AET’nin Türkiye ile olan ilişkilerini etkilemeyecektir mealinde bir tutum belirlemiş olsa da, Yunanistan tam üye olur olmaz, Türkiye ile olan ikili sorunlarını o günün AET’si, bugünün AB’si ile ikili sorun haline dönüştürme becerisini göstermiştir.
Kıbrıs’ın AB tam üyeliği de yine Yunanistan’ın becerileri ile ilgili olarak gerçekleşti.
Erhürman’ın seçimine geri dönersek.
Müzakere masasına BM çerçevesinde tekrar oturmak mevcut koşullar dahilinde çok şey değiştirebilir mi? Erhürman’ın ilk açıklaması, dış politikayı Türkiye ile koordinasyon içinde sürdüreceği şeklinde.
Türkiye’nin mevcut yönetiminin Erhürman’a hiç de sıcak yaklaşmadığını saklamadı. Nasıl bir koordinasyon olabileceği konusunda endişeler açık.
Müzakere masasına geri dönecek Erhürman’a karşı Rum kesiminin eli çok güçlü, dolayısı ile mutlaka Türkiye’yi arkasına almak zarureti de ortada.
Peki bütün bu gelişmeler yaşanırken, Kıbrıs mirasının bekçisi olmak sıfatı ile de nitelendirebileceğimiz (harekat meşhur Ayşe tatile gidiyor mesajı ile dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in kızı Ayşe’ye referansla CHP – MSP koalisyonu döneminde başlayacaktı), ana muhalefet partisi CHP’nin yaklaşımları ne doğrultuda olacak?
Sayın Özgür Özel’den bu hassas konuda bazı açıklamalar beklemek en azından kendisini destekleyenlerin hakkı düşüncesi ile bir sonraki yazıda konuyu kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge ve enerji konuları ile çeşitlendirerek ele alma çabasını göstereceğim.