Çıplak dervişler ve zincirlenmiş özgürlük

Osmanlı Toplumunda Marjinal Dervişlerin Etkisi ve Günümüze Yansımaları...

Osmanlı Toplumunda Marjinal Dervişlerin Etkisi ve Günümüze Yansımaları

Osmanlı tarihine dikkatle bakıldığında, sadece padişahların, vezirlerin ya da orduların hikâyesi görülmez. Periferide, her zaman tuhaf, anlaşılması güç, rahatsız edici ama aynı zamanda büyüleyici figürler dolaşır: Cavlaklar, Haydarîler, Kalenderîler… Onlar, toplumun sıradan kalıplarına sığmayan; yarı çıplak dolaşan, zincir sallayan, saçını ve sakalını kökünden kazıyan, bedenini dövme ve demir halkalarla süsleyen dervişlerdi.

Çoğu insan için bu manzara ürkütücüydü; fakat aynı zamanda merak uyandırıyordu. Çünkü bu marjinal dervişler, Osmanlı halkına farklı bir yaşamın mümkün olduğunu hatırlatıyordu. Vergi, askerlik, otorite ve toplumsal hiyerarşinin ezici yükü altında ezilen köylü için Cavlakların çıplaklığı yalnızca bedensel bir teşhir değil; mülkten, yükten ve zorunluluktan arınmış bir özgürlüğün sembolüydü.

Devletin resmî tarikatı Bektaşîlik, Yeniçeri Ocağı’yla iç içe geçmiş, sistemin ideolojik çimentosu hâline gelmişti. Bektaşî babaları törenlerde dua eden, askerlere moral veren ve meşruiyet sağlayan figürlerdi. Oysa Cavlaklar ve Haydarîler, aynı sahnede fakat farklı bir rol üstleniyordu: kaosun, düzensizliğin ve isyan ihtimalinin habercisiydiler. Bektaşîlik düzenin ruhuysa, Cavlaklık düzensizliğin hayaletiydi. Ne var ki tarih ince bir ironi kurdu: Devletin en resmî tarikatı olarak yüzyıllarca orduyla bütünleşen Bektaşîlik bile, bir gün Yeniçeri Ocağı’yla birlikte “şeytanlaştırıldı” ve ortadan kaldırıldı. Yani sistemle iç içe olmak bile düzenin gözünde mutlak güvence sağlamıyordu.

Bu aykırı dervişler neden etkiliydi? Çünkü toplum, kendi bastırılmış arzularını onların çıplak bedenlerinde görüyordu. Zincirlerini sallayan bir Haydarî, kendi nefsini bağladığını iddia ediyordu; fakat halkın gözünde o zincir, devletin düzenine meydan okuyan bir sembole dönüşüyordu. Dövme, çan, çıngırak, sıra dışı kıyafetler… Bunların tümü aynı anda hem dinsel bir ritüel hem de toplumsal bir ironiye işaret ediyordu.

Bugünün dünyasında da benzer figürlerle karşılaşırız. İklim aktivistleri, müzelerde tablolara boya atarak, otoyollarda kendilerini zincirleyerek ya da devlet binalarının önünde yere oturarak aslında aynı işlevi üstlenir. Onların da yaptığı şey, toplumun görmezden geldiği bir gerçeği beden üzerinden görünür kılmaktır. Bazen sokak sanatçıları ya da performansçılar da bedenlerini kamusal alana taşıyarak eski dervişlerin işini sürdürür.

Toplum bu figürlere bakarken aynı çelişkiyi yaşar: Bir yandan tiksinti ve öfke, öte yandan gizli bir hayranlık. Çünkü onlar, çoğunluğun sessizce kabullendiği zincirleri görünür kılar.

Tarih değişse de işlev değişmez: Osmanlı köylüsü Cavlaklara bakarken ne hissediyorsa, bugünün kentlisi de otoyolda kendini zincirleyen bir aktiviste bakarken benzer duygular yaşar. Bir “rahatsız edici özgürlük” hissi… Belki de bu yüzden marjinal dervişler hâlâ hatırlanır. Çünkü onlar bize şunu fısıldar: Düzenin zincirleri her zaman görünmez değildir; bazen zinciri sallamak gerekir ki herkes kendi bağını fark etsin.

Müjdat Çalış

Exit mobile version