Nobel’in bize unutturduğu şey: Gerçek roman

Değerli dostlar, Dün gece — hatta son birkaç gecedir — yorgun ve bitkin bir şekilde uyudum. Elimde Macar yazar László Krasznahorkai’nin 2025’te Nobel Edebiyat Ödülü alan “Savaş ve Savaş” romanı var. Üç dört gecedir okumaya çalışıyorum; fakat bir türlü ilerleyemiyorum. Kitap bitmek bilmiyor. Güya roman…Ama roman demeye bin şahit ister. Açık söyleyeyim: Yirmi beş yılı […]

Değerli dostlar, Dün gece — hatta son birkaç gecedir — yorgun ve bitkin bir şekilde uyudum. Elimde Macar yazar László Krasznahorkai’nin 2025’te Nobel Edebiyat Ödülü alan “Savaş ve Savaş” romanı var. Üç dört gecedir okumaya çalışıyorum; fakat bir türlü ilerleyemiyorum. Kitap bitmek bilmiyor.

Güya roman…
Ama roman demeye bin şahit ister. Açık söyleyeyim: Yirmi beş yılı aşkın süredir Nobel ödüllü romanları okumaya çalışırım; çoğunu da bitirmeden bırakırım. Fakat bu eser, şimdiye kadar okuduğum Nobel kitapları içinde en zor okunanı, hatta en zayıfı.

Metinde dikkatimi çeken tek unsur, herhangi bir anlam kaymasına yol açmadan yazarın kendine özgü bir dilbilgisi tercihi uygulaması. Neredeyse tüm roman, yalnızca virgül kullanılarak kurulmuş cümlelerden oluşuyor.

Sevgili dostlar, ben Yaşar Kemal, Kazancakis, Hemingway, Soljenitsin gibi isimlerle beslenmiş biriyim. Bu nedenle son yirmi yılın Nobel’li yazarları bana oldukça yavan geliyor. Hatta Orhan Pamuk bile zor okuduğum bir yazar olmuştur.

Kanaatimce Nobel Edebiyat Ödülleri son yirmi beş yıldır — belki daha da uzun bir süredir — edebi ölçütlerden çok siyasi mülahazalarla veriliyor. Kararlar, çoğu zaman “emperyal” bir bakış açısının süzgecinden geçiyor. Bu durum, insanların okuma alışkanlığını artırmak yerine adeta köreltmeyi amaçlıyor gibi görünüyor.

Sanki edebiyat da sanat da artık emperyalist hedeflerin odağında. Çünkü ne kadar az okuyan, ne kadar az düşünen bir toplum varsa, o kadar kolay yönlendirilebilir bir kitle elde edilir. “Kar kârdır” mantığı işliyor.

Yarın bir gün yapay zekâya roman veya şiir yazdırılırsa, resim çizdirilirse hiç şaşırmayalım, vesselam.

Yazarın diğer yazısı: Sahneye bezirganlar mı çıkıyor?

Prof. İrfan Palalı

1950 yılında Şanlıurfa’da doğdum. Tıp eğitimimi tamamlayarak profesör unvanına ulaştım. Üniversite yıllarında başladığım edebiyat yolculuğum, özellikle toplumsal meseleleri ele alan romanlarla devam etti. 2002 yılında yayımlanan "Tehcir Çocukları" adlı ilk romanım, Türkiye’de tabu olan Ermeni sorununu gündeme taşıdı ve büyük yankı uyandırdı. Ardından "Taşların Ağıtı" (2005), "Sünnet Çocukları" (2008) ve "Özgürlük Düşleri" (2016) adlı romanlarımı yayımladım. Şu anda İzmir’in güvenilir gazetesi Demokrat Gündem bünyesinde yeni romanım "Testosteron" üzerinde çalışıyorum.

Exit mobile version