STAND BY YAŞAM

Güneş, yüksekte bir kaç beyaz bulutla süslü gökyüzünde, ufuktan yeni yükselmiş altın bir top gibi şimdi. Mahallemin büfesinin önünde oturmuş sabah dinginliğim ile dost, kahvaltımı yapmakta ve düşünmekteyim. Kahvaltıda gevrek, beyaz peynir, çay var. Fırından yeni çıkmış gevrek, yağmur dinmiş, güneş çıkmış hava tadında. Etraf sabah servisi için hazırlanan kapıcı tayfası kaynıyor. Bir taraftan iş […]

Güneş, yüksekte bir kaç beyaz bulutla süslü gökyüzünde, ufuktan yeni yükselmiş altın bir top gibi şimdi. Mahallemin büfesinin önünde oturmuş sabah dinginliğim ile dost, kahvaltımı yapmakta ve düşünmekteyim. Kahvaltıda gevrek, beyaz peynir, çay var. Fırından yeni çıkmış gevrek, yağmur dinmiş, güneş çıkmış hava tadında. Etraf sabah servisi için hazırlanan kapıcı tayfası kaynıyor. Bir taraftan iş yapıp bir taraftan sabah neşesi içinde yarenlik ediyor, birbirlarıne laf sokup, gevezelik etme neşesindeler. Onları seyreden ben de onların neşesi içinde kimine cevap verip kimine gülümsüyor, kendimi alamadan yediğim gevreğin tadını seks kıvamında sürdürmekteyim. 

Şey düşünüyorum, şey. 
Stand by’da yaşamayı. 
Eskiden de yapardım; şimdi de yapıyorum. Çevremi gözlüyor, haber dinliyor, kitap okuyor, herkesin ama hayretler içinde herkesin hazırolda yaşadığını düşünüyorum. Ben de. 
Evet, insanoğlu belki çocukluk yıllarında daha az, ama hep stand by’da yaşıyor kanaatimce. Sekiz milyar nüfuzun belki yüzde 95'i. Kimi bir haber beklemekte, kimi savaşa hazır, kimi karnını doyurma çabası içinde, kimisi zengin olma, kimi fakirlikten kurtulma döngüsü ile apartta beklemekte. 
Bir dokunuş, bir düğmeye basış haydi çalışmaya. TV'de kırmızı ışığın yeşil dönüşü gibi.
Kimseyi gözü görmüyor insanoğlunun. Kendi hesabı neyse onun gerçekleşmesi peşinde. Bir dokunuş bekliyor sadece, o yönde çalışmaya. Bunca düşünür, bunca filozofun uygarlık tarihi boyunca 'Sabırlı ol, sakin ol, düşün' önerileri hep havada kalmakta. 
Hep beyhude. 
Nerden aklınıza geldi demeyin, haber dinlerken aklıma geldi, bu insanlığın stand by yaşama çılgınlığı. 
Olay şu: ABD yeni bir uçak gemisi yapıyor, okyanusta geminin dayanıklılığını test ediyor ve okyanusta dört şiddetinde bir deprem yaratacak patlayıcıyı bomm, patlatıyor. Sebep geminin savaştaki dayanıklılığını test. Okyanusta yaşayan canlılar umurunda bile değil. Kaç balina ölmüş, kaç balık türü yok olmuş takmıyor bile. Üstelik haberi veren kanallarda en ufak bir yorum yok. Dedim ya, insanlar apartta, devletler apartta, uygarlık apartta yaşamakta. Şimdi gelde covid’in insanlığı yok etmeye yönelik tasarlanmış bir virüs dedikodularına inanma. Öyle ya salgından üç ay sonra aşının bulunması manidarlığını korumuyor mu?
Hadi söyleyin.

Prof. İrfan Palalı

1950 yılında Şanlıurfa’da doğdum. Tıp eğitimimi tamamlayarak profesör unvanına ulaştım. Üniversite yıllarında başladığım edebiyat yolculuğum, özellikle toplumsal meseleleri ele alan romanlarla devam etti. 2002 yılında yayımlanan "Tehcir Çocukları" adlı ilk romanım, Türkiye’de tabu olan Ermeni sorununu gündeme taşıdı ve büyük yankı uyandırdı. Ardından "Taşların Ağıtı" (2005), "Sünnet Çocukları" (2008) ve "Özgürlük Düşleri" (2016) adlı romanlarımı yayımladım. Şu anda İzmir’in güvenilir gazetesi Demokrat Gündem bünyesinde yeni romanım "Testosteron" üzerinde çalışıyorum.

Exit mobile version