İMAMOĞLU İLE YAVAŞ, AKŞENER'İ İKNA ETMEYE ÇALIŞTI

*- SAKIN BİZİ GÜVENDEN SOĞUTMAYIN   Kendini ‘Kızılelmalım!’ olarak tanıtan bir şair ‘soğudum!’ diyerek bir şiir yazmış… Bir okuyucum çok beğenmiş ve benim de ele almamı istemiş. Biliyorsunuz, okuyucular ve özellikle istekte bulunan yorumcular için başımızın üstünde yerleri var. Belirttiğine göre; 684 kişi okumuş, 24 kişi beğenmiş, 13 kişi ise yorum yapmış. Bence başarılı ve […]

*- SAKIN BİZİ GÜVENDEN SOĞUTMAYIN

 

Kendini ‘Kızılelmalım!’ olarak tanıtan bir şair ‘soğudum!’ diyerek bir şiir yazmış…

Bir okuyucum çok beğenmiş ve benim de ele almamı istemiş.

Biliyorsunuz, okuyucular ve özellikle istekte bulunan yorumcular için başımızın üstünde yerleri var.

Belirttiğine göre;

684 kişi okumuş, 24 kişi beğenmiş, 13 kişi ise yorum yapmış.

Bence başarılı ve güzel rakamlar…

Birçok kişi kendini ‘şair’ ya da ‘yazar’ kabul ederek, siyasiler ve medya gibi öyle uçuk rakamlar söylüyor, yaymak istiyorlar ya, insanı tiksindiriyor.

Kızılelmalım nelere soğumuş?

Yazdığına göre;

‘Gözlerim güzele bakıp görmüyor, Kıvılcım alarak kalbim çarpmıyor, Neşeyle söylenen sözler duymuyor, Enerjim tükendi aşktan soğudum…’ diyerek devam ediyor:

‘Takatım kesildi elim kalkmıyor, Gideceğim yere ayak gitmiyor, Bir şey kaldıramam belim tutmuyor, Bu yüzden dolayı işten soğudum…

Sevdiğim yemeği dişten yiyemem, İçimden geçeni sözle diyemem, Sorduğun soruyu doğru bilemem, Sosyal yaşantıdan zevkten soğudum…’

Bugünkü memleket gerçeklerine görünce ‘soğumayan’ ‘sinirlenmeyen’, ‘sıkıntısı olmayan’, ‘acı ve üzüntü çekmeyen’ kaldı mı?

Belki yakın zamana kadar keyifle ve zevkle yaşıyorduk, belki çıkan engelleri zıplayıp aşıyorduk, olumlu ya da olumsuz birçok işi başarmıştık ama ya şimdi, bizler de ‘soğudum’ demiyor muyuz?

Böyle şairlerimizi kutlamamız lazım…

Çünkü bize hayatımızdan önemli kesitleri sunuyor ve bazen doğrudan bazen de dolaylı yönden gerçekleri gösteriyorlar.

 

*- DÜN DÜYDÜ

 

Bir zamanların ünlü siyasetçisi, başbakan ve cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in özlü sözlerini hep kullanırız.

Örneğin ‘Dün dündür, bugün bugün!’ gibi…

Ya da, ‘Siyasette 24 saat çok fazladır!’ gibi…

Ya da, günümüze uyarlandığı şekilde;

‘Rüzgârsız havada dönen fırıldağın, mutlaka bir üfleyeni vardır!’ gibi…

Ders çıkarır mıyız?

Bilemiyorum ama ‘zor’ diyorum…

Öyle ki, sabah başka akşam başka ne insanlar, ne yöneticiler ya da gönül verdiklerimizi görünce nasıl soğumayalım?

 

*- SUÇLAMALAR UNUTULUYOR

 

Bu arada belirteyim;

Cumartesi günü Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu bildiğiniz gibi İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i ziyaret etmek istedi.

Ancak randevu verilmedi.

Bugün saat 13.30, yine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun isteği üzerine İmamoğlu ile Yavaş İYİ Parti Genel Merkezi’nde arabuluculuğa gittiler.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu toplantı saatini uzattı.

 

*-  NE DENİYOR?

 

Yine bir takipçim yazmış:

Belli ki, bu da alıntı!

Özetle şöyle deniliyor;

‘Masadaki demokrasiye razı olmayanlar, ülkeye demokrasi gelsin ister mi?

Başrol oyuncuları belli!

Herkes biliyor ki;

‘Ekrem İmamoğlu aday gösterilse ertesi gün ceza veren mahkeme koşa koşa kararı bir üst mahkemeye götürüp cezayı onaylattıracak.

Hüküm kesinleşecek.

Böylece İmamoğlu hem belediye başkanlığından olaca ,hem cumhurbaşkanı adaylığından.

Yani, Şah ve Mattt…

 

Mansur Yavaş aday gösterilse HDP kesinlikle oy vermeyeceklerini günler Öncesinden açıkladı.

Hiç şansı yok.

Seçilemezse hem belediye başkanlığı, hem de cumhurbaşkanlığı gidecek.

Yani, yine şah ve mattt…

 

Kılıçdaroğlu aday olursa da bu sefer masada çıngar çıkarırsın.

Yine şah ve mat.

Yani, şahsımın yolundaki tüm diken ve taşları temizliyor.

 

Burjuvazi akıllıdır.

Milleti baskıyla aç karnına en az paraya çalıştırmak varken niye demokrasi denen "belaya" bulaşsın.

Ama vazgeçtikleri yine kendi demokrasileri.

Ne dümen ama…

Sonuç;

Şimdi asıl görev iyi parti seçmenine düşüyor.

Görelim bakalım bu ülkeyi Meral Akşener'den ne kadar daha çok seviyorlar?

Kılıçdaroğlu, seni hiç bir zaman desteklemedim ama şimdi durum çok başka artık.

Hadi çık ve açıkla adaylığını.

Göreceksin nasıl bir oy patlaması olacak!’

Hep birlikte görecek ve yaşayacağız, bakalım neler olacak neler?

 

*- İŞTE UNUTALAN ACI GERÇEK

 

Yine bir okuyucum göndermiş, birçok havadan ve yüksekten çekilen fotoğrafları…

Sonra da şu notu eklemiş:

‘İstanbul depreminin büyük hasar yapacağı merkezlerden bir bölüm! İnsanların kaçacak yerleri yok, sığınacak yerleri yok! Toplanacak yerleri yok!

Arka arkaya gördüğünüz yeşil alanlarda mezarlıklar…’

Merak ettim dolaştım, bir yeri anlatayım;

Beşiktaş Çarşısından yukarıya, yani Nikah Dairesine,

Ve oradan da Fulya denilen yerdeki Beşiktaş Hakkı Yeten tesislerine kadar…

Oradan yukarıya doğru tırmandım ve yarım daire çizerek Barboros bulvarına ulaştım yani Levent’e doğru…

Satılan Sabah ATV binasının bulunduğu yere…

Aklımdan geçeni söyleyeyim:

Allah korusun bir deprem olursa bir kişi kurtulmaz, hiç kimsenin mezarı da belli olmaz, moloz yığınlarıyla birlikte kaldırılır…

Abartısız söylüyorum…

Görüntü ve hissiyat böyle!

Ama biz hala birkaç siyasetçinin oyuncağı olmuşuz…

‘Millet böyle diyor!’ diye bizim adımıza karar veriyorlar…

Soruyorum;

Bugüne kadar kimin kapısı çalındı, hangi siyasetçi ile konuştunuz?

Sizi dikkate aldılar mı?

Sizinle hiç anket yapıldı mı?

Geçin bunları geçin…

Anket gerçeğini geçenlerde yazdım…

Nasıl değiştirildiğini de…

Nasıl yorumlandığını da…

Çünkü içinde bulunmuştum bir zamanlar!

Dikkatinizi çekmiştir, bugün okuyucularım ve paylaşımcıların isimlerini vermedim.

Nedenini anlamışsınızdır, bir sıkıntıya düşmemeleri için…

 

*- OKULUN VE DERSİN ÖNEMİ

 

Şimdi bir alıntıyı daha yine isim vermeden paylaşayım:

‘İstanbul Teknik Üniversitesi'nde, sene 2003 yılı, henüz 19 yaşındaki ikinci sınıf öğrencisi olarak kafası bir karış havada gezen birisiydim.

Bir gün, çok değerli bir mukavemet akademisyenimizin dersindeydim.

Değerli hocamız, öğrenciler tarafından korkulan biriydi.

Herkes, kendisinin çok gaddar ve de acımasız olduğu için şikayet ederdi. Düşünün ki ara sınavdaki sınıf ortalamaları 100 üzerinden 15-20 gibi seviyelerde çıkıyor.

Dediğim gibi, sınıftaki herkes gençlik yıllarının başında; aklı fikri eğlencede olan gençlerdik…

 

*- HAKSIZLIK MI YAPIYORUM?

 

Bir gün, bir arkadaşımız isyan etti:

‘Sayın hocam, bize o kadar düşük notlar veriyorsunuz ki ortalamamız düşüyor. Hevesimizi yitiriyoruz’ diye.

Hocamız derin bir nefes aldı ve cevapladı:

‘Haksızlık mı yapıyorum?

Buna mı itirazınız var?’

Arkadaşımız biraz laubali bir şekilde

‘Gidiş yolumuz doğru olan sorularda, bir virgül kaydırdık diye sıfır puan veriyorsunuz’ diyerek serzenişte bulundu.

Hocamızın yüzü aniden gerildi ve birden haykırmaya başladı:

‘Demek virgül yüzünden puan kırıyorum!’

 

*- BÜYÜK YASAK!

 

‘Hiç kimse sınıftan çıkmayacak.

Hepiniz burada bekleyeceksiniz.

Eğer sınıftan çıkan olursa; dersten bırakırım’ diye sözünü bitirdi ve bir hışımla sınıftan dışarı çıktı.

Hepimiz şaşkın bir şekilde birbirimizin yüzüne bakıyorduk.

Ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.

Sonra aniden sınıfın kapısı açıldı ve de elinde kocaman bir slayt makinesi ile içeriye girdi.

Şaşkın ve korkulu bir şekilde kendisini izliyorduk.

Hemen bir kutu slaytı hızlıca makineye yerleştirdi.

Halen sinirle soluyordu ve sınıfa tekrar seslendi:

‘Hiçbiriniz dışarıya çıkmayacak!’

 

*- İÇ PARÇALAYICI

 

Ekrana gelen ilk görüntüde, kalorifer peteği altında sıkışarak can vermiş bir vatandaşımız vardı.

Az önce meraklı ve uğultulu olan grubun sesi bıçak gibi kesilmişti.

Yüzünü dönenler, ağlamaya başlayanlar, hatta kusan bir arkadaşımız dahi olmuştu.

Bir sonraki slaytta ise; deprem göçüğü sebebiyle patlayan bir kazan dairesinden fışkıran sular sebebiyle vefat eden bir yatakhane dolusu ortaokul öğrencisi vardı.

Hocamız, buz kesmiş sınıfa doğru döndü ve de sesini bir ton yumuşattı. Ama halen öfkeliydi.

‘Soralım bu zavallı vatandaşlarımıza, virgülün yeri neresiymiş?

Gidiş yolu doğru olan herkesi mezun etmemiz gereken bir kurum olmamız lazım aslında.

Ne de olsa iyi niyet var değil mi?’

… Sonra aniden elindeki tebeşiri tahtaya fırlatıp parçalattı.

 

*- O NİYETE!

 

‘Ben o niyete tüküreyim!

Siz nerede olduğunuzu, ne okuduğunuzu sanıyorsunuz?!

Çocuk oyunu mu?

O virgül yüzünden insanlar ölüyor.

İstersen onlara soralım Tolga (takma isim) efendi. Belki sana puan verirler. Gidiş yoluymuş…

Yolunuzun cezasını versinler…’

 

*- KAYAN İNSAN HAYATI

 

‘Eskiden sizin yaşınızdaki insanlar, savaşta tünel kazıyorlardı, siper yapıyorlardı, köprü yapıyorlardı.

Deden Osmanlı döneminde

Mühendishâne-i berri Hümayun mektebini ( mühendislik külliyesi ) bu yüzden kurulmuştu.

Okuduğunuz okulu hobi olarak görüyorsanız;

Yarın derhal kaydınızı alın bu okuldan.

Gidip eğlenin istediğiniz yerde.

Bu meslekte kayan şey, virgül değil hayattır.

Senin bir anlık ihmalin, yetersizliğin, bu slaytta görmüş olduğun suçsuz insanların ölümüne neden olacaktır.

Sen sadece doktorluk kutsal bilirsin.

Her meslek kutsaldır.

Yaşayan ve yaşama destek olan herkes kıymetlidir.

 

*- UMUDUMUZ

 

Siz bu ülkenin aptal gençliği değilsiniz.

Siz umutsunuz!

Siz geleceksiniz!

Biz elimizden geleni yapmaya çalıştık ama olmadı.

Belki siz başarırsınız diye yırtınıyorum. Bir umudum var sizden çocuklar. 

Boğaz köprüsü yapılırken(1973)  gece gündüz çalıştım.

Babamın cenazesine zamanında gidemedim.

Açılacağı gün gittiğimde ‘Senin protokolde yerin yok!’ dediklerinde;  protokole baktığımda anladım ülkenin gerçeğini.

Halkın fedakarlığı ve vergisiyle yapılan bir köprünün protokolünde, zerre emeği olmayan ne kadar kebap düşkünü politikacı varsa hepsi oradaydı. ( yıl 1973 ).

Mühendisler, mimarlar, yoktu ama kendileri vardı.

 

*- İNSANI YAŞATAN

 

Benim tek istediğim, milletimizin bir öğretmen ve bir doktor kadar sevdiği mühendisleri yetiştirmek.

O mühendislerin, kendilerine sevgi ve saygı duyan insanları, tüm bilim ve ahlak ile korumaya çalışmalarıdır.

Bu vatanın yetiştirdiği mühendisler olarak, bu vatana sahip çıkmanızdır.

Sizler çocuk değilsiniz.

Derslerinize iyi çalışmanız ve de kendinizi hep geliştirmeniz şarttır.

Puan için yalvaran değil, insanı yaşatan medeniyetler kurmak için çalışan nesiller olmanız gerekmektedir’ dedi.

 

*-

 

Sonra Tolga'ya döndü ve ‘Sen katil olmak ister misin Tolga?’ diye sordu.

Tolga'nın gözleri halen yatakhanedeki ölü çocuklara bakıyordu.

Hepimiz gibi onun da boğazı düğümlenmişti ve ağlamaklıydı.

Sesi Titreyerek ‘Hayır hocam’ diyebildi.

Ve sonra hocamız hiç unutmayacağımız şu sözleri söyledi:

‘Beni ölüm mühendislerinin hocası olarak andırmayın.

Bana gaddar diyebilirsiniz…

Bana acımasız diyebilirsiniz…

Ama bana bir ‘katil mühendisler mezun etmiş hoca!’ demeyin, dedirtmeyin.

Bu benim sizden tek isteğim ve vasiyetimdir vatan sizden hizmet bekliyor…’

 

*- 

Yaşar Eyice

Exit mobile version