“Enkaz devraldık söyleminin sosyolojik arka planı”
Doğu toplumlarında her iktidar sahibi tarihi kendi varlığıyla başlatır.
Bu, yalnızca kişisel bir kibir biçimi değil; aynı zamanda iktidarın meşruiyet üretme yöntemidir.
Doğu’nun siyasal kültüründe meşruiyet, süreklilikten değil, yeniden doğuştan türetilir.
Bu nedenle her iktidar, kendi varlığını bir “kopuş miti” üzerinden anlatır:
Önceki dönem “zulüm”, “karanlık” ya da “sapma” olarak damgalanır; yeni dönem ise “hakikatin yeniden zuhuru” olarak sunulur.
Doğu’daki siyasal yapıların çoğu, Weberci anlamda karizmatik meşruiyete dayanır.
Sultan, mürşid, imam, lider veya kurtarıcı figür — hepsi toplumsal düzenin kaynağını kendinde toplamaya çalışır.
Bu figürler için “zuhur”, yalnızca bir görünme değil; hakikatin yeniden tecellisidir.
Toplum, bu zuhur üzerinden yeniden biçimlenir; “önceki”nin geçersizliği ilan edilir.
Bu aynı zamanda tarihsel bir silme işlemidir: geçmiş, yalnızca “yanlış örnek” olarak hatırlanır.
Bu nedenle Doğu toplumlarında tarih, birikimden çok ardışık inkârlarla ilerler.
Her sülale bir öncekini bozar; her devrim bir öncekini lanetler; her ideoloji kendi doğumunu “ilk ve son hakikat” olarak ilan eder.
Böylece tarih, kronolojik olarak ileri giderken, kültürel olarak sürekli yeniden başa döner.
Doğu’da “zuhur” yalnızca politik değil, mülkiyet düzeniyle de ilişkilidir.
Toprak, bilgi ve hatta kutsallık bile bir “emanet” değil, “mülk” olarak algılanır.
Yeni iktidar, yalnızca yönetimi değil; geçmişin mirasını da sahiplenir:
“Artık bu cami bizimdir, bu tarih bizimdir, bu anlatı bizimdir.”
Mülkiyetin sembolik biçimi, tarihin yeniden yazılmasıdır.
Her zuhur, önceki sahiplerin mirasını devralır ama bunu gizler; tıpkı vakıf kayıtlarının veya hanedan kroniklerinin geçmişi yeniden tertiplemesi gibi.
Böylece tarih, yalnızca anlatılan değil; yeniden mülk edinilen bir şey olur.
Kim anlatıyorsa, o tarihin de sahibidir.
Doğu’nun iktidar hafızası bu nedenle unutmayı örgütler: Arşivler saklanır, belgeler yeniden yazılır, “öncekilerin hataları” öne çıkarılır. Unutmak, yönetimin en etkili aracına dönüşür.
Bu eğilim, modern dönemde de biçim değiştirerek sürer. Cumhuriyet devrimleri, milliyetçi projeler, dinî uyanış hareketleri — hepsi kendini bir “başlangıç anı” olarak tanımlar.
Yeni takvimler, yeni alfabeler, yeni ideolojiler…
Ama aslında hepsi aynı eski ritüeli tekrar eder: “Bizimle birlikte her şey yeniden başladı.”
Modernleşme de bir tür seküler zuhur üretmiştir.
Artık “Tanrı adına” değil, “ulus”, “devrim” ya da “ilerleme” adına konuşan yeni sahipler vardır.
Ancak sonuç değişmez: tarih yine sıfırlanır, yeni bir çağ başlar, geçmiş “cehalet çağı” olarak damgalanır.
Bu yüzden Doğu’nun modernleşmesi bile tarihsel kopuşu bir süreklilik haline getirmiştir.
Bu kültürel döngü, bireysel düzeyde de kimlik üretimini biçimlendirir.
Toplumlar, geçmişiyle barışmak yerine onun yerine geçen kimlikler yaratır.
Bu yüzden Doğu toplumlarında “devrim sonrası nostalji” ya da “dönem özlemi” hep güçlüdür.
Çünkü her yeni zuhur, köklerini keser; birey kimliğini yeniden kurmak zorunda kalır.
Hatırlamak hem yasak hem de acı vericidir — çünkü her hatırlama meşruiyeti sorgular.
Böylece Doğu toplumlarının ruhunda iki eğilim iç içe yaşar:
- Sürekli başlangıç yapma arzusu,
- Sürekli unutma zorunluluğu.
Bu ikisi birleştiğinde, tarih bir ritüele dönüşür:
Zuhur, unutuş ve yeniden zuhur.
Doğu toplumlarında “her sahibi zuhur tarihini kendiyle başlatır” çünkü tarih orada birikim değil; iktidarın kendini meşrulaştırma aracıdır.
Bu durum modern çağda da değişmemiştir: her yönetim “yeni Türkiye”, her tarikat “hakiki yol”, her lider “milat” ilan eder.
Fakat bütün bu milatlar, aynı döngünün farklı periyotlarıdır.
Doğu’nun asıl kaderi, belki de bu sonsuz başlangıç yorgunluğudur.
Zuhur bir mucize değil; bir tekrar biçimidir.
Ve unutmak, bu tekrarın en eski geleneğidir.