Türkiye’de ve dünyada artarak devam eden doğa tahribatı ve iklim krizi nedeniyle çevreciler yeni çözüm yolları ve mücadele arayışını sürdürüyor. Bu mücadele alanlarından biri olan ekofeminizmin adı ise son dönemde daha sık duyulur oldu. Özellikle geçtiğimiz yıllarda Karadeniz’de yapılmak istenen ‘’Yeşil Yol’’ projesini durdurmak isteyen Karadenizli kadınlarla birlikte ekofeminizm kavramı daha sık tartışılmaya başlandı. Kavramın tartışılmasıyla birlikte ekofeminist bir siyaset izlemek mümkün mü sorusu da konuşulmaya başlandı.
MELTEM SUAT- DEMOKRAT GÜNDEM- (TELİF HABER)- Türkiye’de ekofeminist politika izlediğini belirten tek siyasi parti olan ve İçişleri Bakanlığı’nın 1.5 yıldır kurulma izni vermediği Yeşiller Partisi eş sözcüsü Özlem Teke Taşdemir’e ekofeminizmi ve parti politikalarını sorduk.
MELTEM SUAT: Bize Ekofeminizin ne olduğu ve tarihsel süreci hakkında aydınlatır mısınız?
ÖZLEM TEKE: Türkiye’de ve dünyada son yıllarda artarak devam eden doğa tahribatı gezegeni tehdit etmeye başladı. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNHCR) istatistiklerine göre 2010 yılından bu yana iklim değişikliği sebebiyle 21,5 milyon insan hali hazırda yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin hızlanarak artacağı ve 2050 yılına kadar en az 1,2 milyar insanın iklim göçü yapabileceği öngörülüyor. İklim göçü ve krizi kadınları daha çok etkiliyor. Kadınlar yaşanan iklim krizi nedeniyle kuraklık ve susuzluk gibi çevre felaketleriyle tek başına mücadele etmek zorunda kalıyor. Geçtiğimiz yıllarda Bangladeş’te yaşanan sel felaketinde bölgedeki kadınlar bakmakla yükümlü oldukları kişileri bırakamadıkları için sel sularını içinde kaldı.
Birleşmiş Milletler’e (BM)göre kadınların ve çocukların doğal afetlerde ölme olasılığı erkeklerden 14 kat daha fazla. Araştırmalar iklim felaketlerini takiben, yoksul kadınların ekonomik konumlarını geri kazanmalarının, yoksul erkeklere göre genellikle daha zor olduğunu, iklim krizinin bir sonucu olarak kadınların gıda güvensizliği yaşama olasılığının daha yüksek olduğunu ve iklim değişikliğinin toplumsal cinsiyet temelli şiddet riskini arttırdığını gösteriyor. Yaşanan tahribat nedeniyle çevre aktivistleri yeni mücadele alanları ve çözüm arayışına başladı. Bu mücadele alanlarından biri olan ekofeminizm.
M.S: Ekofeminizm ve çevreci hareket arasındaki ilişki hakkında değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Ö.T: Ekofeminizm 1974'te Françoise d'Eaubonne tarafından kadınların dünyayı kurtarmak için önderlik edeceği ekolojik devrimin adı olarak ortaya çıkmıştır. Ekofeminizm iki temel ilke üzerinde kurulmuştur. Ekofeminist ideoloji ikinci dalga feminizmle birlikte ortaya çıkmış ve kadın ve doğanın tarihsel olarak birbirine çok yakın ve benzer olduğunu ve ataerkil sistemin kadınlar ve doğa üzerinde olumsuzluklar yarattığı üzerinde durarak bu sistemin yıkılması gerektiğini söylemiştir. Ekofeminist aktivistler kadınları ve çevrecileri birlikte çalışmaya hem kadınlar hem de doğa üzerinde kurulan ataerkil düzeni yıkmaya davet eder.
M.S: Yeşiller Partisi ve ekofeminizm arasındaki yakın iletişim dikkat çekici…
KADINLAR EKOLOJİK UYANIŞIN LİDERİ OLACAK
Ö.T: Ekofeminizmi terim olarak ilk kez Fransız yazar Francoise Deboune 1974’te feminizm ya da ölüm adlı kitabında kullanıyor ve diyor ki kadına ve doğaya yönelik baskının kaynağı aynıdır. Hem kadının hem de ancak birlikte olabilir. Kadınlar ekolojik bir uyanışın lideri olacak. Kadın ve erkek arasındaki toplumsal cinsiyet ilişkileri yeniden düzenlenebiliyor olacaktır. Politik olarak da bedenin, cinselliğin, ailenin dilin ,hiyerarşilerin ,gündelik hayatın değişimini, dönüşümünü de talep ediyor. Ekofeminizmin ne olduğunu anlamak için sunduğu protesto repertuarına bakmak da önemli. Kenyadaki Yeşil Kemer hareketi, ormansızlaşmaya karşı büyük bir mücadeleyi 70’lerden bu yana hala sürdürüyor. Yine himalayalarda Hintli kadınların ağaçlara sarılarak başlattığı Chipko hareketi ,80li yıllarda Avrupa ve Kanada nükleer hareket içindeki kadınların varlığını bu repertuara örnek verebiliriz. Benim ekofeminizm anlayışım doğal olarak politik ve doğaya bir cinsiyet atanmasını değil doğanın devinimlerinin kültürel eko-feminizmin söylediğinin aksine cinsiyetsizleştirlmesi gerektiğini düşünüyorum. Doğaya kalkınmacı ve insan merkezli bir yaklaşımla kaynak, düzenlenmesi gereken bir alan olarak bakmayı bırakmamız gerekiyor. İnsanların bu devinimin bir parçası olduğunu kabullenmeliyiz. Bugün sistemin ikilikler yaratarak sürdüğü sömürüyü vurgulamak gerek. Doğa-insan, kadın-erkek, siyah-beyaz..
Bütün politikalarımızın temelini oluşturan 10 yeşil ilkeden birisi de Feminizm ve toplumsal cinsiyet eşitliği; ayrıca parti programımızda da erkek egemen anlayışa karşı çıktığımızı,buna karşı politikalar üretme kararlılığımızı ortaya koyduk.
M.S: Partinizin temel ilkelerinden biri olan feminizm ve toplumsal cinsiyet eşitliği neden önemli?
Ö.T: Biz cinsiyet ve cinsellik ilişkilerinin hak,eşitlik ve özgürlükler çerçevesinde şekillenmesi ve yaşanması gerektiğini savunuyoruz. Kadınların bakım emeğinin görünür kılınması, toplumsallaştırılması, feminist iktisadın sunduğu alandan ekonomi politikalarımızı şekillendirirken sosyal hakların eşit dağıtımına yönelik politikalarla cinsiyet ve cinsellik meselelerini bir bütün olarak ele alıp üzerine siyaset geliştirmenin ve cinsiyetçilik, homofobi gibi ayrımcılıklarla mücadele etmenin hepimizin ortak sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. Yeşil siyasetin kadınların ve LGBTQİ+ kişilerin siyasi karar alma mekanizmalarına katılımı için kota, seçimlerde ve söz almada fermuar sistemi gibi kuralları önemsediğini vurguluyoruz.
(Telif haber)