İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde Avrupa ülkelerini mülteci krizi ve Gazze konusundaki tutumları nedeniyle eleştirdi. İmamoğlu, Avrupa’nın bu konularda “ikircikli yaklaşımlar” sergilediğini belirtti.
STRAZBURG’DA KRİTİK ZİYARETLER
Fransa’nın Strazburg kentinde gerçekleşen kongreye Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olarak katılan İmamoğlu, T.C. Daimi Temsilcisi Büyükelçi Nurdan Bayraktar Golder ile bir araya geldi. Ardından Avrupa Konseyi Binası’nda bir dizi görüşme gerçekleştirdi. İmamoğlu, Köln Belediye Başkan Yardımcısı Andreas Wolter, Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Bjørn Berge ve YBYK Başkanı Marc Cools ile görüştü.
“ULUSAL BİRLİKLER VE BÖLGESEL DEMOKRASİ” ÜZERİNE KONUŞMA
İmamoğlu, öğleden sonraki oturumda “Ulusal birlikler bölgesel demokrasinin ve çok düzeyli yönetişimin güçlendirilmesinde nasıl bir rol oynayabilir?” başlıklı panelde konuştu. Norveç Yerel ve Bölgesel Yönetimler Birliği Başkanı Gunn Marit Helgesen ile birlikte yer aldığı oturumda İmamoğlu, Türkiye’deki yerel yönetimlerin karşılaştığı zorlukları ve bölgesel demokrasinin önemini vurguladı.
AVRUPA’NIN MÜLTECİ POLİTİKASINA ELEŞTİRİ
İmamoğlu, Avrupa’nın mülteci sorununa yaklaşımını eleştirerek, “Mülteciler konusunda Avrupa ülkelerinin sergilediği ikircikli tutumlar, sorunun çözümüne katkı sağlamaktan çok, bölgesel istikrarsızlığı derinleştiriyor” dedi. Ayrıca Gazze’de yaşanan insani trajediye de değinen İmamoğlu, Avrupa’nın bu konuda yeterince net bir duruş sergilemediğini ifade etti.
İmamoğlu, özetle şunları söyledi:
“İSTANBUL MODELİ”
“Benim ‘İstanbul Modeli’ olarak adlandırdığım, uzlaşma kültürüne ve ortak akla dayanan yenilikçi anlayışımızı yaygınlaştırma amacındayız. İstanbul’da ortaya koyduğumuz katılımcı ve şeffaf yönetim anlayışımız çerçevesinde, akıllı şehircilik imkanlarını da kullanarak ürettiğimiz modelleri, Türkiye geneline yaygınlaştırarak, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın öngördüğü, vatandaşların kamu idaresine aktif ve doğrudan katılımını teşvik edeceğiz. Bu yaklaşımımızın temelleri, 2019 yılından bu yana ortaya koyduğumuz yeni belediyecilik anlayışına dayanmaktadır. İlk defa İstanbul’un bütçesini, İstanbullularla birlikte yaptığımız ‘Bütçe Senin’ stratejik planımızı oluştururken uyguladığımız internet tabanlı anket yöntemi, İstanbul’a yeniden kazandırdığımız meydanlarda gerçekleştirdiğimiz yarışmalar ve halkoylamalarıyla bu temeli oluşturduk. Keza, İstanbul’u ve İstanbulluları ilgilendiren birçok konuda meslek örgütleri ve odalarla oluşturduğumuz diyalog masaları sayesinde, ortak akla dayanan çözümlere ulaştık.
“DEPREM BÖLGESİNDEKİ ÇALIŞMALARIMIZ SÜRÜYOR”
Geçtiğimiz yılın başında, Türkiye’de meydana gelen büyük deprem felaketi, tüm Türkiye’yi etkileyen bir trajedi haline geldi. Deprem sonrasında, Türkiye’nin dört bir yanındaki belediyeler, afet bölgesine yardım göndermek, kurtarma çalışmalarını desteklemek ve yaraları sarmak için olağanüstü bir dayanışma sergiledi. Belediyeler, bu dönemde yerel ihtiyaçları hızlıca tespit ederek, kriz yönetiminde etkin bir şekilde görev aldı. Bu da merkezi idare ve yerel yönetimler arasındaki iş birliğinin ve koordinasyonun ne denli önemli olduğunu ortaya koydu. Biz de İBB olarak, bu süreçte kritik bir rol oynadık. Halen bölgede depremden etkilenen vatandaşlarımızın yaralarını sarmaya devam ediyoruz. Afet bölgelerine hızlı bir şekilde insani yardım malzemeleri, kurtarma ekipleri ve lojistik destek sağlayarak, depremzedelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun çaba sarf ettik. TBB olarak da bölgedeki belediyelerimizle koordineli bir şekilde faaliyetlerimizi sürdürerek, deprem bölgesindeki çalışmalarımıza devam ediyoruz.
“İKİRCİKLİ YAKLAŞIMLAR”
Çok düzeyli yönetişim ve yerel demokrasinin güçlendirilmesi konusundaki tartışmalarımızın bir diğer önemli boyutu da uluslararası dayanışma. Ancak, üzülerek söylemem gerekir ki, uluslararası dayanışma hususundaki ikircikli yaklaşımlar, bu kavrama olan inancı derinden sarsmaktadır. Bunun en somut örneklerinden birine, biz, Türkiye olarak yakından şahit olmaktayız. Küresel bir sorun olan mülteci meselesine, özellikle Avrupa’nın yaklaşımı, tarihi bir mücadele sonucunda oluşturulan ve bugün hala hepimizin önem verdiği ve savunduğu demokratik değerleri zedeleyen bir noktaya gelmiştir. Düzensiz göç ve mülteci sorununun AB dışındaki ülkelere aktarılması ve Türkiye gibi, Avrupa sınırı dışındaki ülkelerde tutulmaya çalışılması, kalıcı bir politika haline gelmeye başlamıştır. Bu konuda sergilenen tutum, küresel bir sorunu çözme arayışından ziyade, bu yükü belirli ülkelerin sırtına yükleme anlayışına dayanmaktadır. Daha da açık ifade etmem gerekirse, ‘Bu konuda Türkiye duvar olsun. Oradan geçmesin de ne olursa olsun’ politikası hem Türkiye’ye hem de insani açıdan mültecilere büyük bir haksızlıktır.
“YÜKÜN PAYLAŞILMASI VAKTİ GELMİŞTİR”
Ortaya çıkan bu tablo, kıtanın omuzlarına ahlaki bir yük ve sorumluluk yüklemektedir. Bu yük, sadece kaynakların dağılımında değil, aynı zamanda toplumsal dokunun zedelenmesine de sebep olmaktadır. Artan aşırılıklar, kamu hizmetlerindeki yetersizlikler ve yabancı düşmanlığının yükselişi, bu dengesizliğin yansımaları olarak hepimizin karşısına çıkmaktadır. Oysaki, bu kısır döngüyü kırmanın yolu, göç veren ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamaktan geçmektedir. O insanların doğdukları topraklarda onurlu bir yaşam sürebilmeleri, daha adil ve sürdürülebilir bir geleceğin kapısını aralayacaktır. Bu konuda sorumluluk almalıyız. Artık, bu adaletsiz politikadan vazgeçip, çözümün kaynağında aranması ve yükün paylaşılması vakti gelmiştir. Eğer küresel sorunlar karşısında etkin bir uluslararası dayanışma oluşturmak istiyorsak; savaş, çatışma ve iç karışıklıklar karşısında daima birlikte hareket etmeli, çözümler aramalıyız.
“HER İNSAN ACISINA EŞİT DERECEDE SAHİP ÇIKMALIYIZ”
Avrupa’nın, özellikle Ukrayna Savaşı’na karşı gösterdiği güçlü dayanışma, bu tür krizlerde nasıl birleşebileceğimizi göstermesi açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Ancak, üzülerek ifade etmeliyim ki, benzer bir dayanışmayı, Filistin’deki sivil katliamlar karşısında, o duyarlılığı ve kararlılığı göremedik ve gösteremedik. Avrupa’nın ve uluslararası toplumun, her coğrafyada yaşanan insanlık dramlarına aynı ölçüde tepki vermesi, evrensel adalet ve insan hakları ilkelerinin korunması açısından da elzemdir. Vicdanımızı, her türlü zulme karşı aynı şekilde seferber etmeli ve her insan acısına eşit derecede sahip çıkmalıyız. Bu kriz süreçlerinde, yerel yönetimler olarak, olumlu bir sınav verdiğimizi açıkçası düşünüyorum, ama gerekli olduğu noktalarda da aynı biçimde kriz süreçlerine duyarlılık gösterme konusunda, bazen aksaklıklar yaşandığımızı ifade etmek isterim.
“FİLİSTİN’DE İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMÜ SAVUNUYORUZ”
“Gerek Ukrayna’da gerek Filistin’de, yerel yönetimlerin aldığı inisiyatifler, uluslararası dayanışmanın dönem dönem en güçlü örneklerini hissettirmiştir. Bu da her yerel yönetimin gurur duyacağı bir ortamı yaratmıştır. Türkiye olarak şunu belirtmek isterim; Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunuyoruz ve barışın bu prensip içerisinde inşa edilmesi gerektiğini mutlak düşünüyoruz. Filistin’de de Filistinlilerin uzun yıllardır devam eden hak mücadelelerini ve iki devletli çözümü savunuyoruz. Şiddetin her türlüsüne karşı olduğumuzu, özellikle ifade ediyorum. Ancak, Filistin halkına yönelik katliamlar ve bunların durdurulmaması, hepimiz için gerçekten büyük bir utanç kaynağıdır. Buradan çatışmaların bir an önce sona ermesi ve kalıcı barışın tesis edilmesi için, dayanışma içerisinde ortak adımlar atmamız gerektiğini de bir kez daha vurgulamak isterim.” (Haber Merkezi)