Geride bıraktığımız 2024 yılı, ülke halkı açısından gerek ekonomik gerekse siyasal açıdan pek çok olumsuzluklarla doluydu. Giderek daha fazla adaletsizlik üreten ülke ekonomisi, gelir ve bölüşüm dengesini daha da çarpık bir hale getirmiş, zengin ile yoksul arasındaki makas epeyce açılmış, bunun sonucunda ise yoksulluk daha da derinleşmiştir. İktidarın siyasal ve sınıfsal tercihleri ile şekillenen ekonominin, birincil kaynağını oluşturduğu bu olumsuzluklara, çevre-ekoloji sorunlarını da eklememek mümkün değil. Zira önceki yıllarda olduğu gibi 2024 yılında da pek çok çevre sorunu, eko-kırım yaşandı.
Akbelen Ormanlarının termik santrale kurban edilmek istenmesi, Kazdağlarının maden sahaları için delik deşik edilmesi, Erzincan İliç Altın Madeni faciasında yaşananlar, Karadeniz’de HES’ler, herbisitler, akarsu havzalarının tehlikeli kimyasallarla kirletilmesi gibi akıllarda kalan daha pek çok ekolojik tahribata tanık olduk ve üzüldük.
İZMİR’DE 2024 YILI: ORMAN YANGINLARI VE KİRLİLİK
Konuyu İzmir özelinden ele alırsak, 2024 yılı yazı İzmir’de orman yangınları ile geçti diyebiliriz. Neredeyse her gün birkaç farklı noktadan çıkan veya çıkarılan orman yangınları, ciğerlerimizi yaktı. Yanı sıra İzmir Körfezi’nde yaşanan kirlilik, balık ölümleri ve kötü koku sorunu da 2024 yılını anımsatan önemli çevre sorunlarındandı. Gediz Nehri’nin kimyasallarla kirletilmesi, herbisitlere boğulan toprağın ve tarım ürünlerinin zehir saçması da dünden geleceğe devrolan yakıcı sorunlar olarak, acil çözüm bekliyor.
Bir başka çevre sorunu ise bina yıkımlarının kontrolsüz ve kuralsız şekilde yapılması sonucu, etrafa saçılan kanserojen asbest vb. tozlar. Ülke ve kent halkının henüz farkında olmadığı bu tehlikenin derin acısı, gelecek yıllarda ortaya çıkabilecek yaygın akciğer kanserleri ile çekilebilir. İzmir’de 30 Ekim 2020 depremi sonrası yaklaşık 2000 bina, çevre ve halk sağlığı önlemleri alınmadan ve yönetmeliklere uyulmadan kara düzen yıkıldı. Gelecek yıllarda kentsel dönüşümün hız kazanma ihtimali de göz önüne alınırsa, bu tehlikenin boyutları katlanarak artacaktır. Bu konuda çözüm ilçe belediyelerinde. Ancak onlar da bu konuyu hiç önemsemiyorlar.
İzmir için 2024 yılına damgasını vuran bir başka büyük çevre sorunu da Gaziemir Emrez’deki eski kurşun fabrikası ve bahçesindeki nükleer atıklardı.
ORMAN YANGINLARININ EKOLOJİK SONUÇLARI
Orman yangınları konusuna geri döner isek, yangınlar başlı başına ekolojik tahribata sebep oldukları gibi, ayrıca sel-su baskını, heyelan, erozyon gibi başka afetlere de kapı aralamaktalar. Özellikle İzmir’in Yamanlar bölgesinde çıkan ve günlerce süren orman yangınları, Karşıyaka ve Bayraklı ilçelerinde yerleşim alanlarını da tehdit etti.
Her ne kadar yetkililer “can kaybı yok” diye “sevindirici” açıklamalar yapsalar da, bu yangınlarda binlerce ağaç yanıp yok olurken, aynı zamanda arısıyla, böceğiyle, solucanıyla, kurduyla, kuşuyla binlerce can da telef oldu. Kısacası, orman habitatı büyük zarar gördü. Çevre-ekoloji sorununa bu perspektiften ve bütüncül bakış açısıyla bakmayınca, zararın sadece ağaç varlığıyla sınırlı olduğu, can kaybının da sadece insandan ibaret olduğu gibi bir yanılgıya düşülebiliyor. Oysa çevre, sadece görünenden ibaret değil. Çevre, tüm canlı organizmaların hayatta kalması veya yaşam sürecini sürdürmesi için gereken ortam ve koşulların toplamıdır.
ÇEVRE HAKKI: ANAYASAL BİR HAK
Başta insanlar olmak üzere canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri, temel çevresel şart ve etkenlere bağlıdır. Bunlar temiz hava, temiz su ve temiz toprak-gıda ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçlar, yaşamsal varlığın sürdürülebilmesi için de yegane şart olup, hukuken de birer haktır. İşte bu hak, yaşam hakkının bütünleyeni olan çevre hakkıdır.
Çevre hakkı; T.C Anayasası’nın 56. Maddesinde de düzenlenmiş olup:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” ifadesiyle anlam bulur.
Bu madde; yaşam hakkının ancak sağlıklı ve dengeli bir çevrede gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Çevre hakkı ile sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olan birey, aynı zamanda böyle bir çevreden yararlanabilmek için onu korumak, geliştirmek ve iyileştirmekle de ödevlidir. Oysa ülkemizde durum hiç de böyle değil.
Çevre hakkı, bugünkü kuşakları olduğu kadar, hatta daha da fazla gelecek kuşakları da yakından ilgilendirmektedir. Bugünkü kuşakların en önde gelen ödevi, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir çevre devretmektir. Çevre hakkını, canlı varlıklar bütünün haklarına uzanan bir çizginin başlangıç noktası olarak görmek gerekir. İnsanlar için çevre hakkı, canlılar için de sağlıklı ve dengeli bir çevrede varlıklarını sürdürme hakkı anlamına gelir.
Bir sonraki yazımda çevre hakkının ekoloji mücadelesi için önemini ele alacağım. Görüşmek üzere. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede, afetlere dirençli kentlerde, insanca yaşanabilir koşullarda yaşamak dileğiyle.
YORUMLAR