Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
berkan mahlıçlı

Kemal Sunal Melike Zobu Kenara çek!

Pazar yerlerinde su satan çocuklar vardır hatırlar mısınız?

Benim de bir kere özenip pazar yerinde su satmışlığım vardır.

Aslında büyük bir tüccar olabilecekken sırf bu başarısızlığım nedeniyle olamadığıma inanırım.

Gerçi Abdullah Gül de gazoz satamamış ama sonra Cumhurbaşkanı olmuş.

Ben Cumhurbaşkanı da olamadım.

Başarısız oldum çünkü küçük bir hata yapmışım.

Su satma işinde diyorum.

Yoksa Cumhurbaşkanlığı mesleğini sıkıcı bulurum.

Onu diyorum işte su satma işinde çuvalladım çünkü ufacık bir hata yapmışım.

Aslında iki hata.

Yani aslında satılan edilen bir şey de yok ortada.

Şöyle oldu:

Pazar yeri ile bildiğim tek soğuk su kaynağı olan buzdolabımız arasındaki mesafeyi, su ısınmasın diye koşarak geçmem gerekiyordu. Üstelik yol da epey inişli çıkışlıydı.

E tabi bu koşuşturma içinde bendenizi yolda hararet basıyor ve her köşe başında, her yokuş dibinde bir bardağını “Aman bir bardak eksik satsam ne olacak sanki” tesellisiyle aşırıyordum.

Yenenle yanana dağ dayanmazmış!  

Pazar yerine varıp elimdeki boş şişeyle kalakalınca bende şafak attı.

Aslında kendime, “Ulan enayi! Bu dal dal güneşin altında hem su içip hem koşarak neden geldin buraya?” diyecektim ama dilim bir karış dışarıda, kan ter içinde mecalsiz kalınca kendimle edeceğim kavgaya da üşendim.

Hadi o neyse de su satan çocukların buzlu şişelerini görünce büsbütün dizlerimin bağı çözüldü. Tam aklım başıma geldi diyordum ki susuzluğuma yenik düşüp su almak zorunda kalınca ticaretin bana göre olmadığına kanaat getirip başıma başka bir şey gelmeden dümeni eve kırdım.

Hoş değil tabi.

Hatırladıkça hâlâ içim ezilir.

Belki evimiz pazara daha yakın olsaydı, o içinde kocaman buz kütlesi barındıran şişeler bu kadar aklıma kazınmazdı. 

Yaz sıcağında o şişeleri önce bir buğu sonra da susamayanı susatır cinsten çiğ zerrecikleri kaplar.

Aslında şişeye hapsolmuş serinliğe pervaneler gibi koşan nemin, biraz önce tezgahında kirazını satan esnafın kuruyan teri olduğuna inanmak da olasıdır ama o buğuyu dışarı sızmış soğuk su olarak hayal etmek hem daha çocukça hem daha sevindirici hem daha berraktır.

İşte bu romantizmle pazar yerlerinde mutlu mesut suyumu satacak kadar yetenekli olsaydım ben de buz gibi soğuk su diye bağıracaktım.

Fakat olmadı.

Talihsizlik diyelim.

Hayli zaman sonra sucu çocukların oynadığı kapitalist bankaların reklam filmlerine denk geldikçe reklamlardan sonraki haber kuşağında da Abdullah Gül’ü görmeye başladım.

Tesadüf tabi.

Tesadüf ama sanki birisi, ben eski travmalarımı unutmayayım diye yapıyormuş gibi.

Sonra aradan yine yıllar geçti. İçimdeki su satamama başarısızlığı epey bir unutulmaya yüz tutmuştu ki bu kez de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçildiğini duydum.

Halbuki ben de su satamamış biri olarak yüksek bir memuriyeti hak ediyordum kendi fikrimce.

İşte bu haksızlıkla karışık haset duygusu beni bir anda ele geçirdi.

O zamanlar her köşede bulunan internet kafelerden birine daldım.

Amacım atanamamış su satıcılarının sesini duyuran bir bildiri hazırlayıp dağıtmaktı.

Cebimdeki bütün parayı miskin görevlinin masasına boca edip cayır cayır çıktı aldım.

Ben tabi o telaşla ve yanlışlıkla Bursa Nutku çıktısı almışım.

Ne bileyim!

Bindim arabama.

Saça dağıta gidiyorum.

Şans eseri arkamda bir yerlere yetişmeye çalışan bir ekip otosu var.

Açmış sirenlerini megafonla avaz avaz yol istiyor.

Fakat kenara çekilip durmanın mümkünü yok.

Kahraman polisimiz görevine yetişsin diye bir taraftan elime geçeni camdan savuruyorum bir taraftan da korna kıyamet gidiyorum.

Sonra öğrendim tabi Hanya’yı Konya’yı ama o değil söylemek istediğim.

Hatırlar mısınız?

Eskiden açık hava sinemaları, yaz tatilinin en güzel akşamüstlerinde üstü açık arabalarla film broşürü dağıtırlardı.

Avaz avaz…

Arabanın peşinde çocuklar,

Şamatalı bir telaş.

İşte öyle mutlu hissediyordum kendimi.

Su satamamış bir kaçakla aynı arabada bağıra çağıra gidiyordum.

Uçuşan bildiriler,

Akşam ezanı okunmadan eve yetişme endişesi

Çocukluktan kalan megafon sesi…

Öztepe sinemasında bu akşam…

Deli deli küpeli…

Kemal Sunal, Melike Zobu…

Kenara çek!

Buz tutmuş kasabanın deli kaymakamı…

Kemal Sunal, Melike Zobu.

Kenara çek!!

Yaz günü, 

Akşamüstü vakti.

Kızların tiril tiril eteklerinin yelpazesiyle serinlemiş sokaklarda, darbenin güleç yüzlü inzibat erleri devriye atıyor.

Erdal’ı on yedisinde asmış kendine ressam diyen bir boyacı yamağı cumhurbaşkanı.

Sinemanın önü serin.

Yeni sulanmış.

Tertemiz.

Bir çukurda birikmiş sudan ağırbaşlı kumrular ve aceleci serçeler nasipleniyor.

Özgür yaşayabilenlere suyun bedava olduğunu hatırlatır gibi.

Renk renk tungsten ampuller sıralı sırasız yanıyor.

Devriliverecekmiş gibi duran tahta sandalyelerde,

Asılmamış çocuklar, sinemanın önünde oturmuş, 3 liraya gazoz 1 liraya su satıyorlar. 

Duvarlara yazılmış umutları, kireçle kapatan bir boyacı yamağı suratsız suratsız tenekesine işçilik dahil 30 lira istiyor.

Gazoz satmaktan daha çok kazandırıyor umut silmek.

Siren sesleri…

Deli deli küpeli 

Kemal Sunal Melike Zobu 

Kenara çek!

Ah ciğerlerime mavisini çektiğimin memleketi…

Ne çok sevdim seni!

Pazar yerlerinde, sokak aralarında, sinema önlerinde.

berkan mahlıçlı

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

16 − 3 =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ