DOLAR 32,4504 -0.15%
EURO 34,8290 -0.66%
ALTIN 2.441,260,23
BITCOIN 20891541,97%
İzmir
19°

AÇIK

üst menü altı
Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi: ‘Türkiye’de mülteci sorunu yok, mülteci karşıtlığı sorunu var’

Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi: ‘Türkiye’de mülteci sorunu yok, mülteci karşıtlığı sorunu var’

Konak Kent Konseyi Mülteci Komisyonu Başkanı Mete Hüsünbeyi ile Türkiye'de son zamanlarda en fazla tartışılan konuların başında gelen 'mülteci' sorununu konuştuk.

ABONE OL
30 Ağustos 2023 19:21
Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi: ‘Türkiye’de mülteci sorunu yok, mülteci karşıtlığı sorunu var’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DEMOKRAT GÜNDEM-RÖPORTAJ HABER: Türkiye’de mültecilerin yaşadığı sorunlar ya da mülteciler nedeniyle yaşanan tartışma ve eleştiriler giderek artıyor.

Muhalefet partilerinin yetkilileri zaman zaman yaptıkları açıklamalarla, ülkemizde İçişleri Bakanlığı’nın verdiği oranlara göre sayıları 3 milyon 400’ü bulan mültecilerin Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini tehdit eder noktaya getirdiğini savunuyor.

Sosyal medyada yapılan yayınlarda ise Suriye’de savaşın bittiği hakkında videolar yayınlanıyor. Aynı zamanda mültecilerin karıştığı olaylarla ilgili yoğun tepkilerin olduğu açıklama ve videolar da yayına sunuluyor.

Peki Türkiye’de yaşayan mültecilerle ilgili sorun bir iç savaş ortamına dönüşür mü? Nefret söyleminin hedefi haline gelen mültecilerin tamamı ‘suçlu’ mu? Suriye’de iç savaş bitti mi, bitmedi mi?

Mülteciler ülkelerine dönmeli mi, dönmemeli mi ya da hangi koşullar oluştuğunda uygun koşullar sağlanarak ve nasıl gitmeli? Hükümetin mülteci politikası doğru mu? Vatandaşın tepkisine neden olan olay videoları ‘münferit’ vakalar mı? Türkiye’nin demografik yapısı değişiyor mu ya da değiştirilmek mi isteniyor?

mülteci

Nefret söylemi tehlikeli boyutlara varır mı? Nefret ve ötekileştirme üzerinden söylemler ne kadar doğru? İşsizliğin, zamların, ekonomik krizin nedeni mülteciler mi yoksa yanlış ya da eksik ekonomi politikalarının uygulanması mı?

Mobilyacılık, hurda toplama, ayakkabıcılık gibi sektörlerdeki istihdam açığını kapattığı ve Türkiye ekonomisine katkı yaptığı belirtilen mültecilere devlet yardımları ne boyutta?

İşte tüm bu soruları 130 bini aşan mültecinin de yaşadığı İzmir’de mültecilere yönelik yaptığı yardım, destek ve eğitim çalışmalarıyla tanınan Konak Kent Konseyi (İKK) Mülteci Meclisi Komisyonu ve Konak Mülteciler Derneği Başkanı Sayın Mete Hüsünbeyi’ne yönelttik.

“Türkiye’de mülteci sorunu yok, mülteci karşıtlığı sorunu var” diyen Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi, mültecilerin karıştığı olayların ise münferit olduğunu, tüm mültecilerin töhmet altında bırakılmasının insan haklarına aykırı olduğunu belirtiyor.

METE HÜSÜNBEYİ: LİNÇ VE NEFRET SÖYLEMİNE KARŞI MÜCADELE ETMELİYİZ

Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi, nefret söylemi ve linç girişimleriyle mücadelenin şart olduğunun altını çizerek, “Öncelikle bu söylemleri şaşkınlık ve üzüntüyle karşılamakta olduğumu söyleyeyim. Büyük ölçüde abartılıp ve yanlış haberlerle siyaset tarafından, özellikle seçim dönemlerinde, kullanılmakta. Bazı basın kanallarının bu yönde algı yarattığını görüyoruz.

Sosyal medya da bu algılarla beraber olumsuzluklar içerebiliyor. bazen yanlış haberler ve algılar kamuyu harekete geçirmekte. Bazen çocukların yaptıkları kavgalara büyükler de karışıyor. Bir taraf mülteci bir taraf vatandaş olunca maalesef bunlar linçe yönlendiriyor. Elbette ki suç işleyen cezasını çekmeli ama suçu olmayan kişiler linçlenmemeli. 

Linçler konusunun önünde de kararlı bir şekilde durmamız gerekiyor. Bu tür şeylere göz yumulmasını da asla kabul edemeyiz. Her bir göz yumma bir başka lincin önünü açmakta. Ve bu tür söylemlerle artık daha kararlı mücadele etmeliyiz” şeklinde konuştu.

mülteci

SAYIN METE HÜSÜNBEYİ’NE YÖNELTTİĞİMİZ SORULAR VE YANITLARI:

Demokrat Gündem: Türkiye’de mülteci sorunu var mı yok mu?

Mete Hüsünbeyi: Türkiye’de mülteci sorunu yok, mülteci karşıtlığı sorunu var. Hepimiz kabul etmeliyiz ki mültecilik temel bir insan hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesi herkesin zulüm altındayken başka ülkeye sığınma hakkı olduğundan bahseder. 

Çok açık ki her insan hangi ülkeden gelirse gelsin, hangi ülkede bulunursa bulunsun onurlu yaşam hakkına sahiptir. Oradaki insanların da bu yönde çaba sarfetmesi gerekmektedir.

D.G: Ana akım medya ve sosyal medyada mültecilere yönelik yoğun bir nefret söylemi var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle bu söylemleri şaşkınlık ve üzüntüyle karşılamakta olduğumu söyleyeyim. Büyük ölçüde abartılıp ve yanlış haberlerle siyaset tarafından, özellikle seçim dönemlerinde, kullanılmakta. Bazı basın kanallarının bu yönde algı yarattığını görüyoruz. Sosyal medya da bu algılarla beraber olumsuzluklar içerebiliyor. Asıl olan doğru haber doğru yaklaşım olmalı. 

Nefret söylemi gördüğümüz gibi her dönem farklılaşabiliyor. Pandemi döneminde 65 yaş üstü insanlara da çok büyük tepkiler vardı. Üzerlerine su döküldü. Hayvanlara da nefret söylemleri hala devam ediyor. 

Tekrar altını çizelim mültecilik temel bir haktır ve biz hangi hakkı savunursak savunalım sonuna kadar savunucusu olmalıyız.

D.G: Sosyal medyada da mültecilerin karıştığı suç olayları özellikle video şeklinde yayınlanıyor. Kavga, şiddet görüntüleri büyük tepki topluyor. Mahallelerde mülticilere yönelik linç girişimi oluyor. Bunları münferit olaylar olarak mı değerlendiriyorsunuz ya da bu geneli yansıtır mı? Yani bu olaylara karışanlara bakarak tüm mültecileri potansiyel suçlu olarak mı değerlendiririz?

M.H: Geçmişte suç oranlarıyla da ilgili veriler paylaşılıyordu ve burada mültecilerin karıştığı suç oranları, vatandaşların karıştığının çok altındaydı. Sanırım İstanbul valisi bir açıklamasında mültecilerin karıştığı suç oranlarının, vatandaşların karıştığının 6’da 1’i oranında gibi bir söylemi olmuştu. Bunu biz de gözlemleyebiliyoruz. 

Fakat bazen yanlış haberler ve algılar kamuyu harekete geçirmekte. Bazen çocukların yaptıkları kavgalara büyükler de karışıyor. Bir taraf mülteci bir taraf vatandaş olunca maalesef bunlar linçe yönlendiriyor. Elbette ki suç işleyen cezasını çekmeli ama suçu olmayan kişiler linçlenmemeli. 

Bu tür şeyleri zamanında Romanlara ve Kürtlere karşı da gördük. Yani bizim her şeyden önce linç kültürünü ortadan kaldırmamız gerekiyor. Kimse kimsenin yaşam alanına müdahale edemez. Kimse kimsenin evinden çıkmasını, işyerine gitmesini engelleyemez. 

Keza olaylarla ilgisi olmayan mültecilerin de bulundukları yerden gönderildiklerini görüyoruz. Halbuki olması gereken linç süreçlerine katılanlara ağır yaptırımların olması gerekiyor. Ve bu çok kültürlü ve bir arada binlerce yıl yaşadığımız topraklar bunu haketmiyor. 

D.G: O zaman münferit olaylar mı bunlar? Geneli yansıtıyor mu? 

M.H: Eğer suç ise cezası olmalı. Ve hangi nedenle olursa olsun linç girişimi, toplumsal saldırılar asla kabul edilemez. Bu konuda tüm siyasi partilere ve güvenlik güçlerine çağrıda bulunuyoruz. 

mülteci

D.G: İçişleri Bakanı sayın Yerlikaya Türkiye’de yaşayan kayıtlı mülteci sayısı hakkında bir açıklamada bulundu. Sizce İzmir’de, Türkiye’de bulunan mülteci sayısı 10 milyona yakın mıdır?

M.H: Bu sayıların genelde doğru olduğunu düşünüyoruz. Kayıtlı olanlar bunlar. Sanırsam İzmir’de 130 bine yakın Suriyeli mülteci var. Kayıtlı olanların aynı zamanda hakları var. Sağlıktan yararlanabiliyorlar, çocuklarını okula gönderebiliyorlar. Avrupa Birliği’nden gelen yardımlardan da belli oranda yararlanabiliyorlar. Başka bir şehire izinsiz gidemiyorlar. 

Dolayısıyla kayıtlı olmayanların sayısının çok daha önemsiz olduğunu düşünüyorum. Birleşmiş Milletler’in açıkladığı sayı Türkiye’de 3.5 milyona yakın, tüm dünyada 6,5 milyon mülteci olduğu yönünde.

10 milyon gibi söylemler kötü algı yaratmaya yönelik tehlikeli söylemler. Bu tür söylemleri kınıyoruz. Zaten Suriye2nin nüfusu 20 milyon civarında.

D.G: Türkiye’deki göçmenlerin sayısı 3.5 milyon ve bu az bir rakam değil.

M.H: Tabiki en fazla Suriyeli mültecinin bulunduğu ülke Türkiye. Ama Suriyelilerin genel Türkiye nüfusundaki oranı %4-4.5 civarındayken Ürdün’de %10, Lübnan’da %20 civarında. Dünyada da mültecilerin %70’i komşu ülkelerde bulunmakta.

D.G: Örneğin Zafer Partisi’nden sayın Ümit Özdağ’ın bu konuda çok sert açıklamaları ve eleştirileri oluyor. Ülke bekasının söz konusu olduğunu, Türkiye’nin demokratik yapısının değiştirilmek istendiğini, sınırlarımızın kevgire döndüğünü belirtiyor.

Bu nedenlerle mültecilerin derhal evlerine gönderilmesi gerektiğini, Türkiye için tehlike yarattığını dile getiriyor. Siz bu açıklamalara ve düşüncelere katılıyor musunuz ya da katılmıyor musunuz? Neden?

M.H: Bu tür söylemler örneğin geçmiş dönemde ekonomik amaçlı gidilmiş olmasına rağmen Almanya’da da Türklere karşı çok kullanıldı. Bunlara katılamamız mümkün değil. Ayrıca doğruluğu da söz konusu değil.

Demokratik yapılar öyle kolay değişen, dönüşen yapılar değil. Örneğin Almanya’da bile her 4 kişiden 1’i göçmen veya mülteci olarak bulunmuş kişiler. Ama oranın reel yapısı çok değişmiş değil. Ümit Özdağ’ın söylediklerinin birçoğu zaten yalan ve hatta iddialarını silmek zorunda kaldı. Bu tür şeyler tehlikeli.

Güvenlik anlamında bakarsak Türkiye’nin hem güneyinde hem de doğusunda artık duvarlar örülmüş durumuda. Kameralarla izleniyor. 

D.G: Bir taraftan da mayınların temizlendiği ve sınırlardan sadece Suriyelilerin değil Afganların, Pakistanlıların herkesin akın akın geldiği, sınırlardan çok rahat geçebildiği görüntüler sosyal medyada paylaşılıyor. Bu paylaşımlar haliyle insanlarda korkuya neden oluyor. ‘Gerçekten ülkemizin bekası tehlikede mi? İktidar neden buna izin veriyor?’ diye soruyorlar. 

M.H: O görüntüler özellikle Afganistan’dan gelenler için söz konusu. Ve ağırlıklı olarak erkeklerin geldiğini görüyoruz. Lastik ayakkabılarla geliyorlar. 

Afganistan’dan geldikleri yollar tehlikeli. İş gücü gibi söylemler var.

Geçmişte Keçi, Koyun Yetiştiricileri Birliği Başkanı açıklama yaptı. Daha önce 150 bin çobana ihtiyaç varken şu an 50 bin Afgan çobana ihtiyaç olduğunu söyledi. Çoban yetiştiren kurumlara, firmalara devlet destek verdi. Buna rağmen ciddi bir açık var.

D.G: Ülkemizde birçok sektörde istihdam açığı olduğu, mültecilerin bu istihdam açığı olan mobilyacılık, ayakkabıcılık gibi sektörlerde çalıştıkları da biliniyor. Bu Türk ekonomisi için bir katkı mı değil? Çünkü ucuz iş gücü işimizi elimizden alıyor mülteciler deniyor, ne düşünüyorsunuz?

M.H: Açıkça bu hem bizim için hem de ekonomimiz için katkı. Ben TÜİK’in işsizlik verilerini Suriye iç savaşı başladığından beri inceledim. Pandemi dönemi hariç reel bir yükselme olmadı. Yani buradan doğrudan bir işsizliğe etkisi olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle ayakkabı sektöründe Halep kökenli Suriyelilerin işgücü açığını kapattığını biliyoruz. Ayakkabıcı sitesi sık sık gittiğimiz bir alan. Adana marangoz ve mobilyacılar odası başkanı mobilya iskeletlerini tüm Türkiye’ye dağıttıklarını ve Suriyelilerin de bu konuda iyi zanaatkarlar olduklarını onların gelmesiyle beraber ihracatlarının çok yükseldiğini söyledi.

D.G: Yani Türkiye ekonomisine çok ciddi katkıları mı var mültecilerin?

M.H: Evet birçok sektörde kaliteli işgücünü karşıladığını söyleyebiliriz. 

D.G: Bazı muhalefet partisi liderleri de seçim sürecinde Suriyeliler gitmeli şeklinde açıklamalar yaptı. Hatta uzun süreler suriyeye gidiyor, çekim yapıyor Suriye’de savaş yok, bakın insanlar nasıl eğleniyorlar, ne güzel bir ülke niye geri dönmüyorlar şeklinde yoğun yayınlar yapıyorlar.

Sizce savaş bitti mi? Geri dönüş koşulları oluştu mu? Ve bu muhalif partilerin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.H: Suriyede aynı zamanda biliyorsunuz ki birçok dış güç var. Amerika var etki alanı var. Türkiye var. Rusya ve Esad’ın etki alanları var. Ve bunlar birbirinden kopuk olan yerler ve orada birçok silahlı grup da var. Bazı yerlerde savaş bitmiş dahi olsa orada üretim mesela kuzeydeki güneye, güneydeki kuzeye gitmemekte. Ekomik olarak bir yok oluş süreci yaşamakta. Ama suriyede reel bir barış yok.

D.G: Yani dönüş koşulları oluşmadı mı diyorsunuz?

M.H: Gerçekten vatan özlemi içinde olan Suriyeliler görüyoruz. Ve geri dönüş koşulları hiçbir şekilde oluşmuş değil. Oluşmuş olsa ciddi bir oran gidecek. Elbette önemli bir kısmı burada kalacak. Oranlar konusunda bir şey diyemem. Gitmek isteyenler gitmeli, orada daha olumlu yaşam koşulları sağlanmalı. Burada yaşayanlar içinde beraber yaşamanın ön koşullarını sağlamalıyız. Kalıcı bir barış olmadıktan sonra üretimin de yeniden yapılanmanın da söz konusu olmadığını söyleyebiliriz.

D.G: İzmir’de hem iktidarın hem de yerel yönetimlerin sizce yeterli katkıları oluyor mu? Hani denildiği gibi sadece fonlardan mı veriliyor? Ya da çok büyük bir pozitif ayrımcılık yapılıyor mu? Yani işte sağlık ücretleri bedava, onlara maaş bağlanıyor gibi söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? 

M.H: Şöyle söyleyebiliriz eğitimden yararlanıyorlar, sağlıktan da yararlanıyorlar. Ama onun dışında devlet tarafından verilmiş herhangi bir para yok. Onlar tamamen kendileriyle başbaşa kalmış durumdalar. İş bulabilenler çalışıyor. Çalışanlar da geçimini sağlamaya gayret ediyor. 

D.G: Katkılarınız için çok teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

M.H: Belki hastane konusunda çok söylemler oluyor. Hastanelerde ayrıcalıklı davranıldığı söyleniyor. Öyle bir şey söz konusu değil. Hastanelerde ayrıcalıklı olanlar acilden girenler. Ayrıcalık konusunda öncelik sırası var. Bu öncelik sırasında bazıları suriyeli olabiliyor. Ama onların önceliği olması suriyeli ya da mülteci olmasından kaynaklanmıyor. Vatandaşların da bulunduğu koşuldan kaynaklanıyor. Bu söylemler hiçbir şekilde doğru değil. Algılar da doğru değil. 

D.G: Peki iktidarın mülteci politikası doğru mu sizce?

M.H: Siyasi çekişmelerin çok olumsuz etkilediğini söyleyebilirim. Mülteci alanında uğraşan yapılarla çok daha etkileşim içinde olunması gerektiğini söyeyebiliriz. Aynı zamanda kamu, yerel yönetim sivil toplum, üniversiteler bu konuda ve mülteci topluluklarıyla beraber iş birliği ve eşgüdüm içinde bulunması gerekiyor. Kimse kendi ülkesini, toprağını bırakıp başka ülkeye gitmez.

Ve her insan nerede olursa olsun onurlu yaşama hakkına sahiptir. Bu toprağa gelmiş her mültecinin aynı zamanda onurlu yaşamın sağlanması aynı zamanda bizim onur görevimizdir. Bu konuda tüm insanlarımıza, tüm dostlarıma, tüm toplumsal kesimlere, kamuyu, yerel yönetimi bu konuda iş birliğine, duyarlılığa ve o kesimlerle temas etmeye davet ediyorum. 

D.G: Neden buraya geldiler? Vatansever değiller, ülkelerinde kalıp savaşsalardı. Biz türkler ülkemizde bir savaş olsa ülkemizi asla terk etmeyiz, savaşırız deniyor. Yani orda kalıp savaşsalar mıydı? Buna ne diyorsunuz. 

M.H: En kötü savaş iç savaş ve bir dönem bunu ülkemiz de yaşadı. Kimse komşularıyla ya da aynı toprakları paylaştığı insanlarla savaşmak durumunda da değil. Yani orada bir dış düşmanla, Türkiyele ya da çanakkale dönemiyle karşılaştırılıyor. Dış düşman söz konusu değil. İç yani birbirine karşı düşman bir çok grup var. Bence karşılaştırma doğru değil.

Her ülke her ülkenin insanları eşit derecede onurludur. Kimse kimseden daha fazla onurlu değildir. Suriye halkı ne kadar onurluysa Türkiye halkı da o kadar onurludur. Bir başka ülkenin halkı da aynı oranda onurludur. Hiçbir devletin hiçbir kesimi çıkar için insanları öldürmesi bence kabul edilebilir bir şey değil. Biz de kararlı bir sürecin takipçisi olmalıyız. 

D.G: Türkiye’de iç savaş çıkar mı? Zafer partisinin bu söylemi çok fazla konuşuluyor. Halkın tepkisi çok büyük, demokratik yapı değiştiriliyor. İç savaş bile çıkabilir deniyor. Sizce?

M.H: Yani bu kadar körüklenmesi özellikle seçim sürecinde akla hayale sığmayacak yalanlar, söylemler, abartılara karşı yine de bir sağduyulu olduğunu görüyorum. İç savaş boyutunun çıkmayacağını net söyleyebilirim, o boyuta gelmeyeceğini söyleyebilirim. Linçler konusunun önünde de kararlı bir şekilde durmamız gerekiyor. Bu tür şeylere göz yumulmasını da asla kabul edemeyiz. Her bir göz yumma bir başka lincin önünü açmakta. Ve bu tür söylemlerle artık daha kararlı mücadele etmeliyiz.

D.G: Yani linç etmek yerine, hukuk devletinin kuralları gereği yerine getirilse suç ve suçlu varsa kolluk güçleri gereğini yapsın. Hukuk işlesin diyorsunuz yani?

M.H: Eğer suçsa ki biz birçok şehirde iftiralar olduğunu gördük. Bir örnek de vereyim izmir’den geçmişte torbalıda yine torbalıdaki yerel gazeteler tarafından duyuruldu. Bir çocuğa on bir tane suriyeli tecavüz etti, iki yaşında bir kız çocuğuna ve işte bir kısmı tutuklandı bir kısmı da aranıyor şeklinde haber yapıldı. Sonrasında kaymakamlık işin doğrusunu açıkladı ölen çocuk suriyeli ve su kovasında boğulup ölmüş. Böyle haberler akla mantığa sığmayan haberler ki bunlarda hiç öyle az değil. Bu söylemler tüm toplumsal yapıları kışkırtan söylemler. Galeyana getiren söylemler ne yazık ki izmirde de basında da bu olayı görmekteyiz. Geçtiğimiz haftalarda bir cinayet işlendi.

İş yerinde çalışan bir türk vatandaşı iki suriyeliyi bıçakladı. Birisi hayatını kaybetti ve yine yaralanan kişi onunla hiçbir sorun yaşamadıklarını suriyelililer benimle nasıl aynı maaşı alabilir diye serzenişte bulunduğunu söyledi. Bu söylemler görüldüğü gibi insanları çığrından çıkarabilmekte. Bu tür yaklaşımlara siyasi partilere özellikle ya da halk temelli yaklaştığını söyleyen partileri buna karşı mücadele etmeye davet ediyorum. Sessizlik suskunluk da bu tür şeye ortak olmaktır artık. Bizim buna kararlı bir karşı çıkışımızın olması gerekiyor. 

Teşekkür ederim değerli bilgileriniz için…

Önerilen haber: CHP’li Kılıç, Tarım Bakanına sordu; ‘Kanserojen yumurtalar ne oldu?’

En az 10 karakter gerekli
Tüm Yorumlar (2)


HIZLI YORUM YAP