Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ömer Faruk ELBEK
Ömer Faruk ELBEK

Bir adalet sorusu: Bize neden yok?

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

demeğe de dilim varmıyor ama 

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! Nazım Hikmet RAN

Türkiye’de bugün herkes aynı sorunun farklı büyüklüklerde ağırlığını taşıyor. Meslekler, statüler ve roller artık yalnızca kartvizitlerde farklı, hayatların içi giderek birbirine benziyor. Memur da aynı kaygıyla uyanıyor, işçi de. Öğretmen geçim derdinin içinde nefes arıyor, öğrenci yarınını düşünmekten yorgun düşüyor. Çiftçi tarlasını, özel sektör çalışanı iş güvencesini, polis, kamu emekçisi ödenmeyi bekleyen faturaları düşünüyor. Emekli ise bütün ömrünün bedeli olarak henüz ayın başında market arabasını doldurup dolduramayacağını hesaplıyor.

Manzarayı umumiye şudur; farklı hayatlar, aynı çizgide buluşan derin bir yorgunluğa dönüşmüş, farklı statüde insanlar ortak bir çaresizlikte eşitlenmiş durumda. Siyasi bir metastaz hali adeta nefesleri kesmiş ve hükmetme iradesi, adalet duygusunu hiçe sayan keyfi tercihlerle toplumu görünmez bir fay hattı gibi bölmüş görünüyor.

Tam da böyle bir zamanda, valilere, büyükelçilere, genel müdürler ve daire başkanlarına, YÖK, Diyanet, SGK, AFAD, TÜİK, TRT, ÖSYM gibi kurumların başkan ve üst yöneticilerine, merkez teşkilatındaki başmüfettiş, müfettiş, denetçi ve uzmanlara kısacası merkezde görev yapan yaklaşık 35-40 bin kişilik dar bir gruba 30 bin TL seyyanen zam yapılacağı duyuruldu. Hiç şüphesiz bu sadık bürokratik sınıfı ödüllendirme ve sınıfsal ayrımcılık üstüne kurulmuş geniş toplum kesimlerine verilmiş açık bir siyasal mesajdı.

En düşük memur maaşı 33–35 bin TL bandında seyrederken, milyonlarca emekli 16–17 bin TL civarında bir gelirle hayata tutunmaya çalışırken, bu dar gruba 30 bin TL’lik seyyanen zam ayrılması toplumsal adaleti ikincil kılan ve yaralayan bir ayrıcalık olarak algılandı. Taammüden planlanmış bu ayrıcalık, birbirine benzemiş hayatlar arasında açılan yeni bir psikolojik yarılma olacaktı. Bu yarılma gölgesinde üst düzey bir kesime seyyanen zam yapılması, doğal olarak artık ekonomik bir tercih olarak değil, toplumsal kırılmayı derinleştiren siyasal bir meydan okuma olarak görülecekti. Öğretmen ay sonunu getirmeye çalışırken, mühendis aldığı eğitimin karşılığını ararken, işçi kiraya yetişmeye uğraşırken, emekli torununa harçlık vermek için bin kez hesap yaparken hem de… 

Günümüz Türkiyesi’nin hali pürmelali olarak, bir yanda, emekli büyükbaba torununa markette en ucuz bisküviti zar zor alırken, öte yanda, bir başka mekânda bir çocuğun en pahalı pastayı yarım bırakıp kalktığı bir manzara, toplumsal vicdana adeta hançer saplamaktadır, bir yanda randevu alamayan bir hasta acilde saatlerce sedye beklerken, öte yanda, özel bir klinikte detoks ve wellness programları için binlerce lira harcanmaktadır, bir yanda, tek göz odada doğalgazı açmaya korkan bir aile ay sonunu yorgan altında titreyerek geçirirken, öte yanda, diğer bir aile lüks bir konutta yalnızca manzarasını beğenmediği salonu için dekorasyon masraflarına yüz binlerce lira daha eklemektedir. Bu acı gerçekliğin gölgesinde üst düzey bir kesime seyyanen zam yapılması, artık ekonomik bir tercih olarak değil, toplumsal kırılmayı derinleştiren siyasal bir meydan okuma olarak görülecekti ve görüldü de.

Kamuoyunun öfkesi, sendikaların itirazları ve muhalefetin baskısı özellikle CHP’nin taşradakiler de yararlansın talebi meyvesini verdi. Tartışmalara yol açan 30 bin TL’lik seyyanen zam teklifi, eşitlik ilkesine aykırı bulunduğu gerekçesiyle sessiz sedasız geri çekildi. 

Bu, bir zafer mi? Hiç şüphesiz bir zafer değil.

Çünkü iptal, adaletsizliğin kökünü kazımıyor; sadece bir skandalı erteletiyor. Hâlâ taşrada unutulan yöneticiler, hâlâ kapsam dışı bırakılan emekçiler, hâlâ gelir kaybı %30’ları aşan memurlar var. İptal, sorunun semptomunu gidermekle yetinirken, sistemin derin yaralarını iyileştirmiyor.

Artık tüm muhalif kesimlerce şu anlaşılmalıdır, sokaklarda yıllardır tekrarlanan sloganlar, değişen hayatların ağırlığını taşımaya yetmiyor. Bir zamanların güçlü sözleri giderek afyon görevi gören bir ritüele dönüşmüş durumda. İhtiyaç duyulan şey yeni bir slogan değil, yaşanan gerçekliği tanıyan, sahiciliğini yitirmemiş, toplumu bir bütün olarak gören bir siyasal akıldır. Bu akıl yalnızca dili dönüştürmekle kalmaz, kurumlarıyla, kararlarıyla ve adaleti önceleyen pratikleriyle yeni bir güven alanı kurar. Aynı sıkıntıları paylaşan geniş kitleleri birbirine yaklaştıracak olan da, işte bu söz ile eylem arasındaki tutarlı birliktir. 

Bu yeni siyasal aklın merkezinde, kamu hizmetini ortaklaştıran, memur işçi ayrımını kaldıran, emeğin karşılığını gerçekten eşit kılacak yeni bir bürokratik düzen vaadi bulunmalıdır. Bu vaat, Sosyalist Enternasyonal’in temel ilkeleriyle de tam bir örtüşme içindedir.

Sosyalist Enternasyonal’in 1989 Stockholm Bildirgesi’nde ve güncel İlkeler Bildirgesi’nde açıkça belirtildiği üzere, sosyal demokrasi, bürokrasiyi halka yabancılaşmış, hiyerarşik ve ayrıcalıklı bir sınıf olmaktan çıkarıp, şeffaf, hesap verebilir ve eşitlikçi bir hizmet aracına dönüştürmeyi şart koşar. Eşitlik, sadece gelir dağılımında değil, kamu yönetiminin her kademesinde geçerli olmalıdır. Merkezde oturan birkaç on bin kişi ile taşrada aynı unvanla çalışanlar arasında uçurumlar yaratılması, sosyal demokrasinin reddettiği bir ayrıcalık düzenidir. Sosyalist Enternasyonal, tam da bu nedenle büyük ölçekli bürokratik yapılara karşı demokratik denetim ve yerinden yönetim mekanizmalarını savunur. Devlet, birilerinin lüks içinde yaşarken diğerlerinin geçim derdine düşmesine göz yuman bir aygıt değil, emeğin her biçimini aynı çatı altında koruyan bir refah aracı haline getirilmelidir.

Tüm çıplaklığıyla ortada duran bu adaletsiz düzende, Türkiye’nin ana muhalefet partisi ve Sosyalist Enternasyonal’in uzun zamandır tam üyesi olan CHP, tarihi sorumluluğu omuzlarından atamaz. CHP, Sosyalist Enternasyonal’in küresel ilkelerini Türkiye’nin somut gerçeğine tercüme etmekle yükümlüdür. Bürokratik ayrıcalıkları ortadan kaldıran, merkez taşra farkını sıfırlayan, memur işçi ayrımını tarihe gömen, herkesin emeğinin gerçek karşılığını aldığı adil bir kamu düzeni kurulma zorunluluğu tekrar tekrar ve ısrarla vurgulanmalıdır. 

Başta CHP olmak üzere bütün muhalefet partileri, sendikalar ve meslek örgütleri, bu eşitlik mücadelesini derhal gündemlerinin en başına taşımalı, ortak bir Kamu Adaleti ve Eşit Ücret Programı’nı ilan etmelidir. Çünkü Sosyalist Enternasyonal’in de altını çizdiği gibi, sosyal demokrasi, bürokratik oligarşiyi ortadan kaldırmadan, ayrıcalıkları yıkmadan ve emeği eşit kılmadan başarıya ulaşamaz.

Ömer Faruk ELBEK

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

17 − seventeen =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ