Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ömer Faruk ELBEK
Ömer Faruk ELBEK

Adını doğru koyun: İş kazası değil, iş cinayeti

Türkiye’de çalışma hayatı uzun zamandır, emeğin değil riskin ağır bastığı bir denge üzerine kurulu. Bir işçi güne başlarken, yanında sadece çantasını değil, korunmayan emeğinin, değeri hatırlanmayan çalışmanın ve neredeyse her sabah karşısına çıkan ölüm haberlerinin gölgesini de taşır. Bu tablo, Türkiye’nin çalışma kültüründe yaşananların artık sadece ücret ve istihdam meselesi olmadığını yıllardır süren köklü bir toplumsal ve ahlaki sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporları bu tabloyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. 2024 yılında en az 1.897 işçi çalışırken hayatını kaybetti ve bu sayı, her çalışma gününe en az beş ölüm düşmesi anlamına geliyor. Ölenlerin yalnızca çok küçük bir kısmı sendikalı. Göçmen işçilerin, kadınların ve çocukların kayıpları ise özellikle dikkat çekici düzeyde. Sadece rakamlar değil, bu rakamların temsil ettiği hayatlar da gösteriyor ki karşımızda bireysel hatalar ya da “talihsizlikler” değil, yapısal bir çürüme ve sistematik bir ihmal zinciri var

Sıklıkla kullanılan “iş kazası” ifadesi, tam da bu nedenle gerçeği karşılamıyor. Çünkü kaza, öngörülemeyen ve engellenemeyen bir olayı ifade eder. Oysa Türkiye’deki işçi ölümleri, İSİG Meclisi’nin de belirttiği gibi, neredeyse tamamen önlenebilir niteliktedir. Benzer koşullarda ve aynı tür ihmaller altında meydana gelen bu ölümler rastlantısal değil, yapısal bir ihmal zincirinin süreklilik gösteren sonuçlarıdır. Bu nedenle İSİG Meclisi’nin yıllardır ısrarla kullandığı “iş cinayeti” kavramı, hukuki ve toplumsal karşılığı en net ifade eden tanımdır.

Soma faciası, bu durumun en acı örneklerinden biri olarak hafızalarda yerini koruyor. 301 madencinin ölümü, bir teknik arızanın değil, yıllarca ertelenen sorumlulukların ve biriken ihmallerin sonucunda aynı anda çöken bir düzenin sonucuydu. Yaşlı bir annenin kamera karşısında “Oğlum yüzme bilmez ki, içeriyi suyla doldurdular” sözleri, ölümlerin çoktan gerçekleştiğinden habersiz birinin acısıyla söylenmişti ama yıllarca biriken ihmallerin nasıl bir çaresizlik yarattığını gösteren en yalın en acı ifadeydi Çünkü sorun yalnızca fiziki koşulların kötülüğü değil, insan hayatını maliyet kalemi olarak gören çarpık bir ekonomik düzenin ısrarla işletilmesiydi.

Büyük ölümlerden sonra kamuoyu hızla aynı soruya yöneliyor: “İş Güvenliği Uzmanı nerede?”

Bu refleks, sorumluluğu görünmez kılan bir kolaycılığın kapısını açıyor, kader, fıtrat gibi sözler de yıllardır aynı işlevi sürdürüyor. İhmali doğallaştırmak! Oysa gerçekte hiçbir işçinin ölümü yazgıyla açıklanamaz, her biri alınmayan önlemlerin, ertelenen sorumlulukların ve görmezden gelinen risklerin sonucudur.

Bu noktada, 2012 tarihli 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun artık köklü bir yenilenmeye ihtiyaç duyduğu açıkça görülüyor. Mevcut düzenlemeler niyet olarak doğru olsa da, pratikte hem caydırıcılık üretmekte yetersiz kalıyor hem de çok tehlikeli iş kollarında çalışanların hayatını korumakta etkisiz bir çerçeve sunuyor. Özellikle işverenlere yönelik idari ve mali yaptırımlar, işverenin çalışma kültürünü dönüştürecek güçlü bir etki yaratmalıdır. Can yakmayan ceza, asla caydırıcı olamaz ve bu nedenle yaptırımlar, mevcut düzenlemeleri değiştirecek, ciddi sonuçlar doğuracak nitelikte olmalıdır.

Cumhuriyet Halk Partisi, öteden beri emek, çalışma hakkı ve sendikal özgürlük konularını siyasal çizgisinin temel unsurlarından biri olarak görmektedir. 2025 parti programında yer alan onurlu iş, insanca yaşamı güvence altına alan ücret, sendikal hakların korunması ve özgür sendikacılığın demokrasi için zorunlu olduğu yönündeki ifadeler de bu tarihsel duyarlılığın devamıdır. Ancak böylesi güçlü ilkelerin sahada karşılık bulabilmesi, iş cinayetlerini durdurma konusunda kararlı, istikrarlı ve sonuç üreten bir siyasi iradenin ortaya konmasıyla mümkün olabilir. Zira programlarda yer alan doğru tespitler, uygulamada karşılığını bulmadıkça yalnızca iyi niyet beyanı olarak kalır. Türkiye’de yıllardır süren iş cinayetleri tablosu, artık ilkeler  düzeyindeki ifadelerden çok, işvereni somut sorumluluklarla karşı karşıya bırakan ve denetim mekanizmalarını güçlendiren adımların atılmasını zorunlu kılmaktadır. 

Bununla birlikte iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerinin bağımsız hareket etmesini engelleyen yapısal sorunlar da hızla giderilmelidir. Denetlediği kişi tarafından ücretlendirilen uzmanın bağımsızlığı her zaman tartışmalı olacaktır. İSG profesyonelleri, baskı hissetmeden, çekinmeden ve gerektiğinde iş durdurma yetkisini kullanabilecek bir statüyle güçlendirilmelidir. Aksi takdirde, denetim adı altında sürdürülen birçok süreç yalnızca formalite olmaya devam edecektir.

Bir ülkede işçiler çalışırken ölüyorsa bu çalışmanın değil, önlemi aldırmayan ve önlemi almayanın tercihlerinin sonucudur. Ölümü açıklayan şey fıtrat değil, ihmalin sistematikleşmesidir. Bu gerçeği kabul etmek, eleştiriyi soyut kader tartışmalarından çıkarıp somut sorumlulara yöneltmenin zorunlu başlangıcıdır.

Türkiye’nin ihtiyacı, iş cinayetlerini olağanlaştıran bu kültürü ortadan kaldırmaktır. Bu yalnızca teknik önlemlerle değil, toplumsal bilinç, siyasal kararlılık ve ekonomik önceliklerin yeniden tanımlanmasıyla mümkündür. Bir ülke, işçinin hayatını maliyet hesaplarından çıkarıp korunması gereken temel bir değer olarak gördüğü gün, iş cinayetleri istisna haline gelir. Etkin bir iş sağlığı ve güvenliği sistemi kurulumu, işçi ölümlerini yapısal bir sorun olmaktan çıkaracak, yalnızca olağan dışı durumlarda ortaya çıkan ve hızla soruşturulan istisnai olaylara dönüştürecektir.

Ö. Faruk Elbek/ Y. Maden Mühendisi / İş Güvenliği Uzmanı

Ömer Faruk ELBEK

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seventeen + 6 =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ