DOLAR 32,9949 -0.11%
EURO 35,8195 -0.26%
ALTIN 2.528,010,83
BITCOIN 22376822,75%
İzmir
33°

AÇIK

Can Baydarol

Can Baydarol

27 Temmuz 2024 Cumartesi

ABD SEÇİMLERİ YAKLAŞIRKEN

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Her türlü komplo teorisine açık Donald Trump suikast girişiminin ardından, bütün dünya kamuoyu Trump’ın Kasım 2004 seçimlerini açık ara alacağına ikna olmuştu. Hemen ardından verdiği görüntüyle hiç de itimat telkin etmeyen Joe Biden seçimlerden Kamala Harris lehine çekildi.

Peki bu çekilme ABD seçimlerini etkiler mi? Harris Trump’ın ifadesi ile “Biden’dan daha kolay lokma mı?”

Harris’in adaylığının daha ilk gününde (bir rekor niteliğinde), seçim kampanyası için 81 milyon dolar bağış toplaması, Harris’in arkasında tahmin edilenin ötesinde bir destek olduğu algısını yarattı. İfade edilenlere göre özellikle mevcut düzenin bozulmamasında yararı olan şirketler, ABD yerleşik düzeninin yönlendirmeleri bu meblağın ortaya çıkmasındaki temel etmenlerdi.

Ayrıca Harris’in bir kadın olarak siyahi ten renginin yanı sıra Asya kimliğini de bünyesinde taşıması, eşinin Yahudi kökenli olması ve özellikle ABD’deki Hint kökenlilerin Harris’e koşulsuz destekleri de şimdilik kayda geçenler arasında yer aldı.

Daha derin bir analiz yoluna gidip, Trump gelirse ne olur? Harris gelirse ne olur sorularına cevap aramak gerekirse:

Trump’ın ABD ve dünya politikalarında ABD’nin yeri konusuna bakış açısı, daha önceki başkanlık sürecindeki uygulamalarına da bağlı olarak oldukça net. Trump için öncelik ABD’nin. ABD’nin refahı için dış dünyaya yaptığı harcamaların kısılması gerekiyor. Özellikle NATO bünyesindeki diğer NATO ülkeleri, daha net ifadesi ile kıta Avrupası ülkeleri, eğer ABD’nin koruma şemsiyesinin devam etmesini istiyorlarsa ellerini daha fazla ceplerine atmaları gerekiyor. Bu bağlamda Trump için esas tehdit Rusya değil, Rusya ile ilişkiler rayına oturtulmalı, diğer ifadesi ile Rusya-Ukrayna savaşı bir an önce sona erdirilmeli, esas tehdit unsuru olan Çin’e yönelmeli. Bu bağlamda Trump sadece ABD’nin yerleşik düzeni ile sınırlı kalmayıp, ABD’nin Biden döneminde yarattığı dünya yerleşik düzeni için de tehdit. Bu durumda Trump’ı destekleyen dış güçlerin başında Putin Rusyası’nın yer alması da şaşırtıcı değil. Dolayısı ile Trump’ın seçilmesini engellemek için sadece ABD yerleşik düzeninin değil, Rusya dışındaki mevcut dünya yerleşik düzeninin de sonuna kadar mücadele edeceği de açık.

Mevcut koşullarda Trump’ın dediği gibi “kolay lokma” olmayacağı anlaşılan Harris gelirse ne olacak? İlk bakışta mevcut savaş senaryolarında pek bir şeyin değişmeyeceğini öne sürmek olası. Rusya iyice zayıflayana ya da Putin iktidardan uzaklaşana kadar Zelensky’e tam desteğe devam etmek, NATO’nun en güçlü şekliyle ayakta kalmasını sağlamak herhalde ilk sıraya yazılacak. Önceki Biden ABD’si için de Çin önemli bir sorun olarak ortaya çıkmış, NATO belgelerine “Çin bir tehdit unsuru” olarak kaydedilmişti. Ancak anlaşıldığı kadarı ile Çin ile sıcak bir çatışmaya girmektense, Çin’i Hindistan ile dengelemek bundan sonraki ABD stratejisinin önceliği olacak. Hintlilerin Harris’i destekleme kampında yer alması bu anlamda şaşırtıcı değil. Öte yandan Çin’in kuşak yoluna karşı Hindistan üzerinden Batı’ya uzanan yeni bir yol açmak, İsrail-Filistin savaşı nedeni ile şimdilik engellenmiş olsa da, İsrail ile Filistin arasında bir uzlaşmanın bulunması ABD’nin başına kim gelirse gelsin herhalde Amerikan çıkarları için ön plana çıkacak.

Yine ABD’nin başına kim gelirse gelsin, mevcut koşullarda ABD’nin içine kapanması, dış dünya ile ilgisini kesmesi pek olası değil. Kuvvetli ABD dolarının varlığını sürdürebilmesi için ABD’nin dünyanın en güçlü ordusuna sahip olmaya devam etmesi yeni bir gerçek de değil.

Peki Türkiye için hangi başkan adayının seçilmesi daha hayırlı olur? Anlaşıldığı kadarı ile bir önceki Biden – Trump seçiminde Ankara’nın arzusu Trump’tan yanaydı. Şu sıralarda Trump tercihi konusunda bir değişiklik olduğunu gösteren herhangi bir emare de yok. Ancak kim seçilirse seçilsin Türkiye süreci kendi çıkarlarına uygun olarak denge içinde sürdürmek zorunda. Çok sevdiğimiz Trump’ın rahip Bronson sürecinde Türkiye’yi nasıl tehdit ettiği henüz eskimemiş anılarımız içinde yer alıyor. Biden döneminde de ABD ile ilişkilerimizin hiç de dostane seyretmediğinin, Harris’in seçilmesi halinde de pek bir şeyin değişmeyeceğinin altını da çizmek gerekiyor.

Kasım ayı yaklaşırken daha detaylı analizlere yer vermeye çalışacağız.

Devamını Oku

AŞIRI SAĞA KARŞI SOL AŞI BULUNDU MU?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Önce İngiltere’de İşçi Partisi Avam Kamarası’nda 650 sandalyenin 410’unu kazanarak 14 yıllık Muhafazakar Parti iktidarına son verdi. Hoş İşçi Partisi’nin ne kadar sol bir parti olduğu, kazananın İşçi Partisi mi? yoksa kaybedenin sandalyesi 131’e düşen Muhafazakar Parti mi olduğu hala tartışılıyor.

Fransa ise bir kabustan uyandı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından ortaya çıkan ağır hezimet koşullarında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un aldığı, kendisi istifa etmeksizin  Parlamentoyu fesih kararının ardından yapılan ilk tur seçimlerinde, Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi oylarını yüzde 33’e taşıyınca büyük endişe ortaya çıkmıştı. İkinci Dünya savaşından bu yana ilk kez aşırı sağcı bir parti Fransa’da iktidarı ele mi geçirecek sorusu, hem Fransa’nın hem de AB’nin geleceği açısından önemli sorgulamalara yol açıyordu.

Marine Le pen’in 577 sandalyeli Fransız Parlamentosu’nda 289 sandalyeyi ele geçirmesi büyük bir olasılık olarak gözüküyor, umutlar dar bölgeli seçimin ikinci turunda yapılacak seçim ittifaklarına bağlanıyordu. İkinci tura katılmaya hak kazanmış 215 milletvekili adayının yarıştan çekilmesi, bir tür “faşizme karşı omuz omuza!” dayanışması sonucunda, korkulan olmadı. İlk turda sandığa giden yaklaşık yüzde 61 seçmenin yine yaklaşık yüzde 66’ya tırmanması da herhalde ortaya çıkan yeni sandalye dağılımının gerekçelerinden bir tanesiydi.

İkinci tur seçimlerinin ardından sandalye dağılımına baktığımızda Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi 143 sandalye ile ancak üçüncü parti olurken, Jean Luc Melenchon’un önderliğindeki sol ittifak, diğer adıyla Yeni Halk Cephesi 182 sandalye ile ilk sıraya yerleşirken, Macron’un Cumhuriyet için Hep Birlikt ittifakı 168 sandalye ile ikinci sıraya yerleşti.

Doğal olarak bu sonuçların adından Fransa’yı yeni bir yönetim krizi bekleyecek. Başbakan kim olacak? Fransa dış politikası Melenchon’un ifade ettiği doğrultuda İsrail karşıtlığına, Filistin’I devlet olarak tanımaya kadar gdecek mi? Şu an için belirsizliğini koruyan sorular. Ancak hiç kuşkusuz yeni bir “cohabitation” süreci diğer ifadesi ile farklı görüşlerin bir arada yer alacağı bir yönetim tarzı kaçınılmaz.

Hani Fransız solu bu kez birleşerek bir seçim zaferi elde etmiş gibi gözükse de, ister istemez “son Cumhurbaşkanlığı seçiminde aklınız neredeydi?” sorusunu da ister istemez sormak durumuna geliyoruz. Melenchon ilk tur seçimlerinde az farkla Macron’un ardından üçüncü aday olarak kalınca, Le Pen’in Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için hemen hemen bütün sol oylar mecburen Macron’a gitmiş, günümüze kadar uzanan Fransız siyasi tarihinin de temelleri atılmıştı.

Evet, iki önemli Avrupa ülkesinde sağa karşı solun yükselişine tanıklık ettik. Peki bu görünüm aşırı sağ tehlikesinin ortadan kalktığı anlamına geliyor mu?Kesinlikle hayır. Sol kendisine yüklenen bu yeni misyonu layıkıyla yerine getiremez ise,  aşırı sağ tehdit daha da yerleşerek kapıyı çalmak için fırsat bekleyecektir.

Tabi bu arada Reisi’nin helikopter kazası ile ölümünün ardından yapılan İran seçimlerinde de reformist bir aday olarak Cumhurbaşkanlığı’nı kazanan Pezeşkiyan’ın durumuna da dikkat çekmek gerekiyor. Pezeşkiyan Molla rejimi içinde ne kadar başarılı olabilir, bilinmez ama bizi ilgilendiren yakın coğrafyamızda yeni dip dalgaların oluştuğu da muhakkak.

Bu arada son yazımızda Mehmet Şimşek’in izlediği ekonomi politikasının irrasyonalist olduğuna değinmiş, IMF’nin bile bu kadar gaddar davranmadığına işaret etmeye çalışmıştık. Sosyal boyut gözardı edilerek izlenen gaddar para politikaları doğurduğu sonuçlar itibarı ile ülkeleri aşırı uçta siyasi tercihlere yönelmeye yol açıyor, bu da IMF’yi müzakere edebileceği siyasi muhatap bulmakta zora sokuyordu.

AKP bu çerçevede IMF’nin müzakere edemediği bir siyasi parti mi? Şimşek IMF’nin sözünün dışında mı yoksa IMF’nin müzakere edebileceği yeni bir muhatabı bulması doğrultusunda mı hareket ediyor? Bir sürü komplo teorisi sorusu kaçınılmaz olarak Temmuz ayı zamları öncesinde kafalarda şekilleniyor.

Bu arada yine son yazıma istinaden adları bende saklı iki emekli üst düzey bürokratın itirazlarını da sizlerle paylaşayım.

Mevcut sistemde bakanların üst düzey bürokrattan öteye geçmediğini ifade etmiştim. Kendisi eski üst düzey bürokrat olan arkadaşım alınmış, “orta düzey” desek yeterli olur diye itirazını bana yöneltti.

Bir diğer üst düzey bürokrat olan sevgili dostum da, mevcut sistemde reform yapılabilmesi için Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendi yetkilerine sınırlama getirmesi gerektiği, ancak bunun imkansız olduğu için reform yapma rüyamdan uyanmam gerektiğinin altını çizdi.

Ne diyebilirim ki?

Batı’da ve Doğu’da başlayan dip dalgalarhayırlara vesile mi? Bizde son yerel seçimlerde başlayan dip dalgayla birleştirince farklı bir dünyaya yelken açılabilir mi?

Umut etmeye devam edeceğiz. Yaşamdaki en acımasız kötülük umutları yok etmektir. Bu kötülüğe karşı durmaya devam…

 

Devamını Oku

Avrupa’da Aşırı Sağ Yükselirken

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tekrar merhaba. Bazı kişisel nedenlerle ara vermek zorunda kaldığım yazılarıma, kişisel muhalif karakterime bağlı olarak yeniden bu satırlarda devam edeceğim.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde şaşırtıcı bir sonuç çıkmadı. Bir iki istisna hariç, aşırı sağ daha da güçlendi, Yeşiller hezimete uğradı, Merkez sağ Avrupa Parlamentosu içindeki belirleyici rolünü oynamaya devam etti, vs.

Hemen herkesin üzerinde mutabık olduğu husus pandemiden bu yana bir türlü toparlanamayan AB ekonomisi, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte daha da ağır koşullarla karşı karşıya geldi. ABD’nin Ukrayna’yı desteklemek üzere AB ülkelerini devreye girmeye zorlaması, 2023 yılında Almanya’nın yaklaşık 100 milyar Euro savaş sanayine yatırım yapmasına yol açtı. Bu sene de benzeri bir bütçenin ayrıldığı anlaşılıyor. Doğal olarak Almanya’dan geri kalmayan Fransa’da benzeri harcamaları yaptı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından silaha yatırım yapmak yerine kalkınmaya yatırım yapmak fikri üzerine inşa edilen Avrupa bütünleşmesi hareketi, uzun yıllar AB denilince genel algı olarak “refah toplumunu” çağrıştırdı. Ancak bir önceki paragrafta belirtmeye çalıştığımız savaş sanayii harcamaları ile birlikte, başat AB ülkeleri giderek refah toplumundan güvenlik toplumuna kayıyor imajı veriyor. Özellikle çok yakın tarihe kadar AB bütçesinden aldıkları büyük payla en büyük AB destekçisi olan AB çiftçilerinin yaptıkları eylemler, bu kesimin de giderek aşırı sağa meyillendiğini gösteriyor.

Yine doğal olarak başta savaşlar olmak üzere, iklim değişikliğine bağlı gıdaya erişim, olumsuz sağlık koşullarının, vs. yol açtığı yoğun göç, yabancılara karşı yeni bir ırkçı dalganın da oluşmasının nedeni oldu.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu görünüm altında aşırı sağın güç kazanması zaten kaçınılmaz gibiydi. Bu çerçevede soğukkanlılığını koruyamayan tek lider şimdilik Fransa Devlet Başkanı Macron olarak gözüküyor. Parlamentoyu feshederek (kendisi istifa etmemek kaydıyla) erken seçime ülkesini sürükleyen Macron’un partisi, biz bu satırları yazarken ilan edilen seçim sonrası anket sonuçlarına göre üçüncü parti haline dönüştü. Buna göre aşırı sağ partiler toplamı %34, Yeni Sol cephe %28,10, Macron’un merkez sağ partisi ise %20,30’da kalırken, Fransız yakın tarihinin en yüksek seçmen katılımı olan %61’e erişildi.

Ancak bu görünüm önümüzdeki hafta yapılacak ikinci turdaki dar bölgeli seçim ittifakları ile değişebilir ve Fransız Parlamentosu’ndaki sandalye dağılımı farklılıklar ortaya koyabilir. Her ne olursa olsun Fransa’da aşırı sağın önlenemez yükselişi bir gerçek olarak karşımızda.

Bu görünüm altında BREXIT sonrası FREXIT tartışması başlar mı? Pek ihtimal vermemekle birlikte dile getirenler ve endişe duyanların sayısı az değil. Uzak ihtimal olsa da FREXIT gerçekleşirse AB ortada kalır mı? Fransa’nın dengelediği Almanya’nın tek başına kalması durumu diğer ülkeleri nasıl etkiler? Bir dizi deli soru işareti.

Diğer yandan AB’deki bütün aşırı sağ partilerin söylemlerinde ABD ve doğal olarak ABD’nin yönlendirdiği NATO karşıtlığı da var. Ukrayna’ya bunca destek verilmesinin yarattığı maddi güçlükler her fırsatta dile getiriliyor. Yeni paradigma çerçevesinde NATO’yu güçlendireceğiz derken, NATO’dan kopuşlar olur mu?

Yine özellikle içinde yaşadığımız dünya koşullarında imkansız gözükse de Kasım ayını beklemek ve ABD seçimlerini görmek lazım. Sevgili dostum Leyla Emeç Tavşanoğlu’nun deyimi ile “geriatrikler kulübü”nün temsilcisi Biden ya da kendisi de bu kulübe aday ama 34 ayrı suçtan hükümlü Trump’ın seçimleri kazanması ABD-AB ilişkilerini ve NATO’yu nasıl etkileyecek?

Hep beraber göreceğiz…

Bütün bu gidişatın Türkiye’ye etkileri sonraki yazıların konusunu oluşturacak.

Tekrar görüşmek üzere….

Devamını Oku

1 MAYIS

0

BEĞENDİM

ABONE OL

1 Mayıs 1977 ben yaşlarda olanların hazin hatıraları arasında yer almaya devam ediyor. Taksim Meydanında toplanan emekçilerin üzerine açılan ateşle çok sayıda hayatını kaybeden ve yaralanan emekçiler içimizi sızlatmaya devam ediyor.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yasaklı hale getirilen kutlamalar, emekçilere yasaklanan Taksim Meydanı, AKP’nin ilk yıllarında esen özgürlükçü anlayış doğrultusunda “Bahar Bayramı”, “İşçi Bayramı” haline dönüştürülürken, gösterilere de açık hale geliyordu. Ancak özellikle “Gezi olaylarının” yarattığı psikolojik algı, zaten özgürlükçü anlayışı bırakıp giderek baskıcı hale gelen AKP’yi, anlaşıldığı kadarıyla kendisine karşı yeni bir kalkışma olasılığını ortadan kaldırmak için Taksim Meydanını tekrar yasaklı hale getirmeye itiyordu.

Önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ardından Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, Taksim Meydanı’nda yapılacak 1 Mayıs kutlamalarını bir işçi hakkı olarak tanımasına rağmen, anlaşıldığı kadar bu yılda Meydan polis ablukası altında kullanıma kapalı olacak.

Peki bu görüntü Türkiye’ye nin çıkarına mı?

Yürütme adına alınan bu karar öncelikle yürütme organının hukukun üstünlüğünü tanımadığı anlamına geliyor. Türkiye’ye bir türlü ihtiyaç duyduğu yabancı sermayeyi getirtememenin esas nedeni hukukun üstünlüğünü ayaklar altına almak değil mi? İktidar sahibi bazı yorumcular istedikleri kadar yerli ve milli hukuk tanımı arasınlar, modası geçmiş bu “düalist” yaklaşım, konu küresel sorunlarla ilgili hale geldiğinde “monist” teoriyi öne çıkartıyor. Hele yasalar hiyerarşisinde uluslararası anlaşmaları ülke yasalarının önüne çıkartan ve dolayısı ile AİHM kararlarını da Türk yargısının üstüne taşıyan Anayasamızın 90ıncı maddesi ortadayken.

Zaten “Anayasayı kafaya takmıyoruz”, bu Anayasayı tez zamanda değiştirmek için harekete de geçiyoruz!” mantığı, ne yazık ki belki de gerçek anlamda ihtiyaç duyulan bir Anayasa değişikliğine kuşkuyla bakmamızın gerekçesini de oluşturmuyor mu?

Neyse, bekleyip, izleyip göreceğiz.

Diğer yandan tam Özgür Özel – Tayyip Erdoğan görüşmesinin yapılacağı sinyali, seçimler süresince (milletvekili, Cumhurbaşkanlığı, yerel seçimler) fazlasıyla gerginleşen Türkiye gündeminde artık yumuşamanın ve diyaloğun önünün açıldığı algısına yol açmışken, emekçilerle yeni gerginlik kapısının açılması kime hizmet eder? AKP son seçimlerde gerginlik ve ötekileştirme politikasının kendisine ne kadar oy kaybettirdiğinin hesabını doğru yaptı mı sizce?

Gelelim Devlet Bahçeli’nin şifrelerine. Bir hafta boyunca o garip şarkı ve pek de sportif olmasa da sportif imajını veren Bahçeli, görüntüleriyle ve şarkı sözleri ile kime hangi şifreli mesajı verdi? Hani ilk algı AKP ile MHP arasında soğuk rüzgarların estiği olduysa da, hala tereddütlerimiz devam ediyor. Çıkar ittifakının bozulması siyaseten gerçekleri açısından anlaşılır gibi değil. Ancak  her durumda Bahçeli’yi tebrik etmek gerekiyor. Bunca büyük sorunlarla boğuşan Türkiye’de, bu video sayesinde, bütün hafta boyunca gündemde kalmayı ve kendisinden bahsettirmeyi başardı. 

Tabi bu arada Erdoğan’ın ABD ziyaretinin ertelenmesinin arka perdesinde Hamas lideri ile İstanbul’da buluşması, Hamas’ı ısrarla (ne ilgisi varsa) Kuvayi Milliye ile özdeşleştirmesi yatmıyor mu?Her ne kadar ziyaretin ertelenmesinin gerekçesi olarak, Türk ve ABD’li diplomatların gündem konusunda anlaşamadıkları ifade edilmiş olsa da, bu ziyaret hem uzun süredir askıda bulunan hava kuvvetlerimizin taleplerinin önünün açılması, hem de Ortadoğu ihtilaflarının giderilmesi açılarından çok önemliydi. Ziyaret ABD Başkanlık seçiminden sonra mı olur, o döneme kadar yapılmaz ise nasıl bir siyasi ortamla karşı karşıya gelinir? Bilemiyoruz. 

Anayasa değişiklikleri, Özer – Erdoğan görüşmesi, Bahçali şifrelerinin daha net anlaşılacağı, dış politikada hareketli günlerin yaşanacağı heyecanlı bir haftanın eşiğindeyiz.

1 Mayıs bütün emekçilere kutlu olsun!..

Devamını Oku

ŞİMŞEK YENİ DERVİŞ Mİ?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

2000 ekonomik krizinde kurtarıcı olarak merhum Kemal Derviş apar topar Dünya Bankası görevinden ayrılıp Türkiye’ye gelmişti. Derviş reformları Türkiye ekonomisini düzlüğe çıkartırken, o gün için yeni, bugün için yeniden elzem olan “yapısal reformlar” kavramını tartışmaya başlamıştık. Kavramın içi dolmaya başladıkça, Derviş’in sadece bir birey olarak ekonomideki varlığının ötesinde, yeni bir koalisyon ortağı olduğu algısı da giderek yerleşir hale geliyordu.

Hatırlayalım, dönemin DSP, ANAP, MHP koalisyonu başta idam cezasının kaldırılması olmak üzere 4 Ağustos 2002 tarihinde çok önemli hukuk reformlarına imza atarak Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerinin önünü açarken, hemen ardından MHP’nin erken seçim talebi ile koalisyona son vermesi, 2002 Kasım ayının hemen başındaki seçimlerle Türkiye’nin yeni bir siyasi iklimle tanışmasına da neden oluyordu. Diğer ifadesi ile MHP Derviş’i ve altında kendi imzası olsa bile yapısal reformları sevmemişti.

Geçtiğimiz hafta içinde AKP’ye yakınlığı ile bilinen Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi önemli bir yazı yazdı. Yazı mealen üç adamı içerde tutmanın Türkiye’ye maliyetini tartışmaya açar nitelikteydi. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları hiçe sayılarak ceza evlerinde tutuklu olmaya devam ettiği sürece, Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne saygılı devlet algısını yerleştirmesi mümkün değil. Hukukun üstünlüğüne saygılı olmayan bir devletin de yatırımcılar için cazip ülke olma imkanı yok.

Doğal olarak Selvi’nin yazısına sert tepkiler MHP kanadından geldi.

Bu tartışmalar olurken, Demirtaş davasının karar duruşmasının Mayıs ayının sonlarına ertelenmesi, ister istemez “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Mayıs 2024’de yapılması beklenen ABD ziyaretinin sonuçlarına göre bir karar mı çıkacak?” sorusunun sorulmasına da yol açtı.

Maliye ve Hazine Bakanı Şimşek ABD ziyaretinden eli ne kadar dolu döner bilinmez ama, Dünya bankası’ndan gelen ve gelmesi beklenen kredilerin proje kredisi olacağı, IMF’den “izlediğiniz yol doğru, bizle anlaşsaydınız da aynı yolu izlemenizi beklerdik!” övgüsünün dışında bir para bulamadığı aşikar. Gizli bir IMF anlaşması yapıldı mı? Erdoğan’ın bu konudaki hassasiyetleri düşünüldüğünde şimdilik pek olası gözükmüyor.

Peki yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye çekmek için olası yapılacaklar listesini nasıl sıralamak gerekiyor?

Herhalde sıcak parayı hemen çekebilmek için öncelikle Merkez bankası’nın faiz oranlarını enflasyonun üstüne çekmesi gerekiyor. Şu andaki faiz oranları pek de inanırlığı olmayan TÜİK enflasyon oranının bile çok altında.

Aynı şekilde ciddi bir devalüasyona da ihtiyaç var. Söylemekten utanıyorum ama Türk Lirası hala çok değerli ve bu durum ihracat ve beklenen turizm gelirlerini çok kötü etkiliyor. Mevcut görüntünün devam etmesi halinde Türkiye’ye sıcak para girişini beklemek maalesef hayal.

Sıcak paranın dışında olan ve esas beklenen kalıcı yatırımlar için ise, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız yapısal reformların hızla hayata geçirilmesi şart. Özellikle maalesef en fazla itibar erozyonuna uğrayan hakim ve savcı meslek gurubunun hızla özgürlüklerine kavuşturulmaları, siyasi otoritenin iradesine göre değil, hukukun öngördüğü şekilde karar verir hale getirilmesi gerekiyor. Yargıtay başkanının hala seçilememiş olması, hukuk işlerinde siyasetin ne kadar rol oynadığı gerçeğini artık bizlere sorgulatmamalı.

Yerel seçimler sırasında tarafgir tutumu nedeni ile prestij kaybına uğrayan, ancak emeklilere seçim rüşveti verilmesini engelleyerek Cumhur cephesinde seçim hezimetine yol açtığı iddia edilen Şimşek, yukarıdan engellenmeden bu adımları atma cesaretini gösterirse, zamanında DSP, ANAP, MHP koalisyonunun bozulmasına neden olan Derviş’in oynadığı rolün benzerine yol açar mı? Göreceğiz.

Bu arada Özgür Özel’in Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde yaptığı konuşmada AB tam üyeliği vurgusunu yapması, yılların ardından CHP’nin AB’yi hatırlaması adına umut verici oldu.

17, 18 Nisan 2024 günleri gerçekleştirilen AB Zirvesi sonuç bildirisi Dışişleri Bakanlığımızın tepkilerine rağmen “Türkiye ile olumlu ve istikrarlı bir yakınlaşma” niyetinin altını çizdi. Ancak bu yakınlaşmanın “aşamalı, orantılı ve geriye döndürülebilir” nitelikte olacağı da vurgulandı.

Kanaatimce hukukun üstünlüğünü sağlayabildiğimiz ölçüde ilişkilerimizi yeniden tam üyelik perspektifine oturtmak kolay olmasa da imkansız değil.

Ümit etmeye ve izlemeye devam…

Devamını Oku