Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Müjdat Çalış
Müjdat Çalış

Gücün haritasında adalet

Adalet kavramı, toplumların kendileri hakkında söyledikleri en güzel yalandır. Her toplum adalet istediğini söyler; fakat hiçbir toplum adaletin tam anlamıyla gerçekleşmesini istemez.

Çünkü adalet gerçekleştiğinde gücün biçimi bozulur. İşte tam bu noktada, tarihin en rahatsız edici düşünürlerinden biri olan Thrasymakhos sahneye çıkar ve toplumsal makyajı tek bir cümleyle söker: “Adalet, güçlü olanın işine gelendir.”

Bu cümle çoğumuza fazlasıyla çıplak gelir; çünkü adaletin güce indirgenmesi, moral evrenimizin konforlu dekorlarını parçalar. Fakat bu çıplaklık yeni değildir—yalnızca cesaret isteyen bir açıklıktır.

Platon’un Devlet’inde Sokrates’in bütün felsefi enerjisini Thrasymakhos’un tanımını boşa çıkarmaya harcaması boşuna değildir. Bu bile, Thrasymakhos’un düşüncesinin yarattığı tehdidin büyüklüğünü gösterir.

Çünkü o yalnızca Atina’nın değil, bütün insan toplumlarının temel bir gerçeğini dile getirir: Hak, güçten türeyen bir ayrıcalıktır.

Platon adaleti ruhun uyumu ve devletin erdemi olarak tanımlayarak bu çıplaklığı örtmeye çalışır. Ona göre adalet, güçle değil iyilik ideasıyla ilişkilidir. Ne var ki Platon’un ideal düzeni, gerçekte güç sahiplerine—filozof krallara—meşru bir hâkimiyet verir.

Bu ironi, Thrasymakhos’un gölgesinin Platon’un ideal devletinin altında bile uzandığını gösterir: Adaleti tanımlama yetkisi yine güçlü olanda kalır.

Yüzyıllar sonra Machiavelli, Thrasymakhos’un sezgisini siyasal realitenin merkezine yerleştirir ve bir prensin yönetmek için erdemli değil, etkili olması gerektiğini savunur.

Ona göre adalet, iktidarın sürekliliği için kullanılan bir dildir; gerektiğinde bir araç, gerektiğinde ise rafa kaldırılabilecek bir retoriktir. Prensin görevi adil olmak değil, hükmetmektir. Böylece Machiavelli, Thrasymakhos’un çıplak sezgisini kurumsal bir siyaset teorisi hâline getirir.

Hobbes çizgiyi daha da ileri taşır ve adaleti toplumsal sözleşmenin bir ürünü olarak tanımlar. Doğa durumunda adalet yoktur; herkesin hakkı her şey üzerinedir ve bu durum kaçınılmaz olarak kaos üretir. Hobbes’un çözümü, tüm hakların tek bir egemene devredilmesidir.

Bu egemen—Leviathan—adaletin kaynağı haline gelir. Hobbesçu adalet, Thrasymakhos’un tanımının rafine bir versiyonudur: Güçlü olan (bu kez devlet) adaleti belirler.

Tek fark, bu gücün toplumun rızasından doğmasıdır. Fakat rıza çoğu zaman korkunun çocuğudur; Hobbes’un sisteminde adalet, güce karşı bir sınır değil, gücün resmiyet kazanmış hâlidir.

Marx ise meseleyi sınıfsal bir düzleme taşır. Ona göre adalet, bir sınıfın kendi üretim ilişkilerindeki çıkarlarını evrenselmiş gibi sunma çabasıdır.

Burjuvazinin hukuku evrensel değildir; yalnızca burjuvazinin çıkarını koruyan bir ideolojidir. “Hak” dediğimiz şey, sınıf mücadelesinin dilsel biçimidir. Marx’ın en büyük katkısı, Thrasymakhos’un ahlaki-siyasal sezgisini ekonomik-sınıfsal bir analize dönüştürmesidir.

Bu düşünürlerin hepsinde ortak bir damar vardır: Adalet, güçten bağımsız değildir. Platon’da bu ilişki idealize edilir; Machiavelli’de normalleştirilir; Hobbes’ta kurumsallaşır; Marx’ta tarihsel-ekonomik bir işleyişe bağlanır. Ancak hiçbiri Thrasymakhos kadar doğrudan konuşmaz.

Bugün modern toplumlar adaleti soyut bir ideal olarak değil, güç ağlarının görünmez dengesizliği olarak yaşar. “Hak” çoğu zaman eşitlik değil, iktidarın norm koyma kapasitesinin bir sonucudur.

Bu yüzden modern hukuk sistemleri bile yazılı kanunlardan çok, görünmeyen güç ilişkilerinin gölgesinde işler. Kanunlar adaleti temsil eder; fakat uygulama çoğu zaman Thrasymakhos’un karanlık cümlesine yakındır.

Belki de hakikate en yakın yaklaşım, Thrasymakhos’u romantikleştirmeden kabul etmekten geçer: Adalet, gücün tamamen dışlandığı bir düzlemde tam hâliyle mümkündür; fakat insan toplumları gücü hiç terk etmediği için adalet hep eksik kalır.

Bu eksiklik, adalet talebini canlı tutar; fakat adaletin hiçbir zaman bütünüyle gerçekleşmemesini de sağlar. İronik ama gerçek: Adalet bir ideal olarak parlar, fakat pratikte sürekli kırılır.

Belki de bu yüzden, adaleti aramak adaleti bulmaktan daha anlamlıdır; çünkü arayış, gücün görünmez düzenini ifşa eder.

Thrasymakhos’un gerçek mirası da buradadır: Adaleti savunmak için önce adaletsizliğin anatomisini bilmek gerekir. Gücü anlamadan adalet; adaleti anlamadan da hakikati kavramak mümkün değildir.

Müjdat Çalış

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 × three =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ