DOLAR 32,3699 -0.35%
EURO 34,6723 -0.41%
ALTIN 2.380,38-1,73
BITCOIN 19013761,40%
İzmir
22°

AZ BULUTLU

üst menü altı

HİÇBİR YER

ABONE OL
22 Kasım 2021 13:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçen gece çok severek dinlediğim bir türkünün modern yorumu ile karşılaştım. Beni alıp çocuğuma götürdü, Ayvalık sokaklarına, kilisenin bahçesine. Elektro gitar notaya  her bastığında içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim, klarnetin her nefesinde Ayvalık rüzgarının soğuğu ürpertti içimi. Yanan ateşe yel vurunca daha çok harlar ya onun gibiydi içimdeki yangının da ateşi.

Annen ve baban artık bulutlarda dediklerinde anlamamıştım demek istediklerini, evimin kapısının önünde, elimde  o gün çizdiğim resimle kalana kadar. Kapının üzerinde kocaman bir mühür, cebimdeki anahtarın kapıyı açacağını bilsem de giremeyeceğimi bilmenin ağırlığı, içime düşen ilk muğlâk…

Ne çok kapı var açmamın yasak olduğu, anahtarları elimde; annesinin elini tutan, babasının omzunda kahkahalar atan çocuklar… Oynarken düştüğünde tek başına kalkmak yeniden, kan içinde oran buran. Anne diye seslensen de cevap veren olmayınca içime içime bağırdığım zamanlar, sessizliğin sesi en derinlerde… Yavrusunu kaybetmiş bir anne kedinin feryadı gibi benim de isyanım, bağırıyorum kimselerin duymayacağı şekilde.

Yavru kuşun ilk uçma deneyimi, annesinin onu yuvadan atışı, ölmemek için, var olmak için tüm gücüyle kanat çırpışı… Başaramazsa, bulamazsa kendinde o gücü ölecek, biliyor.

O gün bana o bulut benzetmesi yapıldığında oturduğum çekyattan kalktım ve dışarı çıktım.

Kapıdan çıktığında büyümüştü artık çocuk, ağlamayı bırakmıştı kedi, uçmayı başarmıştı kuş, bulutlar erişilebilir değildi dün sabahki gibi, anahtar açmayacaktı o kapıyı…

Bir sürü teyzesi, her evde bir amcası olmuştu çocuğun. Her sabah başka  bir abisi ya da ablası bırakıyordu onu okula. İlk uçurtmasını komşu abisi ile yapmıştı, bisiklet sevdasına komşu ablası sayesinde kavuşmuştu. Okul dönüşü başka sofralara misafir oluyordu her akşam. Ne kadar kalabalıktı etrafı, aslında kimse yoktu, sadece köpeği vardı yamacında. Bir tek onun ismi vardı ağzında. Okuldan sonra evin köşesinde onunla oynuyordu sadece, mahallede çocuk sesleri yükselse de avaz avaz.

Lâl olmuştu dili, Türkçe konuşabiliyor olsa da susmayı yeğlemişti. Yağmurlara da küskündü elindekileri ondan aldığı için.

Kedilere hayrandı; asilliklerine, her şeyi gözleri ile anlatışlarına. Hiç başı okşanmadığı için çocuğun yanaşıyordu onlara, sevgiyi arıyordu onlarda. İnsanlarla anlaştığından daha iyi anlaşıyordu dört ayaklı arkadaşlarıyla. Sevmeyi, sabretmeyi ve şefkati öğretiyorlardı çocuğa. Şimşekler çaktığında geceleri, saklanıyorlardı köpeğiyle yorganın altında. Elinde kalanı da almasından korkuyordu yağmurun. Kar ne kadar nadir uğrarsa Ayvalık'a, yağmur inatla zapt ediyordu semayı. Doluya çeviriyordu ara ara, cama vuruyordu yumruk gibi. Gözyaşları kulaklarına kaçıyordu çocuğun. O kadar çok korkuyordu ki hissizleşmişti artık kalbi, duyguları, bir emekçinin nasır tutmuş elleri gibi…

Öldürmeyen güçlendirir derler, sekiz yaşında oyuncakları ile oynaması gereken çocuk, duyguları ile oynar olmuştu, kendini kandırıyordu. Duvarlar örmüştü kendine emek emek, kimse girip canını acıtmasın diye, daha sonra yıkması çok zor olan.

Neşet Ertaş’ı öğrenmişti, Ahmet Kaya çalıyordu aşk acısı çekenlerin evlerinde. Kütahya'nın Pınarları türküsünü çalmayı öğrenmişti bağlama kursunda, uzun sap bağlaması ile atıyordu içindeki öfkeyi, kederi. Ağlamak yerine daha da kanırtıyordu bastığı notaları, ağlamak sanki ayıpmış gibi…

Geçen gece Kütahya’nın Pınarları türküsünün modern versiyonunu dinledim, şarkı başladığı an geri döndüm o yağmurlu gecelere, şimdi yine yağmur yağıyor, bu sefer usul usul. Ben de o çocuk değilim artık, yıkılıyor duvarlar birer birer yazmak sayesinde. Büyümek aslında ziyan olmak demekmiş, bunu anlıyorum.

Dünya adlı gezegende, kapladığım mekanın hakkını, yazmakla veriyorum demiş Updike. Yazıyorum; duvarlar yıkılana, içim soğuyana, yağmurlar dinene, hiçbir yerin hakkını verene kadar…

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP