Neyzen İbrahim Dede’nin Nefesi Üzerine Bir Deneme
“Peşrevin ikinci hanesinde bir ara usûlü kaybettiniz galiba?”
Soru, belki de dikkatli bir dinleyiciden gelmiştir. Ya da daha kötüsü, dikkatliymiş gibi yapan bir eleştirmenden… Neyzen İbrahim Dede başını hafifçe eğer ve o çok bildik suskunlukla tebessüm ederek der ki:
“Kusur benim imzamdır. Bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı.”
O anda söylenen bu söz, yalnızca musikiye değil, hayata dair bir hüküm gibidir. İçinde hem bir kabulleniş hem bir meydan okuma, hem bir teslimiyet hem bir isyan taşır. Bu söz, bir kusurun bahanesi değil, bir varoluşun nişanesidir. Dede, burada “yanıldım” demiyor; “olması gereken oydu” diyor. Yani mükemmel olan değil, insanca olan…
Bir ismimiz olduğu sürece bir kusurumuz da olacak. Çünkü adımızı taşıdığımız sürece, gölgemizi de taşıyoruz. Her isim, bir sınırdır. Her sınır, bir eksikliğe işaret eder. Kusursuzluk, adı olmayan bir varlığa aittir belki de. Tanrılar gibi… Ama insan, tam da eksikleriyle insandır. Yontulmamış, törpülenmemiş, bir köşesi hâlâ sivri, bir tarafı hâlâ kırık kalmış bir bütünlük hâli.
Bugün hepimiz o bütünlüğü kusursuzlukla karıştırıyoruz. Hatalarımızı törpüleyerek değil, saklayarak ilerlemeye çalışıyoruz. Bize öğretilen şey şu: Hata, başarısızlık demektir. Kusur, yetersizlik. Ama Neyzen’in sözü, bu düzenin dışına taşan bir bilgelik gibi: Kusur, senin imzandır. Seni diğerlerinden ayıran, o küçük sapmadır; o kısa duraksama, o ritim dışı nefes, o çizgiden sapan çizgidir.
Bir sanat eserine bakarken elimiz önce kusuru arar. Simetri bozukluğu, oran eksikliği, ritim kırılması… Kusur aramak, modern insanın yeni ibadeti olmuş. Belki de kendisinde bastırdığı eksikliği, başkasında teşhis etme çabası. Çünkü kimse kendine ait kusuru görmek istemez; oysa başkasının kusuru hem rahatlatıcı hem işlevseldir. Ama asıl mesele, kendi kusurunu görebilmek ve ona “bu benim” diyebilmektir.
Neyzen’in usûl kaybı, belki de bilinçli bir sapmaydı. Belki de gerçekten bir anlık dikkatsizlik. Fark etmez. Önemli olan onun bunu nasıl karşıladığıdır. Çünkü burada ölçü, müzikteki ritim değil, insandaki vakar ve irfandır. Neyzen, peşrevin ritminden değil, dünyanın gürültüsünden sapmıştır belki de. O bir an, neyin değil nefesin sesini duyurmuştur. Usûl bozulmuş olabilir; ama belki de hakikat o anda açığa çıkmıştır.
Bütün büyük sanatlar, küçük kusurlarla mühürlenir. Ebru sanatında bir renk taşıverir, minyatürde bir oran kayar, şiirde bir hece sarkar… Ve tam orada, işçilikten sanata, teknikten sezgiye geçilir. O hata, bir açık kapıdır — hem sanatçının hem izleyenin içine girip kendini bulabileceği bir aralık. Zaten kapalı olan, zaten tam olan bir yerde kimse kendine yer bulamaz.
Hayat da öyle değil mi? Tüm kusurları giderilmiş, tüm hataları törpülenmiş bir hayat, bir vitrin hayatıdır. Bakılır ama yaşanmaz. Oysa gerçek olan, çatlaklardan sızan şeydir. Yanlış yapılan bir seçim, kırılmış bir ilişki, tutulmamış bir söz… Hepsi insana aittir. Ve insan, bütün bu hataların toplamından ibaret değil, o hataları taşıma biçiminden ibarettir.
Ben bazen bir yazıda bir kelimeyi eksik bırakırım. Bilerek değil. Ama sonra o eksiklik kalır içimde. Silip düzeltmek yerine, orada bir boşluk olduğunu kabullenmeyi tercih ederim. Çünkü o boşluk benim. Yazıya imzamı attığım yer orasıdır. Belki yazının en doğru yeri de odur.
“Kusur benim imzamdır,” diyen bir neyzenin nefesiyle bu kadar büyüyebilen bir düşünce, bize şunu fısıldıyor aslında: Kusursuz olmaya çalışmak, kendinden kaçmaktır. Başkasına benzemeye çalışmaktır. Taklit etmektir. Oysa hata yapmak, özgünlüğün bedelidir. Yeni bir yol, önce sapma olarak görünür. Her yenilik, önce “yanlış” diye anılır.
Şimdi soralım kendimize: Benim imzam nerede? Hangi kusurumla tanınıyorum? Hangi bozulmuş ritmimle hatırlanacağım? Eğer herkesin notalara sadık kaldığı bir çağda ben bir yerden sapıyorsam, belki de tam orada benliğimi kuruyorumdur. Belki de kusur, karakterdir.
İnsanın hayatla kurduğu ilişki de aynıdır. Bir gün bir yerden kayarsın, bir adım erken atarsın, bir sözü yanlış zamanda söylersin. Ve sonra o kayma, sana bambaşka bir yolu açar. Hataların, seni sen yapar. Yeter ki onları örtme, bastırma, inkâr etme. Yeter ki imza atmaktan korkma.
Neyzen İbrahim Dede’nin sesi, yüzyıllar sonrasına bile ulaşan bir hatırlatmadır:
Kusur, insanca olanın yankısıdır. Kusursuzluk ise ya ilahi ya yapaydır.
Ve biz, kusurla imzalanmış bir ömrü, mükemmelliğe boğulmuş bir hayata tercih ederiz.
Kusursuz bir yazı olmaya ramak kalmış