Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ömer Faruk ELBEK
Ömer Faruk ELBEK

Kamunun temsilcisi mi sektörün sözcüsü mü?

(Tayfun Özkaya’nın Yazısının İşaret Ettikleri)

Bir siyasi partinin tarım politikasının başına büyük ölçekli kapalı hayvancılık modeliyle tanınan bir ismin getirilmesi kanaatimce iki türlü okunmalıdır. Bir yandan sahayı bilen, piyasayı ve üretim maliyetlerini yakından tanıyan bir kadro hamlesi olarak düşünülmeli, öte yandan hangi tarım modeli meşru ve örnek sayılıyor sorusu da doğal ve kaçınılmaz olarak sorulmalı. Şüphesiz tartışmanın kısırdöngüye girmesi gereksiz bir yere götürür ama muğlak bırakılması da doğru bir seçenek olarak görülmemelidir.

Aslında mesele salt tarıma özgü olarak okunmamalıdır. Siyasette uzun süredir rahatsız edici bir tartışma devam ediyor. Otel sahibi turizm bakanı, özel hastane sahibi sağlık bakanı, özel kolej sahibi milli eğitim bakanı örneklerinde olduğu gibi, düzenleyici koltukların piyasanın güçlü oyuncularıyla aynı fotoğrafa girmesi vatandaşı önemli bir etik tartışmasına davet ediyor. Burada kişilerin niyetini tartışmak en kolay olan, murad edilen ise asıl meselenin yapısal olduğunun görülmesidir. Tarımda ise bu konu çok daha hassas olarak değerlendirilmelidir. Çünkü tarım yalnızca üretim olarak görülmemelidir. Kuyudan çekilen suyun yetip yetmeyeceği, derelerin kirlenip kirlenmeyeceği, gübrenin nereye gideceği, meranın boş kalıp kalmayacağı, meselesidir aynı zamanda.

Bu noktada kıymetli hocamız Tarım Ekonomisti Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın uzun yıllardır kurduğu çerçeve, tartışmaya önemli bir ölçü koyuyor. Özkaya, tarımda yaşanan krizi yalnız ekonomik değil, aynı zamanda ekolojik bir ikili kriz olarak tarif etmekte. Hocamız, çiftçinin düşen ürün fiyatları ile artan girdi fiyatları arasında sıkışmasını, buna eşlik eden kimyasal bağımlılığı ve canlı yaşam üzerindeki baskıyı birlikte ele almakta.

Kapalı ve yoğun hayvancılık modeli, dünyada da uzun süre salt verim başlığıyla meşrulaştırıldı. Fakat Özkaya’nın özellikle hayvancılığın bitkisel üretimden kopuşunu anlattığı metinlerde altı çizilen şey şudur. Meradan kopan kapalı sistemlerde gübre, tarlaya dönüp toprağı beslemek yerine birikerek çevre yönetimi problemi haline gelir. Çünkü işlemek ve tarlaya taşımak maliyetlidir. 

Hocamızın yayın ve yazılarından anlıyoruz ki bu model tartışılırken CAFO (Yoğunlaştırılmış Hayvan Besleme İşletmeleri) terimi sıkça kullanılmakta. Özkaya, CAFO’ların belirli büyüklük eşikleriyle tanımlandığını, potansiyel kirletme profili yaklaşımıyla değerlendirildiğini, en kritik problemlerin de biriken gübrenin tasfiyesi ve aşırı antibiyotik kullanımı olduğunu anlatmakta. Ayrıca bu tablonun kendiliğinden oluşmadığını; bazı tercihlerin ve teşviklerin bu yapıyı büyüttüğünü de özellikle vurgulamakta.

Dolayısıyla tartışma o bu şu işletme iyi mi sorusundan ibaret değildir. Asıl soru şudur; Bu model büyüdüğünde kamu hangi sınırları koyacak, hangi denetimi uygulayacak. Çünkü iyi yönetilen örnekler elbette vardır; ama kurallar net değilse, aynı modelin kötü uygulamaları da hızla çoğalır.

Tam bu noktada, Özkaya’nın yaklaşımı netleşiyor. Tarım krizinin arka planında şirket egemenliğinin güçlenmesi, girdilerin şirketler üzerinden sağlanması ve her soruna yeni bir endüstriyel girdi önerilmesi vardır. Kimyasal gübre, herbisit, diğer kimyasallar döngüsü kısır bir çark gibi işler. Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA bu çarktan çıkış için agroekolojiyi bir yön olarak önermektedir. 

Aynı biçimde Özkaya, tarım yönetiminin neoliberal bir hat üzerinden endüstriyel tarımı ve gıdanın dağıtımında şirketleri merkeze alan bir düzeni izlediğini, bunun da çiftçinin pazarlık gücünü erittiğini ve alım kanallarını, depoyu, işlemeyi ve raf erişimini kontrol eden az sayıda aktörün fiyatı fiilen belirleyip üreticiye kabul ettirdiğini yazar. 

Bu noktada, tarım politikasının başına büyük işletme deneyimiyle öne çıkan bir isim getirildi haberi, doğal olarak şu endişeyi üretmektedir. Acaba muhalefet, tarımı daha disiplinli bir endüstriyel hat üzerinde mi düzeltmek istiyor, yoksa endüstriyel hattın ürettiği krizleri görüp başka bir tarım tasarımına mı yöneliyor. Bu tercih, doğru bir çerçeveyle fırsata da çevrilebilir. Bunun için üç şey açıkça söylenmeli ve somutlaştırılmalıdır.

  • Tarım politikası bir grubun çıkarına göre yazıldığında, bedelini toplum öder ve ödüyor da. Küçük ve orta ölçekli üreticinin, kooperatiflerin, üretici birliklerinin, mera birliklerinin, tüketici temsilcilerinin ve ekoloji ile halk sağlığı alanındaki uzmanların politika yapımına düzenli ve görünür biçimde dahil edilmesi gerekir. Özkaya’nın bu tartışmada yerel yönetimlerin ve geniş bir mücadelenin gerekliliğine yaptığı vurgu da bu çoğulluğu işaret eder.
  • Yoğun hayvancılıkta su havzası hassasiyeti, atık yönetimi, sızıntı riskleri, antibiyotik kullanımı, hayvan refahı ve yem tedarik zinciri gibi başlıklar “iyi niyet” alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Denetlenebilir hedeflere bağlanmalıdır. Özkaya’nın CAFO’larda kritik problemler olarak gübre tasfiyesi ve antibiyotik kullanımını işaret etmesi, bu standartların niçin merkezi olması gerektiğini gösterir.
  • Tarım yalnız “daha çok üretelim” demek değildir; üretirken kimi yaşattığımız da büyük önem taşır. Büyük işletme büyürken küçük üretici eriyorsa, kırsal bölge yalnız nüfus kaybetmez, dayanıklılığını da kaybeder. Özkaya’nın işaret ettiği gibi, güç sadece ürünü kim alıyor, kim işliyor, kim dağıtıyor, fiyatı kim belirliyor gibi sorularla, üretimde değil pazarda da kök salar, 

Bir atama üzerinden yapılacak eleştiri kişiye odaklanırsa kolayca kısır bir tartışmanın merkezine oturabilir. Muhalefet, tarımda hakem olmak istiyorsa, güçlü oyunculara yakın görünmek yerine, kuralları ve standartları öne çıkaran bir politika dili kurmak zorundadır. Tarım Ekonomisti Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın yazılarında işaret ettiği agroekoloji ve gıda egemenliği hattı, tam da bu yüzden bir süs cümlesi değil, bir yön tarifidir. Endüstriyel tarımı biraz disipline etmek başka şeydir, krizi üreten sistem tasarımını değiştirmek başka şey. Eğer muhalefet bu tercihi, şeffaflık, çevreyle ilgili eşikler ve küçük üreticiyi ayakta tutacak somut araçlarla tamamlayabilirse, tartışma güven üretir. Tamamlayamazsa, tarımda da turizm, sağlık ve eğitim örneklerinde gördüğümüz o rahatsız edici soru büyür. Kamunun temsilcisi mi, yoksa sektörün sözcüsü mü?

Ömer Faruk ELBEK – Y. Maden Mühendisi / İş Güvenliği Uzmanı

Ömer Faruk ELBEK

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

11 + 16 =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ