Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Yaşar Eyice

RAKAMLAR BÜYÜYOR

Ben dedelerimi görmedim, bilmiyorum.

Babamı da dört yaşında kaybettim.

Yani Yetim büyüdüm.

Bu yüzden depremde anne ve babasını kaybeden çocukların da hislerini, düşüncelerini, ruhsal halllerini bir noktada düşünebiliyor, hissedebiliyorum.

Çocukluğumda duydum..

Başka Bornovalılardan da öğrendim.

Yani şehir efsanesi değil, gerçek…       

İmam ve Müftü Hüseyin Dedem, şimdi Evka3 olarak bilinen bölgede Papazkuyusu mevkiindeki zeytinliğimizden Bornova Kalkan Sokaktaki evine dönerken, deprem olur…

Dağ yolunda, önünde yüklü devesiyle birlikte Bornova’ya dönmekte olan bir üretici, sarsıntı sırasında açılan yarıktan yerin dibine doğru düşer…

Kısa bir süre sonra sarsıntı durduğunda açılan yarık kapanmıştır…

Belki izi kalmıştır..

Ama Bornovalı bu inşamız da, devesi de, tam anımsamıyorum belki merkebi de birkaç dakika ya da saniyeler içinde yok olmuştur.

Toprak yutmuştur…

Hüseyin Dedem Bornova’ya gelir….

Han’a (Büyük Çarşı’da, tarihi Büyük Camii’nin 100 metre ilerisindeki kahveye) gelir ve yaşadıklarını, gördüklerini anlatır…

Tabii birçok kişi olay yerine gider ama tabii ki ellerinden gelen bir şey olmaz…

Bu olay yıllarca Bornovalılar tarafından anlatılır…

Ben de teyit edenlerden, duyduklarımı, bir memleket gerçeği olarak sizlere anlatmış oldum…

Her sarsıntı bana bunu anımsatır…

Akşam haberlerde izledim;

10 ilimizi etkileyen Kahramanmaraş depremi sırasında bir zeytinliğin tam ortasından ikiye bölündüğünü…

Öyle böyle bir şey değil!

Ortaya bir vadi çıkmış…

Uçurum oluşmuş…

İnsanın benim Hüseyin Dedemin, sanıyorum 1940’lı yılların başında yaşadığı ve anlattığı inanılası güç olay gibi görüntüleri görmesem, habercinin anlattıklarını dinlemesem, zeytinliğin ortasından ikiye bölünmesi gibi inanmak çok zor…

 

*-  MUCİZE…

Umudumuz sürüyor!

Mucizeyi görüyoruz!

Kurtarma ekipleri, ‘Susun!’ diyor ve sonra karşısında birisi, birileri var gibi sesleniyor:

‘Duvara vur!’

Ben de yönetici taifesine sesleniyorum:

‘Duvara siz de kafanızı vurun!’ diye…

‘Günaydın!’ diyenlere şu yanıtı veriyorum:

‘Ben nasıl günaydın diyebilirim.

Ben nasıl iyi günler diyebilirim.

Depremde kaybettiklerimiz de bizim,

Enkaz altında bekleyenler de bizim, tesadüfen kurtulanlar da!

Bana ‘sus’ diyorlar…

Siyasetçiler, sorumlular ‘Siyaset yapma!’ diyorlar…

Doğru!

Bunun siyaseti olmaz!

Fakat, bakıyorum, bunlar samimi değiller…

Bakıyorum, neler söylüyorlar diye…

‘Adam mı?’ diye bakıyorum bunlara, ‘Ne adamlar, ne de insanlar!’

Benim içim yanıyor…

Beynim kavruluyor…

Eksikleri görüyorum…

Yapılamaz mı?

Yapılır tabii…

Bakın bir dostumuz ne diyor?

‘Deprem bize; 10 dairesi olan birinin bir çadırda kalabileceğini,

3-5 mağazası olan zenginin yemek kuyruğuna girebileceğini,

Akşam kirasını 10 bin lira yapıp zulmeden ev sahibinin, sabah kiracısıyla ateş yakıp tir tir titreyebileceğini,

Öğretti!’

Tabii bu satırların altına dini, daha doğrusu bazı ayetten sözler de ekleniyor…

İlk bakışta doğru bir teşhis…

Çoğumuzun aklından geçenleri yansıtıyor…

Fakat, ama, yahut bağlaçlarını kullanarak devamını herkes kendine göre getirebilir…

Örneğin;

Acaba bu durumda kaç kişi var!

Acaba bu tarif edilenlerin bırakın bir muhtaca çevresine bir kuruşluk yardımı oluyor mu?

Acaba bunlar şu anda oradalar mı, yoksa yurt dışında veya güvenli bölgelerdeler mi?

Çok malı ve mülkü olanlar nerede ve nasıl yaşıyorlar…

Sıradan vatandaşlarla, bizlerle beraberler mi?

Biz ‘Ah canlarımız!’ diye yanıp tutuşurken, onlar ne diyorlar, ne düşünüyorlar?

Özetle bu dostum farkında olarak ya da olmayarak ‘Siyaset yapmıyor mu?’

Algı yaratmıyor mu?

Zamanı ve yeri mi?

 

*- BELLİ

Felaketin boyutunu anlatmak kolay değil!

Neler yapılması da belli!

Ama nedense istediğimiz, beklediğimiz adımlar tam anlamıyla atılıyor mu, atılamıyor mu?

Kargaşa ne zaman ve nasıl atlatılabilir!

Tabii ki liyakatlı, güvendiğimiz yetkililerin talimatlarına uyarak…

Biz Türkler disiplinli büyürüz, disiplini severiz…

İnandığımız kişilerin sözlerine yerine getiririz…

Yani inanç ve güven her zaman ilk sıradadır.

 

*- UYARILARA UYMUYORUZ

Kutsal kitabımızda ‘Mülk Suresi’ var.

Kur’anda, ‘Kalem Suresi’ de var!

Ahkam kesenlere okumalarını öneriyorum.

Örneğin;

Söz dinlenmesi ve aklımızın çalıştırılması emrediliyor.

Günahlarını itiraf edenlere de sesleniliyor.

Bağışlanma ve ödül anlatılıyor.

Tabi ki, azgınlık ve nefret içinde olanları da…

Dik ve düzgün yürümemiz emrediliyor…

İşitme gücü, güzler, gönüller acaba ne için?

Özetle süre; inanmak ve güven üzerine kurulmuş…

Kalem süresinde da açık ve net ayet var;

Yazanlar ve kalem için şöyle deniliyor:

‘Yemin olsun, kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına!:..’

Peki ben de aklımdan geçeni bu arada belirteyim:

Uzmanlar, bilenler, eğitimliler, yazmadılar mı olacakları ve yapılması gerekenleri satır satır yazıp yetkilileri uyarmadılar mı?

Bizler de gerekli ihtimamı gösterdik mi?

Bu arada belirteyim:

71 ilde 20 Şubat’ta eğitim başlayacak.

Deprem bölgesindeki 10 ilde ise eğitim 1 Mart’ta başlayacak.

Eğitim ve öğretim süreçleri sürecek.

Devlet ve millet işbirliği sürecek Milli Eğitim Bakanı Mevlüt Özer’in belirttiğine göre…

Özetle;

Kutsal kitabımız açık ve net;

Yalan ve yalanlayanlara, yağcılık edenlere, alaycı ve gammazlara, hayrı engelleyenlere, sınır tanımaz saldırganlara, şiddete güçleri yeten kişileri, birbirlerini kınayanları, ders almayanları, keyfine uygun hareket edenleri, gözleri yere eğilmiş benliklerini zillet kaplayanları, küfre sapanları’ anlatıyor…

Kısa ve öz;

Kalem Süresinin son 52. Ayetinde şu deniyor:

‘Oysa ki, Kur’an alemler için bir öğütten başka şey değildir!’

Yani artık doğru dürüst düşünmemiz ve öğütlerden güzellikleri, iyilikleri çıkarmalıyız.

Hurafelerden din ile alakası olmayan sözlerden iddialardan, kötülüklerden kaçınmalıyız.

Ahlak, erdem, fazilet…

Bunlar her ortamda dile getirilmelidir.

Sorun varsa, sorunu dile getirmek de siyasettir.

Halkın sorunu mutlaka ve mutlaka dile getirilmeli ve çözümü halka hizmet olarak gerçekleştirilmelidir.

Siyaset halka hizmet yarışı olmalıdır.

Liyakatsızlar, bilgisizler, vizyon sahibi olmayanların yerlerini mutlaka değiştirmeliyiz.

Okumayı bilmeyenler, okuduklarını anlamayanlar, ‘Rabbena hep bana!’ diyenlere dikkat etmeliyiz…

Özetle aldanmamalıyız….

Dolduruşa gelmemeliyiz…

Yaşar Eyice

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seventeen − ten =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ