23 Mayıs 2023 Salı
DEPREMLER VE YAPAY ETKİLEŞİMLER
SORUNLAR 'GERÇEKLERİ ÇARPITARAK' ÇÖZÜLMEZ SAYIN NUREDDİN NEBATİ!
BAŞKAN TUNÇ SOYER'E ZİYARETİMİZ VE SOHBETİMİZDEN BAŞLIKLAR
Nietzsche ve Doktor döven hanım
Mandalina sepeti ve emek...
53 BORNOVALI YURTTAŞ
*- VARSA YOKSA FUTBOL!
Hiç unutmuyorum!
Bir gazete bayiine ‘Neden İzmir ve bölge gazetelerini asmıyorsun?’ diye sorduğumda, hiç beklenmedik bir yanıt almıştım;’
‘Bana ne?’
İşte bu yüzden birçok gazetemiz, neredeyse yerlerde sürünüyor!
Hadi bu bizim hatamız!
Ama büyük patronların ulusal gazeteleri var ya, onların durumu bizden de beter…
İnanın bir gün büyük maddi destek almasalar, ertesi gün kapılarına kilit vururlar.
Diyeceksiniz bunun sporla ne ilgisi var?
Nasıl siyasetti ‘algı’ denilen taktik varsa, aynı sistem sporda da geçerli…
İşte Altınordu’yu da küme düşürdük!
Neden?
Çünkü bizi kendi kulüplerimizden uzaklaştırdılar.
İşimiz gücümüz üç büyükleri konuşmak…
Onlarla yatıyor, onlarla kalkıyoruz…
Galatasaray Şampiyon oldu…
Ezeli rakibi Fenerbahçe’yi de yenerek kutlamalarına gölge düşürmedi…
İçimizden bir örnek vermek istiyorum;
Alpaslan Ege koyu bir Galatasaray taraftarı…
Son paylaşımlarından biri şöyle idi;
‘Yenmemiz gerekseydi yenerdik.
Hiç korkmadan maç seyrederdim.
Şimdi zor.
Fenerbahçe yenmek zorunda!
Umarım kutlamaları etkileyecek bir sonuç almalıyız!’
Bir önceki yorumu ise şöyleydi;
‘Galatasaray & Fenerbahçe!
Çoooook zor maç!
FB’ nin amacı Galatasaray’a şampiyonluk kutlamalarını zehir etmek ve ligde 2. olmak! ‘
Alpaslan Ege Galatasarayla yatan, Galatasarayla kalkan bir İzmirli!
20 Mayıs’taki bir tweet’ini de paylaşayım:
‘Dikkat Galatasaray!’ diyecem de, Galatasaray tatilden döndü mü?’
Açıkça Galatasaray düşmanlığı yapan bir takımla karşılaşacağız.
Rıza Çalımbay yönetimindeki Sivasspor elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışacaktır.
Çok zor maç!
Galatasaray cok dikkatli olmalı.
Mümkün olursa, Galatasaray in yenmesini değil ezmesini dilerim…’
Fenerbahçe ve Ali Koç ile Beşiktaş için yazdıklarını söylesem şaşırırsınız.
Buca Belediyesi’nde yıllarca çalıştıktan sonra emekli olan sevgili Alpaslan Ege acaba Bucaspor ya da yeni ismiyle Buca’nın bir zamanlar süper ligde olan takımından haberi var mı?
Merak ediyorum…
Daha önceden bu kadar Galatasaray hayranı olduğunu bilseydim, İstanbullu meslektaşlarımıza, hatta TSYD’nin Genel Başkanı Oğuz Tongsir’den ‘Size Galatasaray Muhabiri lazım mı?’ diye ricada bulunurdum.
Bizim güzel bir sözümüz var;
‘Önce can, sonra canan!’ diye…
Bu yıl Galatasaray şampiyon oldu, ne kutlamalar ne kutlamalar?
Daha önce Trabzon’u, Beşiktaş’ı da gördük!
Ne kutlamalar ne kutlamalar?
Belki de haklılar!
Çünkü biz mutluğa, şampiyonluğa hasretiz…
Bu hasretimizi de bir yerlerde arıyoruz…
Ayran gönüllü olduğumuz için, hemen çark etmeyi de biliyoruz…
İzmir’in havası belki de hemşehrilerimizi etkiliyor!
Ali Kıray halâ İzmirspor için çırpınsın, Yusuf Düvenci ve bir avuç gerçek taraftar ile…
Gürkan Ertaç ile Atilla Köprülüoğlu ile Altınordu için çırpınsın…
Altaylı Celal Kiter, ‘Son dakikaya kadar mücadele… Futbol 90 dakika…Basketbol 40 dakika… Voleybol son servis!…’ diye dursun…
Bahri Vreskala, Dr. Şaban Acarbay da izmir için İzmir sporu için mücadelelerini aralıksız sürdürsün…
Ama bir kere ölü toprak serpilmiş birçoğumuzun üzerine ne yapsınlar?
İzmirli spor yazarları kardeşlerimi de kutluyorum, her şeye ama her şeye rağmen mücadelelerini bırakmıyorlar…
*- GÜL BABA ve GALATASARAY
Fatih Sultan Mehmed’in yerine geçen oğlu İkinci Bayezid avdan dönüyordu.
Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu, havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:
Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?
Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:
-Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O’na Gül Baba derler.
Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır.
Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı.
Bu hoş kokular O’nun bahçesinden gelmektedir.
Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu. Sözlerini bitirince kararını bildirdi:
– Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!
Artık yorgunluklar unutulmuştu.
Gül Baba’nın kulübesine doğru yürüdüler.
Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü – gönlü açılıyordu.
Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları kapıda karşıladı.
Padişah, daha atından inmeden sordu:
– Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!
Gül Baba mahçup olmuştu, güçlükle konuşabildi:
– Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağ olun!
– Sen ki, İstanbul’u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?
Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba’nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve O’nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi.
Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:
– Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!
– Sağ olun Sultanım!
Burada oturmak benim için daha iyi.
Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep – medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim – irfan öğrensinler!
Gül Baba’nın sözleri Padişah’ı çok duygulandırmıştı.
Yerinden kalkarken O’nu mutlu edecek cevabı verdi:
-Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!
Sonra bahçeyi gezdiler…
Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu. Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah ayrılırken O’na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi. Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti.
Kısa zaman sonra ise Gül Baba’nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı.
Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti. 1868 yılında ‘Mekteb-i Sultani’ adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de ‘Galatasaray Lisesi’ adını aldı.
Gül Baba’nın Sultan İkinci Bayezid’e verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü’nün
sembolü oldu!..’
Ben de ‘Şampiyon Galatasaray’ için bir şeyler yazayım, diye düşündüm ve bu hikayeyi anlattım…
Şunu da belirteyim:
Galatasaray kulübünde iki hizip var;
Bir okullular, diğeri İzmirli Alpaslan gibi sarı – kırmızılı kulübe gönül verenler.
Umarım bundan böyle aralarında ‘Mektepliller- alaylılar’ diye çekişme olmaz…
Belki bir gün de bunu anlatırım…
*- METİN OKTAY ve SÖZÜ; ‘YA NASİP!’
Galatasaray’ın eski şarkılarından birinde ‘Metin Oktay’ın ruhuyla’ deniliyor…
Metin Oktay Türk Futbol tarihinde ‘efsane’ isimlerden biri,..
İzmirli Metin Oktay, İzmirspor’dan eşi Oya Hanım’ın da araya girmesiyle Galatasaray’a gitmiş, gol krallıklarını attığı gollerle süsleyerek Galatasaray’ı şampiyonluklara taşımıştır.
Fenerbahçe kalesine attığı bir golde fileleri de parçalamış ve şarkılara konu olmuştur.
Adına sahalar yapılan, heykelleri dikilen Galatasaraylı milli futbolcumuz Metin Oktay ile sayısız maçlara birlikte gittik.
Bir keresinde Uşak’a, Uşakspor maçına gitmiştik…
Ben maçı yazacak ve müsabaka fotağraflarını çekecektim.
Maç sonunda soyunma odalarını da gazeteye bildireceğimden, Metin Oktay şoförle birlikte İzmir’e dönecekti.
‘Benim çektiğim filmleri gazetenin şoförüne teslim etti. Sonra da sen git, ben daha sonra Yaşar Eyice ile birlikte Ankara’dan gelen otobüslerden birine binip döneriz!’ dedi…
Yani beni yalnız başıma bırakmadı…
Öyle bir dost idi…’
Seyahatlerimizde Metin Oktay ‘Ne zaman?’ sorusuna hep ‘Ya nasip!’ diye yanıt verirdi…
‘Ya nasip!’ onun ağzından düşürmediği ‘dua’ gibi bir laftı…
*-
Şimdi bir de ‘hasta’ denilecek taraftarlardan bir örnek vereyim:
Yani her İzmirli için yanlış düşünülmesini istemiyorum.
18 Kasım 2021’e gidelim…
Göbekten bir Altaylıyı anımsatayım:
Alsancak Stadı inşaatı sırasında doğan çocuğunun göbek bağını sahaya gömen Çiğdem-Mert Balkan çifti, yıllar sonra siyah-beyazlı formalarını giyip Ata Altay adını verdikleri 3.5 yaşına gelen çocuklarıyla stadı gezdi.
Altay taraftarı Mert Balkan, Alsancak Stadı inşaatı devam ederken doğan çocuğunun göbek bağını sahaya gömmüştü.
Çiğdem-Mert çifti, 3,5 yaşına gelen çocukları Ata Altay’ı da alarak yıllar sonra Alsancak Stadı’na geldi, çimlere ayak basıp o günü adeta yaşadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 26 Kasım’da açılacak stadı gezen aile, uzun bir aranın ardından yeniden bir Altay maçı seyredecek olmanın heyecanını doyasıya yaşadı.
“Hayalimizi gerçekleştirdik”
“Bir hayalimizi gerçekleştirdik” diyen Mert Balkan, “Alsancak Stadı ile kulübümüz arasında gerçekten çok güçlü bir bağ var.
Stadın yeniden yapılış sürecinde birçok Altaylı taraftar buraya gelerek forma, bayrak, flamayı temele attı.
Biz de ailemizden aldığımız göreneklere uygun olarak hareket ederek doğan çocuğumuzun göbek bağını sahaya gömdük.
Yıllar sonra ilk kez geldiğimiz stadımız beni gerçekten çok etkiledi. Burada çok anımız var’ demişti.
*- ‘BURASI BİZİM EVİMİZ!’
Alsancak Stadı’nı ‘Altay’ın evi’ olarak nitelendiren Balkan çifti, ‘Bizler armanın peşinde koşan insanlarız.
Gözümüzü açtığımız evimize yeniden dönecek olmanın tarifsiz heyecanını yaşıyoruz.
Minik Ata Altay ile başlattığımız göbek bağı gömme adımı da umarım taraftarlarımız arasında bir gelenek haline gelir.
Altay’a göbekten bağlı her aile, bu şekilde davranarak asırlarca devam eden bir gelenek oluşturmuş olur’ diye konuşmuştu.
*- ‘ALTAY, KÖKLÜ VE GÜÇLÜ BİR KULÜP’
Anne Çiğdem Balkan ise çocuklarına “Ata Altay” ismini vermenin de büyük gurur olduğunu vurgulayarak, “Altay, köklü ve güçlü bir kulüp. Gurur duyduğumuz bir camiaya sahibiz. Taraftarı olduğumuz bir kulübün adını, hayattaki en değerli varlığımıza vermek çok anlamlı.
Eşim Dededen Altaylıdır. Alsancak Stadı’ndaki Anılarını Her Zaman Anlatır. Kulüp İle Bütünleşen Bir Stadımız Var Ve Artık Burada İlk Maçı Seyretmek İçin Çok Heyecanlanıyoruz’ Demişti.
İşte böyle İzmirli gerçek fanatik diyebileceğimiz taraftarlar da var.
*- SÖZ NAMUSTUR!
Şimdi bir da ünlü futbolcularımızın kulüp veya forma aşkını ağızlarından dinleyelim:
Prof. Dr. Erkan Sevinç, Sezgin- Aynur Can, Ayfer- Hakan- Tolga Ülkü, Enver Kaya hasta Göztepe, Altay ve İzmirsporlu olmaktan başka İstanbul’dan Beşiktaşlı oldukları için onların da gönlünü yapayım ve ‘Sarı Fare Metin’ in ağzından nasıl Beşiktaşlı olduğunu nakledeyim:
‘Beşiktaş formasını giymeye başlamam sadece 1 söz ile başladı.
Benim babam hasta derecesinde Galatasaraylıydı o dönem Beşiktaş benimle ilgileniyordu, babam da Beşiktaş’a ‘SÖZ’ vermişti.
Daha sonrasında Galatasaray devreye girdi, onlar da beni istiyordu. Ben de babamın hasta Galatasaray’lı olduğunu bildiğim için, ‘Baba ne zaman Galatasaray ile anlaşmaya gidiyoruz?’ dedim.
O da bana dönüp, ‘Beşiktaş’a gidiyorsun evlat, onlara söz verdik!’ dedi. Babam çocukluktan belli aşık olduğu renklere rağmen sözünü yemedi verdiği sözden dönmedi!’
*- BEŞİKTAŞ’IN ÜST ÜSTE 3 YIL ŞAMPİYONLUĞU
Gerek futbolculuğu, gerekse teknik direktörlüğü tartışılmayacak Beşiktaşlı futbolculardan Rıza Çalımbay, Beşiktaş’ın üst üste şampiyon olduğu yıllarda ‘Efsane Başkan’ Süleyman Seba ile ilgili bir anısını da yine kendi ağzından dinleyelim: ‘Üst üste puan kayıpları yaşıyorduk!
Gordon Milne’nin geleceği tartışılıyordu.
O zaman ki yöneticilerde, ‘artık gitmesi gerek!’ diyordu,
Bunu da Rahmetli Süleyman Seba’ya ilettiler..
Seba ise ‘Adana Demir maçını oynasın takım, ondan sonra bakarız!’ diyordu..
Takımda sıkıntılı durumdaydı…
Önümüzdeki Adana Demir maçını 1-0 kazansak ‘şükür’ diyecek durumdaydık.
Maç bir başladı bir bitti tabelada; ‘10-0’ yazıyordu.
Ardından takım inanılmaz bir havaya girdi; 3 sene ard arda şampiyonluk geldi.
Rahmetlinin ‘1 maç daha bekleyelim!’ demesi Beşiktaş’a üst üste 3 şampiyonluk kazandırdı.”
*-HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ 20 MADDE; ‘ÜCRETSİZ!’
Sibel Eryılmaz komşum…
‘Sinema ve televizyon emekçisi’ olarak kendini tanıtabilirim.
Tabii ki, nasıl gazetelerde, medyada ‘arka plan’ kahramanları vardır, yazı işlerinde, sevgili Sibel de bu sektörün arka plan kahramanlarındandır.
Belki bir gün kendisini uzun uzun anlatırım, yaptıklarını ve başarılarını…
Geçen hafta sağlık kontrollarını yaptırıyordu.
Kolestrolu biraz fazla çıkmış…
Bir başka komşum, arkadaşım ise Mimar Vildan Kara…
Vildan Kara’nın kızı da hem tiyotro hem de dizi sanatçısı, bir gün Berrak’ımızı da size tanıtırım…
Kadınlar bir araya gelince konu ne olur?
‘Diyet!’ değil mi?
Sibel ‘Balık etli’, Vildan Hanım ise ‘sıfır’ denilecek bir durumda…
‘Bu nasıl oluyor?’ diye sorduğumuzda, ‘sporcu’ olarak yanıtını verdi:
‘Yürümenin faydası!’…
Ben de ‘Yürümenin 20 Faydasını’ derledim, doktor arkadaşlarımdan öğrenerek…
İşte yürümenin faydaları:
1- Kilo kontrolünde yardımcı olur, 2- Herkes yapabilir, 3- Özel donanım gerektirmez, 4- Hareket yapmanın en basit yoludur, 5- Endişe ve depresyon belirtilerini azaltır, 6- Ağır bir egzersiz değildir, 7- LDL kötü kolesterolü azaltır, 8- HDL iyi kolesterolü yükseltir, 9- Tansiyonu azaltır, 10- Bazı kanser çeşitlerinin riskini azaltır, 11- Şeker hastalığı tip 2’de riski azaltır ve hastalığın kontrolünde faydalıdır, 12- Vücuda bol oksijen sağlar, 13- Kemiklerin sağlam kalmasında yardımcıdır, 14- Kalp krizi riskini azaltır, 15- Toksinleri attırır, 16- Stres azaltır, 17- Vücuttaki D vitaminini arttırır, 18- Vücudu fit ve dengede tutar, 19- Kaslarınızı yağdan arındırır, 20- Ücretsizdir!…
NOT: Galatasaray’ın Fenerbahçe maçındaki karaborsa bilet fiyatları 18 bin liradan başladı, 30 bin liraya kadar çıktı. İzmir’den maça giden Galatasaray taraftarlarından öğrendim…
*-
*- SİVRİSİNEKLER İŞ BAŞINDA
28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce birçok kişiye ‘Oyuna gelmeyin!’ başlığıyla şu uyarı gelmişti:
“Ak Troller CHP’li gibi görünüp ‘Oy kullanmayacağız, zaten kaybettik!’ diye paylaşımlar yapıyorlar, tezgah çok büyük!”
Bence bu ‘sivrisinek!’ paylaşımları bazı kişiler üzerinde büyük etkili oldu.
Sandığa gitme sayısı ve oranı düştü.
Sadece benim tanıdığın CHP sempatizanı bir aileden, isimlerini tek tek sayarım en az 20 kişi sandığa gitmedi, ‘Fark kapatılmaz!’ diye…
‘Tarafsız’ olarak tanıdığım bir dostumla konuşurken, yeni zamlardan söz ederek sinirli sinirli konuştu.
Sözünün eri imiş!
Konuşmamız sırasında öğrenmiş oldum.
Hatta o anımsattı;
‘Hatırladın mı, ben PKK’ya ve CHP’ye oy vermem, demiştim..’ dedi.
HDP ile CHP’nin yaptığı işbirliğinden söz ediyordu.
Her ne kadar, ‘Ben de senin kadar milliyetçiyim, ama her Kürt vatandaşı PKK’lı olarak kabul edersek yanılırız…’ demiştim.
Hatta daha önce de yazmıştım ve belirtmiştim:
‘AKP’nin ve diğer partilerin içinde de Kürt vatandaşlarımız var. Hatta önceki seçimlerde birçoğu AKP’yi destekledi, sandıkları incelersen bunu ortaya çıkarırsın…’ demiştim.
Şimdi bu bir noktada ortaya çıktı;
Selahattin Demirtaş’ın seçim sonrası bir gazetecinin sorularını yanıtlarken buna değindi…
‘Kılıçdaroğlu’na oy verin!’ açıklamasını yapmadılar.
Ne dediler, seçime beş kala;
‘İktidara oy vermeyin!’
Bu ne demektir?
‘Bizim işlerimiz iyi, düşüncemiz de belli, sandığa gitmeyin…’
Yani biri çalıyor, diğeri oynuyor!
Danışıklı dövüş diyenler de var…
Bu ‘milliyetçi, Atatürkçü arkadaşım’ da iftiharla ‘Sandığa gitmedim!’ dedi.
Sözünden dönmeyen kaç kişi var?
Baksanıza yöneticilerimize bile bir bakın, sözlerini anımsayın?
Nasıl fikir ve söylem değiştiriyorlar, değil mi?
Her zaman söylüyorum;
Örnekleri önceden vardı, dün vardı, yarın da mutlaka olacaktır.
Yine her zaman söylüyorum:
‘Gerçek vatansever, gerçek partili, kayıtlı olmadığı halde inandığı bir partiye oy veren insanımız, gerçek partilidir….’
Yani partiye üye olmayan, oy veren ve söylemlere sahip çıkan kişi sizin bizim gibi sıradan insanlar çok daha güçlü partilidir….’
Çünkü hiçbirimizin kişisel, maddi ve manevi bir beklentimiz yok.
Bizler kendi canımızı değil, vatanımızın, insanımızın, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini düşünüyoruz.
Günü kurtarmayı değil geleceğimizi garanti altına almayı…
*- KILIÇDAROĞLU’NU YEMEK İSTEYENLER
Şimdi de maaşlı troller ikinci perdeyi açtılar.
Doğru, dürüst, namuslu, çalışkan, vatansever olarak nitelenen Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı ‘haksız’ bir linç kampanyası başlattılar.
Emperyalist güçlerin, vahşi kapitalizmin, haramzadelerin, faşist düzenlerin, büyük güçlerin en önemli sistemi ‘Böl parçala!’ metodudur.
Şimdi de CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı ‘İstemezük!’ diyorlar…
Öyle güzel çalışıyorlar ki, CHP’nin içinden bile bu sese kulak verenleri, tarih bilmeyenleri rahatça kendi cephelerine çekebiliyorlar.
Bunlar kim?
CHP’li belediyelerden kendilerine imkân ve kazanç sağlayanlar…
Suyolları kesilince, intikamlarını ‘Kılıçdaroğlu’nun şahsında, öncelikle belediye başkanlarından çıkarmaya çalışıyorlar.
Sanıyorum Selma Şanlı isimli okuyucum şöyle demişti:
‘Yedi Cüceler misali yaşıyoruz hayatı!
Bir coşkulu bir yorgun!
Bir iyimser bir kaygılı,
Bazen huysuz, bazen neşeli,
Bazen de fena halde öfkeli!’
Değil mi?
Unutmayalım;
Umut oldukça, her yeni gün, yeni bir başlangıç vardır!
Aklıma zaman zaman Nazım Hikmet’in yakın arkadaşı benim de tanımak ve neredeyse her gün konuşmak şerefine ulaştığım ‘Kalemşor Naci Sadullah Danış’ şöyle derdi:
‘Sil baştan!’
Demokrat İzmir’deki köşe yazılarını da bu başlıkla yazardı;
‘Sil baştan!’
*- NAZIM ÖLDÜ!
Vera her zamankinden erken uyandı.
Günün sıcak olacağı anlaşılıyordu.
Pencereden içeri giren güneş odayı ısıtıvermişti.
Vera, Nazım ‘ı uyandırmamak için yataktan kalkmadı.
Ama az sonra saat yedi buçuğa doğru apartmanın kapısındaki kutuya gazetelerin konduğunu duydu.
Kapağın açılışını Nazım da duymuştu.
Vera’yı uykuda sanarak usulcacık yataktan fırladı.
Ayaklarının ucuna basa basa koridora geçti, sessizce kapıyı açtı kutudan gazeteleri aldı.
Birden dizlerinin bağı çözüldü, gözleri karardı, yere yığıldı kaldı.
Bir bacağının üzerine oturmuştu, öteki bacağını ileriye uzatmış gibiydi.
Sırtı kapıya dayalıydı.
Bağıracak, Vera’yi çağıracak gücü kalmadan gözlerini kapamış ve dünyaya veda etmişti.
Vera yatakta onun dönüşünü bekliyordu.
Ses çıkmayınca meraklandı.
Telaşla yerinden fırladı, tuvaletin kapısını açtı, Nâzim yok.
Banyonun kapısını açtı, Nâzim orada da yok.
Mutfak kapısını açtı, Nâzım yine yok.
Kapıya koştu.
Bir de baktı Nâzım yerde başı öne eğik, gözleri kapalı, kapıya yaslanmış kalmış.
Vera ellerini Nâzım’a uzattı, en ufak bir kımıldama yok.
Çılgına döndü.
Acı gerçeği anlamıştı.
Hemen telefona koştu, en yakın arkadaşının numarasını çevirdi ve hıçkırıklar arasında, arasında, ‘Nâzım öldü!’ dedi.
*-
Birçok yerde, hakaretler, küfürler bini bir paraya gidiyor.
Özellikle trafikte!
Bize ne oluyor?
Hâlbuki kelimeleri kalp kırmak için değil, gönül inşa etmek için kullanmalıyız.
Bu sözüm, işyerleri için de geçerli..
Bazı işverenler, yöneticiler ve de hatta kapı görevlileri için de..
Bizim yüreği güzel insanımızın sayısı az değildir…
Bunların iyi niyetini de istismar etmeyelim…
Bir de şöyle düşünelim, ya da ters yönden bakalım;
Bu dünyada bazen akıllı olmak da gerçekten zor!
Çünkü her şeyi kafaya takarlar, uykuları bile kaçar!
Söylese bir türlü, içine atması başka türlü!..
İşin özü konuşamazsınız, yanlış anlaşılırsınız…
Duyduklarına, yaşadıklarına, gördüklerine, yani bu durumlarda ‘sövmek’ istese sövemez…
Kafada, yani akılda sorular var da, var!
Yani kafayı çalıştırmak (!) bazen pek işe yaramıyor…
Bir arkadaşım, ‘En iyisi dağda çoban olmak!’ der, ilave ederdi;
‘Temiz hava, sağlıklı gıda ve bol para!’
Hiçbir şeye aklını takmayacaksın, kavalını çalacaksın…
Ama öyle çobanlar var ki, geçen yıllarda duymuştuk;
Bir yandan sürüyü giderken, diğer yandan da derslerini çalışarak Türkiye birincisi olmuştu, bir gencimiz…
‘Çoban Sülü’yü bilmeyenlere anımsatayım:
Önceki başbakan ve cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel…
Pisikiyatrist arkadaşım Dr. Nalan G. bir zamanlar ‘Bu trafikte küflür etmemek elde değil!’ demişti…
Ekonomik sıkıntıları, evin ihtiyaçlarını düşünmek de insanları dinde ve kültürümüzde, toplumda yani cemiyette iyi karşılanmamasına rağmen küfürbazların sayıları da az değil…
‘Acil Tıp’ yani ‘acil servis’ hekimleri ve çalışanları en çok neye sevinirler bilir misiniz?
Şaşıracaksınız!
‘Gitmek ile kalmak’ arasında ağır yaralı birinin gözlerini açarak kendilerine küfür etmelerine…
‘Tamam iyileşti!’ derler, gülümserler…
Bunu bir hekimin makalesinde verdiği örneklerden okudum ve aklımın bir köşesine yerleştirdim.
Bir de, usta gazetecilerden Kıbrıs Mücahidi, Ödemişli İrfan Türksever şöyle demişti:
‘Küfür etmek, müsekkindir!’
Yani ilaçtır..
İnsanın sıkıntısını atması ve rahatlamasıdır…
Aynı cümleyi birkaç yerde daha duydum…
Acaba insanlarımız işin kolayını böyle mi, bulmuşlar…
Ama ben yine de görevimi yapayım;
‘Sakın ha!’
Ben işin özetini şöyle yapayım:
Özgüven tecrübe ile artar, ‘ego’ ise cehaletle…
Küfür de cehaletten, daha doğrusu cahil cesaretinden ortaya çıkar…
Hiç kimsenin bir diğerine bırakın küfür etmeye, en ufak aşağılamada ve hakaretemsi söz edip, işaret etmesi bile doğru değildir.
Hatta ceza kanunumuzda yeri vardır…
Bunu da anımsatayım…
*- KAYBEDENLER
Açık ve net;
Okumayan yani öğrenmeyen kesinlikle kaybeder.
Ama bunu şöyle açayım;
Bir de insanlığın şartları vardır;
Saymakla bitmez;
Örneğin; birinci şart ahlaktır, ikinci şart; bilim, ilim, irfandır.
Aklıma gelen şartları sıralayayım;
‘Ezbere sakın konuşmayın, sorgulayıp, araştırın…’ bu da önemli şartlardandır.
Ben yazayım, siz sıralayın bu ‘insanlık’ şartlarını;
‘Ruhun ve bedenin berrak olsun, özün sözün ile ters düşmesin aman ha güvene kar boran vurmasın.’, ‘Kadına, çocuğa, erkeğe, doğaya, hayvana haksızlık yapma!’, ‘Kendine ait hayat felsefen olsun. Çevren seni kendine münhasır karekterinden tanısın. Herkes gibi davranıp, başka başka kimliklere girene karaktersiz denir unutma.’, ‘Kimseyi taklit etme, kimseye cici görünmek için kılık değiştirme, kendin ol.’, ‘Kimsenin kuruşu sana geçmesin, kimsenin parası pulu için takla atma, hak yeme, menfaat için melek kisvesine girme.’, ‘Çocuklarınızı okutun, vicdanlı yetiştirin, onlara iyi örnek olun, almayı değil, el uzatmayı öğretin.’, ‘Gönüllere sevgi tohumları serpin, yaşama sevinçlerini yükseltin.’, ‘Cahil insanla tartışmaya girmeyin, çünkü hep o haklı olacaktır.’, ‘Asli kusurları affetmeyin, cünkü unutamazsınız, yolunuzu değiştirin’, ‘Güveninizi sarsan insanların, yakınından geçmeyin, şifa niyetine…’
Belki bunlara bir gün bir bu kadar daha insanlık şartlarından ekleme yaparım.
Bu günlük son sözüm şöyle:
‘Kimsenin güvenini sarsmayın, güven sarsmak karsınızdaki kalbi katletmektir, insanlara kıymayın…’
*- DUYUN DA İNANMAYIN
Son aylarda özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nden çok ilginç haberler alıyorum.
Hem de şahsa özel…
Konu Amerikalıları ilgilendiriyor ama bizlerin de bilgisi olması bir zarar vermez.
Bizim EYT’liler var ya, onlarda da emekliler var.
Bakın onları kandırmak için ne yapıyorlar;
Şimdi haberlerini okuyorum:
‘2023’te Emekli Olmak İçin En İyi Eyaletlerden Bazıları
Emeklilik Sınavına Girin
Bölgenize hizmet eden en fazla üç danışmanı ücretsiz bulun!
Hangi eyalette yaşadığınız söz konusu olduğunda, tüm emeklilikler eşit yaratılmaz.
Vergiler, yaşam maliyeti ve hatta iklim, belirli eyaletleri emeklilik hedefleriniz için daha faydalı hale getirebilir.
Nerede yaşadığınıza bağlı olarak, aynı gelir ve yatırım portföyü potansiyel olarak lüks bir fazlalık olabilir veya geçinmek için zar zor yeterli olabilir.
Bugün, potansiyel olarak emeklilik için ideal olabilecek en iyi eyaletlerden bazılarını sıralıyoruz.
Çantalarınızı toplamadan önce: bir mali müşavirle görüşmenizi öneririz. Kendi mali durumunuz için en anlamlı olan durumu değerlendirmenize yardımcı olabilirler.
Farklı tasarruf miktarları, vergiler ve diğer faktörler, özellikle sizin için hangi eyaletin en iyi olduğunu değiştirebilir.
Sizi dakikalar içinde en fazla üç mutemet danışmanla eşleştirecek ücretsiz bir sınav oluşturduk.
Bir danışmanla çalışmanın değeri kişiden kişiye değişir ve danışmanların getiri sözü vermesi yasal olarak yasaktır.
Bununla birlikte araştırmalar, bir mali danışmanla çalışan kişilerin mali durumları konusunda daha rahat hissettiklerini ve emekliliklerinde harcayacakları yaklaşık %15 daha fazla paraya sahip olabileceklerini gösteriyor.
Emeklilik vergilerinde potansiyel olarak en azını nereye ödeyebilirim?
Birkaç eyalet, özellikle emekliler için rekabetçi vergi oranlarıyla öne çıkıyor.
Vergi kategorisi kazananlarımızın her birinin ya eyalet gelir vergisi yok, emeklilik geliri vergisi yok ya da emeklilik gelir vergisinde önemli bir indirim var.
Ancak bu sadece başlangıç: Listemizdeki her eyalette rekabetçi satış, emlak, veraset ve emlak vergileri de var…’
Uzun uzun yazdım…
Siz ne anladınız, Amerika’da yeni emekliler için olanları ve olacakları?
Ben de söyleyeyim:
‘Her şehirde yaşam değişik!
Bazı danışmanlıklar ücretsiz…
Yani devlet ödeme yapıyor…
İşten bundan da yararlanan uyanıklar çıkıyor, sizin aklınızı, bizim bankalar ya da ‘Bir koy bin al!’ diye üçkağıtçılar gibi çıkıyor ve ‘Kazıklanmak’ üzerine ‘Hayat dersi’ veriyorlar, yaşamınızın son zamanlarında…
Bizde ne varsa Amerika’da da var, onlarda ne varsa bizde de var…
Bilmem anlatabildim mi?
*- KARAMSARLIĞI BIRAKIN…
Güne ‘Günaydın’ diyerek, gülümseyerek başlamalıyız.
Bu güzel hafta sonunda, bazı dostlarımın ‘karamsar’ ifadeler kullandıklarını gördüm.
Bir ikisine ‘dostça’ keyifli ve sabırlı günlerden söz ettim.
Şimdi herkese şöyle sesleniyorum:
‘Yere düşmeden tutun sevdiklerinizi, toprak aldığını geri vermiyor!’
Hepimiz bu tümleci kabul ediyoruz ama yine de bildiğimizden yani karamsarlıktan vaz geçmiyoruz…
Haydi her kötü düşünceyi geride bırakalım ve şu andan itibaren güzelliklere yelken açalım…
Sevelim, sevilelim…
*- NE OLDU KARDEŞİM İSMAİL?
Önceki paragrafı İsmail ismindeki bir gençlik arkadaşımın şu satırlarından sonra yazmak ihtiyacını duydum:
‘Beni sürekli hayal kırıklığına uğratan insanlar, ruhumla onlarınki arasında mesafeler yaratıyor, benim geçmek bile istemediğim mesafeler. Beni isteyerek veya istemeyerek kıran, kıymetimi bilmeyen, iç huzurumu bozan insanlara yakın durmaya çalışmaktan gerçekten yoruldum.
Artık kaybolan insanlar için tek bir gözyaşı bile israf etmeye niyetim yok. Daha fazla israf etmeme izin verme. Allah’ım…’
Bir iki tane daha örnek verecektim ama içinizi, beyninizi, ruhunuzu karartmayın…
*- ESKİ BİSİKLETLER İYİLİĞE DÖNÜŞÜYOR
Karşıyaka Belediyesi tarafından Bisan’ın katkılarıyla yürütülen “Eski Bisikletini İyiliğe Dönüştür” projesi, çocukların yüzünü güldürmeye devam ediyor.
Duyarlı yurttaşların bağışladığı 125 adet bisiklet yenilenerek ihtiyaç sahibi çocuklara ulaştırılırken, projeye Örnekköy Mahallesi Yakamoz Evleri Sitesi’nden de anlamlı bir destek geldi.
Site sakini aileler, ihtiyaç fazlası olan 10 bisikleti projeye bağışladı. Tugay çocuklarla buluşmasında, “Karşıyaka’mızda yardımlaşma ruhunu büyütmeyi sürdürecek, bir arada dayanışma içerisinde yaşamaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
*- ÇOCUK VE GENÇLERİN ORKESTRASI
Konak Belediyesi ve Barış Çocuk Orkestrası Koruma ve Geliştirme Derneği işbirliği kapsamında ilk konserini veren Barış Çocuk ve Gençlik Orkestrası dinleyenleri büyüledi.
Dinleyiciler arasında yer alan Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, orkestrada ilçenin en dezavantajlı bölgelerinden gelen çocuk ve gençlerin olduğuna dikkat çekerek, “Çocuklarımız sanatla, kültürle bir araya geliyor, kötü alışkanlıklardan uzak duruyor. Bir sivil toplum kuruluşuyla yaptığımız en güzel çalışmalardan biri bu” dedi.
*- NATO GENEL SEKRETERİ YARIN ANKARA’DA
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Ankara’ya geliyor.
Stoltenberg Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yemin törenine katılacak ve ardından Erdoğan’la görüşecek.
Görüşmenin gündemini henüz Ankara’nın onay vermediği İsveç’in NATO üyeliği oluşturacak.
*- KÜÇÜKKÖY’DE FESTİVAL
6. Küçükköy Teferic Şenlikleri bu yıl da coşkuyla başladı.
Ayvalık Belediyesi tarafından Balkan göçmeni vatandaşların yoğunlukla yaşadığı ve Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü Best Tourism Vilages (UNWTO) tarafından dünyanın en güzel turizm köyü adayı gösterilen Küçükköy bu yıl 6. sı düzenlenen şenliklerin açılışı kortej yürüyüşü ile başladı.
Meryem Fidancı’nın takipçilerindenim…
O da benim yazılarıma yorum yapıyor…
Bugün bazı anımsatmalar yapmış Meryem Fidancı…
Bir ikisini sizinle paylaşayım;
Çoğunuz biliyorsunuzdur ama düşünüyorsunuzdur ama yine de olsun…
Aklıma böyle durumlarda hep Turgut Özal ile siyasete atıldığının ilk zamanlarında yine rahmetli İzmir’in merkez Konak ilçesinin kurucu başkanlığını yapan Süha Baykal ile sohbet ederken şöyle demişti, mealen ya da özetle:
‘Bir lafı 10 kere tekrarlamalısın… Ancak anlatırsın!…’
Her şeyin, herkese anlatılmayacağını öğrenene kadar, çok tanışacak, çok konuşulacak ve çok yanılacaksın!
Yanılmak da bizlere mahsus, tabii aptallık da, kandırılmak da…
Ne diyor, Meryem Hanım;
‘Kalbinin peşinden git ama beynini de yanında götürmeyi unutma!’
Sabahattin Ali’nin sözlerini de anımsatmış;
‘Yere düşen ekmeği hemen alıp üç kez öperdik.
İyi çocuklardık!
Yağ satardık, bal satardık!
Ama birbirimizi satmazdık!
Ne güzel yıllardı!’
Nedense hep eskiyi arıyoruz, ya da arattırılıyoruz…
‘Bir gün öncesi aranır mı?’
Şimdi zamları duyduktan sonra vallahi aramaya başladık…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk boşuna dememiş;
‘Yokluk ve sefaleti yenmek için önce cehaleti yenmek gerekir…’
Şu sözü de çok beğeniyorum:
‘Ben düşüncelerimi, diğer insanların fikrini değiştirecek diye paylaşmam!
Ben düşüncelerimi; benim gibi düşünen insanlarla yalnız olmadıklarını bilmeleri için paylaşırım!’
Bu kadar!
*- AYAKLARI POPOLARINA DEĞİYORDU…
Önceki yazımda, yazımla ilgili bazı görüntüleri de paylaşmıştım.
Bu gün de Bandırma’dan 1930 yılına ait bir fotoğrafı ve kısa da olsa haberini paylaşmak istiyorum.
Her türlü yoruma da açık…
Yıl 1930…
Kurtuluş savaşında ülkemizden (Bandırma) kaçan Yunan ordusunun ağırlık olmasın diye arkasında bıraktığı su ikmal aracının fotoğrafı bu…
Bandırma Belediyesi itfaiyesinde kullanılan ilk itfaiye aracı olmuştur…
Tekerlekleri dolma lastik.
Benzinle çalışıyor.
Araçta marş ve şarj dinamoları olmadığı için manyotolu.
Önde görülen kol çevrilerek çalışıyordu.
O zamanlar yangına yetişmesi için çok hızlı araçtı, saatte 20 Km. yol yapıyordu.
‘Bir Zamanlar Bandırma’ isimli kitaptan alıntı…
Meraklısının çok fazla olduğunu düşündüğüm için sizlere ilettim.
Dikkat ederseniz, Yunanlılar öyle kaçtılar ki, bazen araçlarını bile kullanılır bir şekilde bıraktılar.
Buna, ‘ayakları popolarına vuruyordu!’ diyebiliriz…
*- BÖYLE BİR FIRSAT
Bugünkü hikâye ise Gaziantepli Fotoğrafçı İsmail Esen’den;
‘Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti.
Koza ha açıldı, ha açılacak gibiydi.
Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu.
‘Böyle bir fırsat, bir daha ele geçmez!’ diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı.
Ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı.
Sanki kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da, artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona…
*- YARDIMCI OLMAK!
Bu yüzden, kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi:
Cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece, bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu.
Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
*- İYİLİK Mİ?
Ama bunlardan hiçbiri olmadı.
Kelebek, hayatının geri kalanını, kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi.
Ne kadar denese de, asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kasıtlayacılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayacağından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
*- ASLA UÇAMAZDI
Bu gerçeği öğrendiğinde, hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti:
Bazen, hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey, çabalardır.
Eğer Allah, hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi, o zaman, bir anlamda sakat kalırdık.
Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman.
Ve asla başaramazdık!
Yine hızımı alamadım, devam ediyorum:
*- KUSURLARLA GELEN GÜZELLIK
Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış.
Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan efendisinin evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş.
Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş.
Sucu her seferinde efendisinin evine 1,5 kova su götürebilmiş.
Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.
İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş:
‘İki yıldır çatlağımdan su sızdırdığımdan dolayı görevimin yarısını yerine getirebildiğim için kendimden utanıyor ve senden özür diliyorum.’ demiş.
*- ÇİÇEKLERİ FARK EDİN
Sucu şöyle demiş:
‘Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum!’
Gerçekten de tepeyi tırmanırken patikanın bir kenarındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş.
Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.
Sucu kovaya sormuş:
‘Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?
Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın.
İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronun sofrasını süsledim.
Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşamayacaktı.’
*- KUSURLARIMIZDAN KORKMAYALIM
Farkında mısınız?
Hepimiz aslında çatlak kovalarız.
Allah’ın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez.
Kusurlarınızdan korkmayın.
Onları sahiplenin.
Kusurlarınızla birlikte gerçek gücünüzün oluştuğunu bilirseniz eğer, siz de güzelliklerin yaşanmasına sebep olabilirsiniz…
*- KÖTÜLER!
Büyüklerimiz boşuna söylememişler:
‘Kötü komşu, insanı evinden eder,
Kötü arkadaş, insanı ahlakından eder,
Kötü eş, insanı huzurundan eder,
Kötü evlat, insanı perişan eder…’
Diliyorum;
Her şey gönlünüze göre olsun…
*- TÜRKİYE GALATASARAY SAYESİNDE ÖĞRENDİ
Galatasaray Ankara deplasmanını da 4-1 kazanarak ‘Şampiyon’ oldu…
Sosyal medyada binlerce tebrik ve kutlama mesajları var.
İzmirspor ve Beşiktaşlı olarak ben de sarı-kırmızılıları kutluyorum.
İzmir’de binlerce genç geç saatlere kadar sokaktaydı…
Kutlamalar büyük bir coşku ile kutlandı.
Hiç kimse kapılarını, pencereleri kapatmadı.
Herkes keyifle Galatasaray taraftarlarını alkışlarla seyretti, alkış tuttu.
Ne bir silah patladı, ne bir aleyhte slogan atıldı.
Centilmenlik ön plandaydı…
Özlediğimiz bir tablo yaşattı Galatasaraylı taraftarlar Türkiye’ye…
*- KEMALPAŞA’DA ALTYAPI TAMAM
İzmir Kemalpaşa’nın Bağyurdu Mahallesi’nde içme suyu hatları ile Sarılar Mahallesi’nde kanalizasyon hatlarının yenilenmesinin ardından, her iki mahallede parke üst kaplama çalışmaları başladı.
Çalışmalar Bağyurdu Mahallesi’nde 5 bin metrekare, Sarılar Mahallesi’nde 2 bin metrekare olmak üzere 7 bin metrekarelik bir alanı kapsıyor.
*-6. AYVALIK KÜÇÜKKÖY TEFERİC ŞENLİKLERİ
Bu yıl 2-3-4 Haziran tarihleri arasında Ayvalık’ta gerçekleştirilecek, Küçükköy Teferic Şenlikleri programı yine dopdolu.
Şenliğe katılan konuklar üç gün boyunca Küçükköy’ün ve balkan kültürünün tadını çıkaracak.
‘Dünyanın En Güzel Köyünde Şenlik Var!’ temasıyla bu yıl yola çıkan şenlik, Birleşmiş Milletler’in Dünya Turizm Örgütü tarafından 2023 yılında Dünyanın En Güzel Turizm Köyü Adayı olan Küçükköy’de bu yıl daha da farklı bir anlam taşıyacak.
*- BİZİ BİTİRDİLER!
Bazı köy düğünlerinde ve özellikle Karadeniz bölgesinde de sık rastladığımız bir eğlence var.
Silahları ateşlemek!
Bir ara futbol müsabakalarından sonraki kutlamalarda da yaşadık ve akıl almaz olayı.
Herhalde, ‘At, avrat, silah!’ sistemini beyninde yaşatanlar halâ var…
Şimdi bunu önceki gece birçok kentte olduğu gibi İzmir’de de yaşadık.
Bornova’da, Karşıyaka’da, Alsancak’taki arkadaşlarımızın, söylediklerine göre, ‘Silah seslerinden çekinerek perdelerini çekip, konutların iç kısımlarında oturmuşlar…’
‘Korktuk!’ sözcüğünü çok kişiden duydum…
Tuhaf giyimli insanların ‘Şükür namazı’ nı meydanlarda kılanların görüntülerini de göndermişler.
‘Allah kabul etsin’ ama böylesi hiç yaşanmamıştı.
Sadece anımsadığım, Karşıyaka’da bir kişi seccadesini tramvay raylarının arasına sermiş, dini vecibesini camide, mescitte ya da evinde değil de yeşillikler arasında eda etmeyi tercih etmişti.
Vatman da, yolcular da ‘Sinemadaymış’ gibi 15 dakika ara verdiler, seyahatlerine…
Böylesine sabırlı, inançla, sevgi dolu bir kent İzmir ve İzmirli…
Birinci Kordonda yeşilliklerin üzerinde namaz kılanlar da yadırganmamıştı…
Ama işin işine ateşli silahlar girince iş değişiyor.
Geçenlerde bir İmam ne demişti cemaate;
‘Evimde dolu iki silahım var!’
Konu hassas olduğu için yazıp, özellikle polisimizi ve yönetici kadrosunu bu konularda daha hassas olmalarını diliyorum….
Unutmayalım;
Gerek düğünlerde, gerekse maç sonlarında, yani sevinç anlarında, bir de alkollü olarak havaya ateş edilirken, kaç masum insanımızı toprağa vermek zorunda kaldık.
*- DÜŞÜNMEK İÇİN 14 YIL YETER Mİ?
Önce hangisini anımsatayım:
Daha doğrusu Avustralya’da yayınlanan bir kamu spotundan söz edeyim!
Şöyle yazmışlar; hücrede, demir parmaklıklar ardında yatan birinin görüntüsünün üzerine;
‘Eğer bir doktora, hemşireye veya sağlık çalışanına saldırmanın normal olduğunu düşünüyorsan sana bunu tekrar düşünmen için 14 yıl zaman veriyoruz!’
*- KİM GÜÇLÜ?
Bir kuş canlıyken karıncaları yer!
Öldüğü zaman karıncalar kuşu yer!
Zamanla birlikte durum her an değişebilir.
Hayatta hiç kimsenin canını yakmayın ve aşağılamayın!
Şu an güçlü olabilirsiniz!
Fakat unutmayın;
Zaman sizden daha güçlü!..
Bir ağaçtan bir milyon kibrit çöpü çıkar.
Bir milyon ağacı yakmak için bir kibrit çöpü yeterlidir.
Yani;
İyi olun, iyi işler yapın!…
Bir cümle daha ilave edeyim:
‘Hayat sürekli bir tırmanıştır.
Kimsenin emeğine ve yüreğine basmadan tırmanmak tırmanışın ‘İnsancası’ dır.
Her şeyden önce insan olmamız gerekiyor, insanları sevmemiz gerekiyor her zaman…
*- SİZİ RAHATLATIR
Kibritten, ormandan, yangından söz ettik.
Bir de insanlıktan…
Peki ne yapmalıyız?
Şimdi yaz geliyor, geldi gibi…
O zaman, yani sıcaklar sizi rahatsız ediyorsa; BİR AĞAÇ dikin,
Yağmurlar sizi korkutuyorsa; BİR AĞAÇ dikin,
Meyve seviyorsanız; BİR AĞAÇ dikin,
Kuşları seviyorsanız; BİR AĞAÇ dikin,
Ciğerlerinizi seviyorsanız; BİR AĞAÇ dikin,
Yaşamı seviyorsanız; BİR AĞAÇ dikin!…
Daha ne diyeyim?
Silaha sarılacağınıza bir ağaca sarılın…
*- SIKINTI ve ACELE ÖZLETİR
Ünlü bilge Eflatun’a, insanoğlunun şaşırtan davranışlarını sormuşlar;
Şöyle yanıtlamış;
‘İnsanoğlu çocukluktan sıkılır!
Büyümek için acele eder!
Sonra da çocukluğunu özler!’
Önce;
Para kazanmak için sağlığını harcar, sonra sağlığını kazanmak için parasını yitirir!
İsterseniz deneyin!
Gidin bir özel sağlık kuruluşuna da görün dünyanın kaç bucak olduğunu…
İnsanoğlu, ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, sonra hiç yaşamamış gibi ölür!…’
İnsan, ‘Hayata hazırlanmaya o kadar vakit harcar ki, hayatını yaşamaya vakit bulamaz!’
İnsan, ‘Yarınını o denli düşünür ki, bu günün elinden kayıp gittiğini fark etmez bile!’
Sonuç;
‘Oysa hayat; geçmişte ya da gelecekte değil, şimdiki zamanda yaşanır!’
Yalan mı?
Hep ‘Pazartesiye!’ deriz ya, bırakın bunu;
‘Haydi!
Yarın değil, şimdi…
Hemen….’
Ne kadar isabetli görüş değil mi?
Tabii ki biz yine bildiğimizi yapacağız, bu da ayrı bir konu…
Huylu huyundan vaz geçemez…
Körü körüne uygularız, işte…
*- AFGANLI PATRONUN İSTEDİĞİ
Tanıdığım ve birlikte çalıştığım en kibar, en saygılı, en araştırmacı, işinde en iyinin de iyisi, gerçek fotoğraf sanatçısı, unutulmaz dost Ateş Akkor’dan bu görüntüyü aldım…
Ateş Akkor ‘duvar ilanı’ için sadece iki satır yazmış;
‘Afgan patron eleman arıyor:
Kadın olacak, genç olacak, yatıya kalacak!’
Beni çıldırtan ve doğrultan bir ilan!
Geçenlerde uzun uzun yazmıştım.
‘Gooğle Amca’ya başta Afganlılar ve Araplar şu soruya soruyorlar;
‘Türk kızları!’
Devamını yazmak istemiyorum, kanıma dokunuyor.
Bazı Avrupa ülkelerinde ‘Hristiyan’ erkekler için verilen özel sözde turistik turlardan da söz etmiştim.
Bu konu üzerinde daha fazla durmak istemiyorum.
Umarım bu hassas konu üzerine gidilir.
Konuyu birkaç gerçek milliyetçi arkadaşıma açtım;
Bir, ‘Geldikleri gibi gidecekler!’ dedi benim sinirimi almak için, diğeri de işin ciddiyetini şöyle gırgır dediğimiz bir şekilde anlattı;
‘Kaç durma saıin, niyet bozuk!’
Belirttiği gibi önce ‘niyet’ önemlidir…
Bunların niyeti bozuk…
Çok bozuk…
*- BÖYLESİ NE DUYUNDU, NE GÖRÜLDÜ
‘Dostlar sağolsun!’ deriz ya, işte onlardan biri de Meslektaşım usta gazeteci Işık Teoman, şimdilik Ayvalık’ta…
Işık Teoman da, hiç duymadığım bir konuyu gündeme getirmiş!
Söylediği şu;
‘Böyle bir şey olabilir mi?
Hasta bir bebek üzerinden piyango!
Savcılar araştırmalı…’
Aynı Ateş Akkor gibi kısa ve öz bilgi…
Işık Teoman de sözlerinin doğruluğunu fotoğraf ile özdeştirmiş…
Fotoğrafı ben de paylaşıyorum…
Bir vatandaşımız fotoğrafı şöyle yorumluyor.
“1980 sonrası faşist darbenin yol verdiği neo liberal sistemin yarattığı ‘benim memurum işini bilir!’ noktasından, toplum yozlaşmanın, çürümüşlüğün getirildiği, insan, insanın dini duygularının sömürülmesinin yanında, vicdanları sömürmek adına çocukların kullanılması…
Sonuçta;
Bu üzücü ve düşündürücü olay, ‘Benim insanım işini bilir!’ noktasına gelmiştir.
Atatürk’ün ilke ve devrim değerlerinden vazgeçilmesi, emperyalizmin işbirlikçisi karşı devrimin toplumu hızla ahlaki değerlerin yozlaşmaya, çürümüşlüğe yönlendirmesinin sonucudur bu ilanlar…’
*- İLK BİTİRDİKLERİ
Günümüzü bir daha başka şekilde özetleyeyim:
‘Cep telefonunu kamera koydular, fotoğrafçılık bitti!
Digital saat koydular, saatçılık bitti, ustamız kalmadı.
Oyun koydular, arkadaşlık bitti!
İnternet koydular, doğru bilgi sahibi olmak bitti, trollere yani sivrisineklere kaldık.
Cebimize telefon koydular biz bittik!