Okullar açılıyor!
İhtiyaçlar bitmiyor!
Karşılayan kadar karşılayamayanlar da var.
Bunlardan biri de, yıllardır tanıdığım bir emekçinin kızı.
Karı- koca çalışıyorlar ama bir türlü, iki yakanın bir araya gelmediği gibi, bu emekçilerin biricik kızları da Başkent’te yani Ankara’da üniversite öğrencisi.
Öğrendiğime göre, bir kız arkadaşı ile ev tuttular.
Ama bu aile kendi karnını doyuramıyor, kızlarının ihtiyaçlarını nasıl karşılayacak?
Bir kiralık ev buldular da, evi tutmakla iş bitmiyor ki!
Yatacakları yatak, oturacakları sandalye, ders çalışacakları masa, ne bileyim bir kütüphaneye de en azından ihtiyaçları var.
Umarım Ankara’dan ya da bir başka kentten İstanbul ya da İzmir’den, Ege’den bir iki hayırsever, yardımsever çıkar, bazı ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olabilirler.
Ben bazıları gibi, ‘Pamuk eller cebe!’ demiyorum.
Çünkü herkesin sıkıntısını görüyor, yaşıyorum.
Bilmem durumu anlatabildim mi?
Bana (0532- 781 95 18) ya da (yasar.eyice@yahoo.com) adresinden bana ulaşanlara, haberi olmayan bu ihtiyacı olan kızımızın, ya da ailesinin adres ya da telefonlarını verir görüşme imkanı sağlarım.
Bu satırları yazmak için çok düşündüm.
Hani televizyon ve gazetelerde adları ‘hayırsever!’ olan sahtekarları aramak istemedim.
Çünkü yıllardır biliyorum, bunlar ‘Yardım!’ diye karşısındakini soyarlar…
Onlardan kimseye bir kuruş yardım çıkmaz emin olun bu böyledir.
Sadece bizler birbirimizin ihtiyacını bilir ve imkanlarımızı zorlarız.
Bu böyle gelmiş, böyle gidecektir.
*- FAZLA ÜZME KENDİNİ
Yılmaz Eroğlu, ‘Ve gün gelir konuşmak yerine susmanın, yaklaşmak yerine mesafe koymanın, beklemek yerine unutmanın seni daha az incittiğini öğrenirsin’ diyor sevenlerine…
Sonra devam ediyor:
‘Her zaman iyi davranması gereken ben değilim, alttan almak görevim değil, insan ilişkileri tek taraflı yürütülmez ve ‘Ben de iyiyim!’ dediğinde hayat kaliten artıyor.’
“Fazla üzme kendini!
Bu kötü günler, bir gün yakanı bırakacak.
Sabırlı ol!
Her şeyin en güzeli, ummadığın bir anda seni bulacak…”
Şunu da unutmayalım:
Akıl verenler değil, huzur verenler lazım bizlere…
Edep, terbiye ve iyi huy bazı insanların başındaki tacıdır.
Bunlarla nereye giderseniz gidin, mutlaka en iyi şekilde karşılanır ve umutlarınızı yeşillendirirsiniz.
Sonuç olarak, Yılmaz Eroğlu şöyle diyor:
‘Bekliyorsam sebebi var!
Susuyorsam nedene var!
Herkes rahat olsun, her şeyin bir vakti zamanı var!’
*- SİZ OLABİLİRSİNİZ!
Ufuk Doğan’ın şu sözleri dikkatimi çekti:
‘Bunlar geçer!
Daha kötü şeyler var hayatta!
Zalimlerden olmak var mesela…
Biz onlardan değiliz!’
Kimdir bu Ufuk Doğan?, Kimliği daha çok dikkatimi çekti:
‘İzmir’in Menderes ilçesinde Çamönü köyünde doğal tarım yapıyor, ‘Herkesi bekliyorum!’ diyor.
Ayrıca;
İzmir Kent Konseyi Engelli Meclis yönetim kurulu üyesi’nde, Yaşlı Politikalar Derneği Yönetim Kurulu üyesi…
SAHAYDER yani Seferihisar Doğa ve Hayvan Dostları Derneği üyesi mi bilmiyorum, ama fotoğraflarıyla şu bilgiyi paylaşmış:
“Kedi kadar büyüklüğü var…
Bre utanmaz vicdansız alçaklar;
‘Bakamıyoruz!’ diyerek miniminnacık bu garibi barınağa nasıl terk edersin??
Rezil….
Sen ona bakamayacak kadar aciz, beceriksiz, sorumsuz biriysen fazladan oksijen tüketiyorsun vallahi…
Halbuki O sana bakardı seve seve.
Neyse kurtulmuş senin gibi beleşciden şükür…
Minicik, sekiz dokuz aylık, kısır kızımıza acil yuva arıyoruz. Barınakta çok korkuyor.
Lütfen paylaşım desteği ile acilen iyi bir aileyle buluşturalım. 0532 4319780. SEFERİHİSAR
Herkes bir silkelensin artık.
Terk de etmek nedir??
Bahçeler, evler, araziler, işletmelerin kapıları açılsın. Barınaklarda yuva bekleyen çok masum var…”
Ufuk Doğan bu mesajı 28 Ağustos günü saat 22.38’de yayımlamış.
Belki de henüz bir hayvansever daha ortaya çıkmamıştır.
Bu yavrunun şefkatli bakıcısı siz olabilirsiniz…
Asuman Arpak’ın da günün sözü şöyle:
‘Af etmeye çalışmayın boş verin!
Herkes her şeyi bilerek, isteyerek hatta gözünüzün içine bakarak yaptı.
Üstelik yaparken utanmadıkları gibi kendilerini iyi, seni kötü ilan ettiler!…’
*- ÇOK BÜYÜK MİRAS KALMIŞTI
Anımsadığım kadarıyla ailesine Mısır’da M.Ali Paşa’dan çok ama çok önemli ve değerli miras kalmıştı.
Aldı mı, almadı mı?
Bilmiyorum, çünkü birlikte çalıştığımız günlerden çok ama çok uzun yıllar geçti.
Yanında çok sayıda meslektaşını çalıştırdığını da anımsıyorum.
Kordon’da önemli bir noktadaki işyerinin önünde ağaçlar dikmiş, yetiştirmişti.
Zabıta gelmiş, ‘almış’ gitmiş.
Olayı duyunca ben de ‘Olur mu, yeşile hasretiz!’ diyerek kıyamet koparmıştım.
Sonra dönemin belediye başkanı, Ufuk Karhan’ın değil de benim sesimi duymuş, gereğini yapmış, fidanları ve çiçekleri geri göndermişti.
Böyle anımsıyorum gelişmeleri.
Ufuk Karhan şimdi de, tatilini geçirdiği otelde, ‘Alaçatı…’yı anlatmış.
Bu arada yine anımsadım, sanıyorum Ufuk Karhan’la birlikte usta gazeteci Kemal Ertan vardı.
Şimdi de sözü meraklıları için Ufuk Karhan’a verelim
*- ALAÇATI’YI CAZİP KILAN
İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı, Ege’nin en gözde turizm merkezlerinden biridir.
Taş evleri, dar sokakları, begonvillerle süslü avluları ve rüzgâr sörfüne elverişli plajlarıyla ünlüdür.
Osmanlı döneminden kalan Rum mimarisi, butik otellere dönüştürülmüş taş yapılar ve zengin gastronomisi ile hem yerli hem yabancı turistlerin ilgisini çeker.
Bölge, özellikle rüzgâr sörfü ve kitesurf için dünyaca bilinir;
Alaçatı Plajı bu sporlara elverişli rüzgârlarıyla dikkat çeker.
Ayrıca üzüm bağları ve şarap kültürü de bölgenin önemli unsurlarındandır.
Her yıl düzenlenen Alaçatı Ot Festivali, bölgenin doğal otlarını ve Ege mutfağını tanıtır.
Geleneksel pazarları, kahvaltı mekânları, şık restoranları ve gece hayatı da Alaçatı’yı cazip kılar.
*- NE OLUYOR?
Hiç kimsenin yazamadığı ve yazmaya cesaret edemediğini, Balıkesir- Ayvalık’ın önceki genç belediye başkanlarından MHP’li Ali Güreli kaleme almış.
Türkiye’nin önemli zeytinyağcılarından, ihracatçı Ali Güreli’den öğrendiğim nokta ve konunun yorumu şöyle:
“Katil Ayberk K , Boğaziçi Üniversitesinin içine girip 15 yaşındaki sevgilisini ( eski/ yeni ) öldürüp aynı silahla intihar etmiş .
Kapıdaki güvenliğe kendi öğrencilerini dövdüren / öğretim üyelerini tartaklatan rektör bakalım nasıl bir açıklama yapacak?
Eski mezunun zaman zaman öğrencilerin içeri alınmadığı okula böyle bir suç makinası nasıl girmiş?
Hangi kimyasalı kullanmış ve acaba okulda yasaklı madde satışı da yapıyor muymuş?
Kapıdaki güvenlikle kanka / hemşeri vs ilişksi mi varmış, yoksa ticari ilişki mi?
Bence rektör bu detaylara girmez.
İntihar eden katili şehit ilan eder belki, ‘Dış güçler bizi bölemez!’ der…”
Sanıyorum bu işe Reis el koyar ve ‘Ne oluyor?’ diye sorar…
Yakında gelişmeleri, doğru yönleriyle öğreniriz…
*- KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU
Urla Atatürk Mahallesi’nden Magazin Muhabirlerinden- Gazeteci – Yazar Tayfur Göçmenoğlu komşum Şener Şen ile Çeşme’de çektirdiği fotoğrafı, bazı bilgi ve notlarla paylaşmış.
Sanatçımızın ileri yaşına rağmen neler yaptığını ve yapacaklarını anlatmış.
Örneğin yakında İzmir’de çekimine başlayacakları film ile ilgili kopya vermiş.
Ben da okuyucularımın anımsaması için ŞENER Şen’den bir zamanlar olduğu gibi yine söz etmek istiyorum.
Örneğin, O’nun Köy Enstitüsü mezunu öğretmen olduğunu biliyor muyuz?
Asıl adı: Ali Haydar Şen.
26 Aralık 1941 tarihinde, o zamanlar marangozluk yapan Ali Şen’in oğlu olarak Adana’da dünyaya geldi.
Lüleburgaz’daki Kepirtepe Köy Enstitüsünden mezun oldu ve öğretmen olarak Kocaeli’ne atandı.
Çok kimse bilmese de usta oyuncu Şener Şen, tiyatroya atılmadan önce, 1964-1966 yıllarında Muş’un Malazgirt ilçesinin en uzak köyü Fenek’te öğretmenlik yapmış.
*- YEVMİYE İLE…
Şener Şen, sanat hayatına İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahneye çıkarak başladı.
Babası gibi sinema sanatçısı olmak istemeyen Şener Şen, kendisini tiyatro oyunculuğuna adadı.
Radyo tiyatrolarında da oynadı.
Ancak tiyatrodan elde ettiği kazanç yetmediği için sinemaya girmek zorunda kaldı.
Dublajdan tanıdığı yönetmenlere, ‘Figüran olarak beni de çağırın. Ama bir şartım var, yevmiyemi o gün alayım’ dediği iddia ediliyor.
Yani, sinemaya ilk adım attığı yıllarda figüranlık dahil her işi yaptı.
Beş yıl boyunca – bazı filmlerde sadece dans etmek veya başrol oyuncusundan dayak yemek gibi- küçük rollerde yer aldı.
*- DÖNÜM NOKTASI
Kariyerinde dönüm noktası 1975 yılında Ertem Eğilmez’in filmi Hababam Sınıfı’ndaki ‘’Badi Ekrem’’ tiplemesi oldu.
Aynı filmde İnek Şaban tiplemesi ile ün yapan Kemal Sunal ile müthiş bir ikili oluşturdu ve o yıllarda büyük gişe hasılatı yapan Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Tosun Paşa, Kibar Feyzo, Çöpçüler Kralı ve Davaro gibi filmlerde oynadı.
Ertem Eğilmez’in son filmi olan ve Türk sinema seyircisinin sinema önlerinde uzun kuyruklar oluşturduğu taşlamalarla dolu Arabesk filminde Müjde Ar ile başrolleri paylaştı.
1996’da ise Türk sinemasında bir devrim yaratan ‘Eşkıya’ filminde Uğur Yücel ile birlikte oynadı.
Yavuz Turgul’un senaryosunu yazdığı ve yönettiği bu film Türk sinema sektöründe o dönem için bir rekor kırarak 2,5 milyonu aşkın seyirciyi sinemalara çekti.
Gaziantepli kebap üstadı Ali Haydar’ı canlandırdığı İkinci Bahar (1998-2001) dizisinde diğer başrol oyuncusu Hanım adlı Trakyalı bir mezeciyi canlandıran Türkan Şoray’dı.
Asıl adını ilk o dizide kullandı…”
*- RADYO BOZULUNCA
Film ekibi çölün kızgın güneşi altında çekim yapmaktadır.
Zor şartlar altında çalışırken, ihtiyar bir Kızılderili sete doğru yaklaşır ve yönetmenin yanına giderek, ‘…yağmur, yarın!”’ der ve gider.
Şaşıran yönetmen ertesi günü yağan yağmuru hayretle izler.
Bu sırada Kızılderili yine gelir.
‘…fırtına, yarın!’ der ve aniden uzaklaşır.
Ertesi gün gerçekten müthiş bir fırtına çıkar ve çölü birbirine katar.
Yönetmen emreder, “Çabuk bana o Kızılderili’yi getirin! O olmazsa bu filmi bitiremeyiz!”
Adamlar Kızılderili’yi bulur ancak yaşlı Apaçi bir türlü razı olmaz.
En sonunda teklif edilen bir milyon doları reddedemez ve adamlarla birlikte kampa gelir.
1 ay boyunca ihtiyar Kızılderili’nin söylediği her şey tutar, yağmur der yağmur, çöl fırtınası der, çöl fırtınası, kavurucu sıcak der kavurucu sıcak…
Yönetmen gayet memnun mesut durumda filmi çekmeye devam eder.
Derken bir gün yaşlı Kızılderili aniden susar ve hiçbir şey söylemez.
Yönetmen ‘Nasıl olsa geçer!’ diye düşünerek bekler.
1 gün, 2 gün, 1 hafta, 2 hafta derken yönetmenin sabrı taşar ve Kızılderili’yi bir kenara çekerek öfkeyle sorar: ‘bana bak sana bu iş için dünyanın parasını ödedim!
Bir an önce marifetlerini göstermeye başlamazsan seni buradan atacağım.
Kızılderili üzgün omuzlarını silker:
‘Radyo, bozuldu…!”
*- ‘MUZAFFER TÜRK’
Nihat Gömleksiz yazmış
Lozan açılışında toplantı başkanından sonra İngiliz Lord Curzon, küstahça havalarla gelir bir konuşma yapar.
İnönü de hemen söz ister.
Söz verilmeyince çevik adımlarla kürsüye çıkar.
Herkes susar, kimse engel olamaz.
Lozan ilk gün.
Anlatıyor İsmet İnönü. Hem de Türkçe.
‘Mahvettiniz ülkemi, yenilip kaçarken bile yok ettiniz imarlı yerlerimizi.
Yaktınız yıktınız.
Nasıl utanmıyorsunuz yaptıklarınızdan da buraya gelmiş bir de harp tazminatı konuşuyor kapitülasyonlardan bahsediyorsunuz?
Biz sizlerden Fransız ihtilali ile öğrenmedik mi hürriyet adalet müsavat kardeşlik kavramlarını, millet olmayı?
Nasıl bakıyorsunuz suratıma sanki kaybetmemiş gibi.
Kaybettiniz, kaybettiniz.
Ermeni, Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan, başta da Rus..
Ama hepiniz kaybettiniz.
Karşınızda kaybeden hep kaybeden ezik tembel inançsız, teslim olmuş Osmanlı diplomatı yok.
Ben varım ben.
Türk.
Ben ‘Muzaffer Türk…’
Buradayım!
Sizi Çanakkale’de yendim.
İstiklal savaşında yendim.
Mudanya’da yendim.
Şimdi burada da yeneceğim.”
Kimse ses çıkartamaz.
İnönü sessizliğin içerisinde muzaffer bir şekilde yürür yerine oturur.
Minnet ve Saygıyla… “
*- ‘SU HAYATTIR, CAN SUYU HAKTIR’
Demokrat Gündem’in yöneticisi Sevgili Halide Demir Polatlı konuyu geniş olarak ele almış.
“852 yıllık gelenek susuz kaldı: Koyunlar bu yıl kuru Menderes’ten geçti” demiş.
Aslında konu çok ama çok önemli bir noktada geleceğimizi de ilgilendiriyor.
Biliyorsunuz önce İzmir’in Çeşme ilçesindeki Kutlu Aktaş Barajında su kalmadı.
Böylece susuz kalan Çeşme’ye su bir ara verilemedi.
Sonra bir başka baraj sayesinde sorun çözüldü.
Şu anda bile İzmir’de bazı semtlere önce saatle şimdi haftanın üç günü şebeke suyu verilemiyor.
Su kullanımı konusunda uyarı üzerine uyarı yapılıyor.
Şimdi Halide Demir Polatlı’nın paylaşımına geçelim:
UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ndeki Denizli’nin Çal ilçesindeki 852 yıllık ‘sudan koyun geçirme’ geleneği, Büyük Menderes Nehri’nin tamamen kuruması nedeniyle bu yıl sembolik olarak yapıldı.
Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Aşağıseyit Mahallesi’nde her yıl düzenlenen ‘sudan koyun geçirme’ geleneği bu yıl kuraklığın gölgesinde gerçekleşti. Büyük Menderes Nehri’nin tamamen kuruması nedeniyle koyunlar su yerine kuruyan nehir yatağından yürütüldü.
Organizasyonu Aşağıseyit Muhtarlığı, Çal Yöresi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Çallı İş İnsanları Derneği düzenledi.
Vatandaşlar, Köprübaşı mevkisinde toplanarak ‘Su hayattır, can suyu haktır”’yazılı pankartlarla kuraklığa dikkat çekti.
Çallı Sanayici ve İş İnsanları Derneği Başkanı Mehmet Atılsın, Büyük Menderes Nehri’ndeki su kaybının bölgenin ekolojisini bozduğunu belirterek, ‘Geldiğimiz nokta trajedi. Son beş yıldır Menderes’in kuruması sonucu ekolojide de bir bozukluk oldu. Üzümler erken hasada geliyor, suyun olmaması tarımsal yapının yanı sıra kültürel devamlılığı da yok ediyor’ dedi.
Prof. Dr. Bülent Topuz ise, ‘Ortalıkta sudan geçirilecek bir menderes kalmadı. Bu acıklı bir durum. Biz suçlu aramıyoruz, çare arıyoruz. Menderes’in mutlaka bir can suyu olması lazım. Bir millet kültürüyle var. Kültürü yok ettiğiniz zaman o millet yok olur” diye konuştu.
YORUMLAR