DOLAR 32,4731 -0.06%
EURO 34,7058 -0.78%
ALTIN 2.436,310,02
BITCOIN 20668330,12%
İzmir
21°

AZ BULUTLU

MUHABİRİN GÖZÜNDEN

MUHABİRİN GÖZÜNDEN

01 Kasım 2022 Salı

Mandalina sepeti ve emek…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kış mevsiminin vazgeçilmezi mandalina…Parlak, koyu yeşil yaprakların arasından kolayca seçilen turuncu, sarı, bazen de sarıyla karışarak kendini yeşilden sakınan renkleriyle insanın içini ısıtan sağlık dolu bir meyve.  Sahi siz en son hangi meyveyi  dalından topladınız? Yoksa sizler de meyveyi market raflarından torbalara dolduranlardan veyahut pazarda esnafla yaptığınız kısa sohbet arasında kabuğuna dokunup, kokusunu içinize çekip özenle en güzel meyveyi arayanlardan mısınız? Ağaçlar arasında dolaşıp, dallar üzerinde gözlerinizi gezdirdikten sonra  seçtiğiniz bir meyveyi dalından toplamayalı ne kadar oldu? Ya da birer tüketiciden mi ibaret olduk, diye sormak lazım.

Market raflarına özenle dizilmiş meyveler nasıl yetişiyor, biz bu sürecin neresindeyiz? Market raflarını dolduran meyvelerin yolculuğunun son durağındayız, tüketiciyiz. Şehirler bizi topraktan hiç olmadığımız kadar uzaklaştırdı. Her şeyi kolayca üretiliyormuş gibi algılar olduk, üretim sürecinin dışında kaldık. Meyveyi güneşin olgunlaştırdığını, suyun beslediğini, toprağın  büyüttüğünü, emeğin yetiştirdiğini duyduk, öğrendik, bildik ama tüketici olma konforundan vazgeçebildik mi? Bu konfordan vazgeçebileceğimiz hayatlar mı yaşıyoruz? Hız vazgeçilmezimiz ama anlamaya, durup düşünmeye, hissetmeye hep geç kalıyoruz. Bunu bir mandalina bahçesindeyken bir kez daha düşünme fırsatı buldum, sonra mandalina dolu bir sepetle metroya binince bu yazıyı yazmaya karar verdim. Önce sepetin içindeki mandalinaların hikayesini anlatmalıyım.
***
Ege İhracatçılar Birliği tarafından düzenlenen basın toplantısındayız, Seferihisar’ın  satsuma mandalinasının hasat sezonunun açılışı hakkında yapılan değerlendirmeleri dinliyoruz.  Toplantı bittikten sonraki durağımız, bir mandalina bahçesi. Çok geçmeden kendimizi elimizde sepetlerle Seferihisar’la özdeşleşmiş satsuma mandalinasının yetiştiği onlarca bahçeden birinin içinde buluyoruz.
""
Ağaçlar arasında dolaşmaya, parlak yeşil yaprakların arasından duyulan kısa sohbetleri dinlemeye koyuluyorum. Ağaçların koyu yeşil yaprakları arasından ara ara yüzleri gözüken işçilerin dallara uzanan elleriyle hareket ettiğine şahit oluyor, ağaçların dalları arasında gidip gelen el hareketleriyle etrafa yayılan kokuyu içime çekiyorum.

Ağaçlar hareket ediyor, koku yerden kalkan ince toza karışarak üzerimize yapışıyor. İşçiler sohbet ediyor, bazen neşeli bazen yorgun, günün bitmesini belkiyorlar. Ben sepetimi doldurdukça mutlu oluyor, en üst dallarda gözüme ilişen mandalinaya ulaşmanın heyecanını yaşıyorum. Ağaçtan mandalina toplama işini tüm gün sürdürecek isteği içimde hissediyorum. Bunu çok duyumsamış olacağım ki, bir anda aynı ağaç altında karşılaştığımız işçilerden birine, “Nasıl, çok keyifli değil mi ağaçtan meyve toplamak?” diye soruyorum.
“Bütün gün yapınca pek de keyifli olmuyor, ama günün sonunda 200 lira alacağım ya, ona seviniyorum işte” diyor.

Bir sepetlik yorgunluğumla, sabahın altısından beri kaç sepeti turuncuya boyadığını bilmediğim işçileri anlamaya çalışıyorum. Toplamaya devam edip, bir insan boyunu henüz geçmemiş bir ağacın etrafında sohbet ederek mandalina toplayan erkek işçilerin yanına uğruyorum.

İşçiler arasında vücudu genç, yaşı büyük olan erkeklerden biri sırtına bir  sepeti yükleniyor. Kaç kilo diye soruyorum, 60 kiloyu buluyor, diye cevap veriyor. Her yaşına bir kilo taşıyor. 65 yaşında, sırtında alabildiğine turuncu dolu bir sepet var. Bunu günde kaç kez yaptığını hesaplıyor bir an, bir kez derin nefes alıp, gülümsüyor. Zor. Çalışmak değil de yorgunluğu anımsamak, zor olan. Ömrünün dinlenme çağında bahçelerde çalışmak, para kazanmak zorunda bırakılmak zor. Yaşınla beraber, kemiklerinin her bir zerresine yük bindiren sepeti tekrar tekrar yüklenmek zor.

Son bir gayret yine yükleniyor sepeti, paydos verene kadar kim bilir kaç kez daha yüklenecek. Aldığı her yaşa,  bir kilo mandalina düşüyor. Duyumsuyor mandalinanın kokusunu, yüklenip sepeti ağaçların arasına karışıyor.
Düdük sesiyle irkiliyorum. Sesin kaynağı “Emin Çavuş”, soyismi aklımda değil… Kendini böyle tanıttı Emin ağabey, burada işçilerin başıymış, “Emin Çavuş” derlermiş ona. Boynunda belli belirsiz gözüken bir ipin ucunda bir düdük asılı, vakti gelince çalışıyor onu. “Ne anlama geliyor bu düdük sesi?” diye soruyor, Düdüğün tiz sesi henüz bahçenin diğer ucuna ulaşmadan, “Mola verileceği anlamına geliyor” cevabını alıyorum.
""
“Kaç dakika mola?” “Yarım saat.”

Yarım saat, mandalina kokusunun altında, yarım saat toprağın üzerinde… Sonra yine düdük sesi, yine boş sepetleri turuncuyla doldurma saati… Güneş kendini üstünüzden çekene kadar, elleriniz turuncu bir ıslaklıkla sertleşene kadar…
Sepetim doldu. Sadece mandalinayla da değil üstelik. Burada yaptığım kısa süreli sohbetle, “Emin Çavuş”un düdüğünün tiz sesiyle, işçilerin gülüşüyle, yorgunluğuyla, sabrıyla, emeğiyle… Doldu, ne ağır ne hafif…

Bir hatıra fotoğrafı sonrası bahçeden ayrılıyoruz.
Market raflarından torbaya doldurduğumuz, İzmir kooperatiflerinden kurutulmuşunu aldığımız, kokusuyla büyülendiğimiz mandalinaya uzanan ellerle tanışmak gün boyunca düşünecek birkaç şey getiriyor aklıma.  Markette biz tüketiciler için bir anlığına görünmez olan emeği veren üreticiyle tanışmak gıdaya bakış açımı tekrar düşünmeye itiyor beni.  Bir meyvenin soframıza nasıl geldiğini anlamak, onu yetiştiren kişilerin yüzleriyle birlikte anımsamak, onda kısacık bir sohbetin tınısını yeniden duymak… Sepetime bunları da doldurarak bahçeden ayrılıp,  gün sonuna yaklaşırken şehirde bir sepet mandalina ile buluyorum kendimi.

Mandalinaların üzerini bir gazeteyle örtmeyi akıl ediyor, metroya biniyorum. Artık sepetin içinde mandalina olduğunu bir tek ben biliyorum. Kalabalığın ortasında bir elimde bilgisayar çantası, diğer elimde bir sepetle metro içinde ilerliyorum. Sepet çok geçmeden kendi başına merak uyandırmaya yetiyor. Sepetin şehre uymayan bir konsepti var sanki. Şehirde yeri anlaşılmayan eksik bir parça, bir yerden anımsanan ama bulunduğu konuma anlam verilemeyen bir nesne. Neyin nesi bu sepet? Sepet içine ne konur, şehirde bir sepetin içi neyle doldurulur? Bakışları üzerimde hissediyorum, sepetin varlığına aşina olmayan onlarca göz. Onu anlamlandıramayan, var olduğu konumla ilgisini ilişkilendiremeyen insanların bakışları bunlar… Metrodan inince de sepet kendini belli ediyor, benden ayrı bir parça, benden bağımsız, benimle birlikte ama içinde bulunduğumuz ortamdan bağımsız, bazen de  tek başına yürüyor  bir kaldırımdan diğer kaldırıma…

""

Gün sonunda nihayet meraklı bakışlar kapının dışında kalıyor, bir sepet mandalinayla ben evdeyiz. Sepetin içine gün boyunca topladığım gülüşler, kokular, sesler, konuşmalar aklımda biçimlenmeye başlıyor. İşte sizin şimdi okuduklarınız oluşmaya başlıyor, bir hasat sonrası. Bir sepetin içine sığan şeylerden ibaret kelimeler.

Keşke, herkesin bir sepeti olsa. Herkes taptaze meyveleri bahane edip, emeği, kokuları, sesleri toplasa. Gıdanın son durağı olan tüketici kimliğimizi bir kenara bıraksak, üretmeye, emek vermeye, doğaya yakınlaşsak, bir bahçenin içinde dolaşan seslere karışsak… O zaman şehirde  bir elde dolaşan sepetin yabancılığını hisseder miydik? Rant uğruna bizden uzaklaştırılan toprağa, ağaçlara özlem duyduğumuzu hatırlar mıydık?

***
Bir mandalina hasadını deneyimlemek bana insanın üretmek için sarf ettiği emeği, doğayla olan ilişkilerimizi yeniden hatırlattı. Mandalina hasadına katılmamızı organize eden Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçılar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Uçak gibi iş insanları ve  yerel yönetimler buna benzer organizasyonları artırsa, zincirin başı olan üretici ile zincirin sonu olan tüketiciyi bir araya getirse şehirde elinde sepetle dolaşan insanlar garipsenmez belki.