DOLAR 32,5943 0.36%
EURO 34,8358 0.27%
ALTIN 2.495,330,45
BITCOIN 21047925,30%
İzmir
19°

PARÇALI AZ BULUTLU

MUHABİRİN GÖZÜNDEN

MUHABİRİN GÖZÜNDEN

01 Kasım 2022 Salı

Mandalina sepeti ve emek…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kış mevsiminin vazgeçilmezi mandalina…Parlak, koyu yeşil yaprakların arasından kolayca seçilen turuncu, sarı, bazen de sarıyla karışarak kendini yeşilden sakınan renkleriyle insanın içini ısıtan sağlık dolu bir meyve.  Sahi siz en son hangi meyveyi  dalından topladınız? Yoksa sizler de meyveyi market raflarından torbalara dolduranlardan veyahut pazarda esnafla yaptığınız kısa sohbet arasında kabuğuna dokunup, kokusunu içinize çekip özenle en güzel meyveyi arayanlardan mısınız? Ağaçlar arasında dolaşıp, dallar üzerinde gözlerinizi gezdirdikten sonra  seçtiğiniz bir meyveyi dalından toplamayalı ne kadar oldu? Ya da birer tüketiciden mi ibaret olduk, diye sormak lazım.

Market raflarına özenle dizilmiş meyveler nasıl yetişiyor, biz bu sürecin neresindeyiz? Market raflarını dolduran meyvelerin yolculuğunun son durağındayız, tüketiciyiz. Şehirler bizi topraktan hiç olmadığımız kadar uzaklaştırdı. Her şeyi kolayca üretiliyormuş gibi algılar olduk, üretim sürecinin dışında kaldık. Meyveyi güneşin olgunlaştırdığını, suyun beslediğini, toprağın  büyüttüğünü, emeğin yetiştirdiğini duyduk, öğrendik, bildik ama tüketici olma konforundan vazgeçebildik mi? Bu konfordan vazgeçebileceğimiz hayatlar mı yaşıyoruz? Hız vazgeçilmezimiz ama anlamaya, durup düşünmeye, hissetmeye hep geç kalıyoruz. Bunu bir mandalina bahçesindeyken bir kez daha düşünme fırsatı buldum, sonra mandalina dolu bir sepetle metroya binince bu yazıyı yazmaya karar verdim. Önce sepetin içindeki mandalinaların hikayesini anlatmalıyım.
***
Ege İhracatçılar Birliği tarafından düzenlenen basın toplantısındayız, Seferihisar’ın  satsuma mandalinasının hasat sezonunun açılışı hakkında yapılan değerlendirmeleri dinliyoruz.  Toplantı bittikten sonraki durağımız, bir mandalina bahçesi. Çok geçmeden kendimizi elimizde sepetlerle Seferihisar’la özdeşleşmiş satsuma mandalinasının yetiştiği onlarca bahçeden birinin içinde buluyoruz.
""
Ağaçlar arasında dolaşmaya, parlak yeşil yaprakların arasından duyulan kısa sohbetleri dinlemeye koyuluyorum. Ağaçların koyu yeşil yaprakları arasından ara ara yüzleri gözüken işçilerin dallara uzanan elleriyle hareket ettiğine şahit oluyor, ağaçların dalları arasında gidip gelen el hareketleriyle etrafa yayılan kokuyu içime çekiyorum.

Ağaçlar hareket ediyor, koku yerden kalkan ince toza karışarak üzerimize yapışıyor. İşçiler sohbet ediyor, bazen neşeli bazen yorgun, günün bitmesini belkiyorlar. Ben sepetimi doldurdukça mutlu oluyor, en üst dallarda gözüme ilişen mandalinaya ulaşmanın heyecanını yaşıyorum. Ağaçtan mandalina toplama işini tüm gün sürdürecek isteği içimde hissediyorum. Bunu çok duyumsamış olacağım ki, bir anda aynı ağaç altında karşılaştığımız işçilerden birine, “Nasıl, çok keyifli değil mi ağaçtan meyve toplamak?” diye soruyorum.
“Bütün gün yapınca pek de keyifli olmuyor, ama günün sonunda 200 lira alacağım ya, ona seviniyorum işte” diyor.

Bir sepetlik yorgunluğumla, sabahın altısından beri kaç sepeti turuncuya boyadığını bilmediğim işçileri anlamaya çalışıyorum. Toplamaya devam edip, bir insan boyunu henüz geçmemiş bir ağacın etrafında sohbet ederek mandalina toplayan erkek işçilerin yanına uğruyorum.

İşçiler arasında vücudu genç, yaşı büyük olan erkeklerden biri sırtına bir  sepeti yükleniyor. Kaç kilo diye soruyorum, 60 kiloyu buluyor, diye cevap veriyor. Her yaşına bir kilo taşıyor. 65 yaşında, sırtında alabildiğine turuncu dolu bir sepet var. Bunu günde kaç kez yaptığını hesaplıyor bir an, bir kez derin nefes alıp, gülümsüyor. Zor. Çalışmak değil de yorgunluğu anımsamak, zor olan. Ömrünün dinlenme çağında bahçelerde çalışmak, para kazanmak zorunda bırakılmak zor. Yaşınla beraber, kemiklerinin her bir zerresine yük bindiren sepeti tekrar tekrar yüklenmek zor.

Son bir gayret yine yükleniyor sepeti, paydos verene kadar kim bilir kaç kez daha yüklenecek. Aldığı her yaşa,  bir kilo mandalina düşüyor. Duyumsuyor mandalinanın kokusunu, yüklenip sepeti ağaçların arasına karışıyor.
Düdük sesiyle irkiliyorum. Sesin kaynağı “Emin Çavuş”, soyismi aklımda değil… Kendini böyle tanıttı Emin ağabey, burada işçilerin başıymış, “Emin Çavuş” derlermiş ona. Boynunda belli belirsiz gözüken bir ipin ucunda bir düdük asılı, vakti gelince çalışıyor onu. “Ne anlama geliyor bu düdük sesi?” diye soruyor, Düdüğün tiz sesi henüz bahçenin diğer ucuna ulaşmadan, “Mola verileceği anlamına geliyor” cevabını alıyorum.
""
“Kaç dakika mola?” “Yarım saat.”

Yarım saat, mandalina kokusunun altında, yarım saat toprağın üzerinde… Sonra yine düdük sesi, yine boş sepetleri turuncuyla doldurma saati… Güneş kendini üstünüzden çekene kadar, elleriniz turuncu bir ıslaklıkla sertleşene kadar…
Sepetim doldu. Sadece mandalinayla da değil üstelik. Burada yaptığım kısa süreli sohbetle, “Emin Çavuş”un düdüğünün tiz sesiyle, işçilerin gülüşüyle, yorgunluğuyla, sabrıyla, emeğiyle… Doldu, ne ağır ne hafif…

Bir hatıra fotoğrafı sonrası bahçeden ayrılıyoruz.
Market raflarından torbaya doldurduğumuz, İzmir kooperatiflerinden kurutulmuşunu aldığımız, kokusuyla büyülendiğimiz mandalinaya uzanan ellerle tanışmak gün boyunca düşünecek birkaç şey getiriyor aklıma.  Markette biz tüketiciler için bir anlığına görünmez olan emeği veren üreticiyle tanışmak gıdaya bakış açımı tekrar düşünmeye itiyor beni.  Bir meyvenin soframıza nasıl geldiğini anlamak, onu yetiştiren kişilerin yüzleriyle birlikte anımsamak, onda kısacık bir sohbetin tınısını yeniden duymak… Sepetime bunları da doldurarak bahçeden ayrılıp,  gün sonuna yaklaşırken şehirde bir sepet mandalina ile buluyorum kendimi.

Mandalinaların üzerini bir gazeteyle örtmeyi akıl ediyor, metroya biniyorum. Artık sepetin içinde mandalina olduğunu bir tek ben biliyorum. Kalabalığın ortasında bir elimde bilgisayar çantası, diğer elimde bir sepetle metro içinde ilerliyorum. Sepet çok geçmeden kendi başına merak uyandırmaya yetiyor. Sepetin şehre uymayan bir konsepti var sanki. Şehirde yeri anlaşılmayan eksik bir parça, bir yerden anımsanan ama bulunduğu konuma anlam verilemeyen bir nesne. Neyin nesi bu sepet? Sepet içine ne konur, şehirde bir sepetin içi neyle doldurulur? Bakışları üzerimde hissediyorum, sepetin varlığına aşina olmayan onlarca göz. Onu anlamlandıramayan, var olduğu konumla ilgisini ilişkilendiremeyen insanların bakışları bunlar… Metrodan inince de sepet kendini belli ediyor, benden ayrı bir parça, benden bağımsız, benimle birlikte ama içinde bulunduğumuz ortamdan bağımsız, bazen de  tek başına yürüyor  bir kaldırımdan diğer kaldırıma…

""

Gün sonunda nihayet meraklı bakışlar kapının dışında kalıyor, bir sepet mandalinayla ben evdeyiz. Sepetin içine gün boyunca topladığım gülüşler, kokular, sesler, konuşmalar aklımda biçimlenmeye başlıyor. İşte sizin şimdi okuduklarınız oluşmaya başlıyor, bir hasat sonrası. Bir sepetin içine sığan şeylerden ibaret kelimeler.

Keşke, herkesin bir sepeti olsa. Herkes taptaze meyveleri bahane edip, emeği, kokuları, sesleri toplasa. Gıdanın son durağı olan tüketici kimliğimizi bir kenara bıraksak, üretmeye, emek vermeye, doğaya yakınlaşsak, bir bahçenin içinde dolaşan seslere karışsak… O zaman şehirde  bir elde dolaşan sepetin yabancılığını hisseder miydik? Rant uğruna bizden uzaklaştırılan toprağa, ağaçlara özlem duyduğumuzu hatırlar mıydık?

***
Bir mandalina hasadını deneyimlemek bana insanın üretmek için sarf ettiği emeği, doğayla olan ilişkilerimizi yeniden hatırlattı. Mandalina hasadına katılmamızı organize eden Ege Yaş Meyve Sebze İhracatçılar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Uçak gibi iş insanları ve  yerel yönetimler buna benzer organizasyonları artırsa, zincirin başı olan üretici ile zincirin sonu olan tüketiciyi bir araya getirse şehirde elinde sepetle dolaşan insanlar garipsenmez belki.

Devamını Oku

'BAKIM ETİĞİ VE TOPLUMSAL CİNSİYET: ERKEKLER BEBEK BAKAMAZ MI? '

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Metro, istasyonda durdu. Metrodan inip merdivenleri çıktım. Dikkatimi tam da karşımda duran ve üzerinde bebek bakım odası olduğu belirtilen bir bölüm çekti.  Bir süre bakım odasının önünde durdum, odanın kapısı üzerinde yer alan sembolleri incelemeye başladım.

Bebek bakım odasının kapısında bebeğine bakım yapan elbiseli bir figür yer alıyordu. Bu figürün bir kadını temsil ettiği apaçık ortadaydı. Bunu doğrulayan ifadeyle karşılaşmam da gecikmedi, kapının yanında şu not yazıyordu: "Sevgili annelerimiz, bebeğinizle gün içinde daha konforlu, sağlıklı ve uzun yolculuklar yapmanız dileğiyle…"

 Notu okuduktan sonra babaların da bebek bakım odalarını kullanmak durumunda olabileceği fikri aklıma takıldı.

Gün içinde çocuğunun bakımını üstlenen birçok erkekle karşılaşıyordum ne de olsa.. Peki bu ifade bebek bakımını üstlenen babalar için ne anlama geliyordu?

""

Bu ifade kadınlara atfedilen rollerin pekişmesine  neden olmaz mıydı? Kendi kendime sordum. Bunu değiştirmek için kenti ve kentteki ifade biçimlerini yeniden ele almalıyız, diye düşündüm.

Kentte bakım etiği hakkında yazmaya karar verdim. Öğrenciyken bakım etiği ve ahlak felsefesi derslerine katıldığım değerli akademisyen Dr. Karun Çekem'in de konuyla ilgili görüşlerini alarak bir değerlendirme yazısı hazırladık.

O halde ilk sorumuzla yola çıkalım, kentte bakım etiğinin izlerini sürmeye başlayalım.

""

Bakım etiği ne ifade ediyor?

Bakım etiği, cinsiyete dayalı kabullenilmiş rol dağılımlarını yeniden düşünmemiz için kabulleri tepetaklak ediyor ve bakımı tek bir cinsiyetin rolü olarak sürdürme pratiğinin karşısında duruyor.

Kentler bakım etiği hakkında ne söylüyor, cinsiyetçilik aşılabilmiş durumda mı?

Metrolar, alışveriş merkezleri gibi mekanlardaki bebek bakım odaları atanmış cinsiyet rollerinin sürdürülmesinde rol oynuyor, kentte bunun somut örnekleriyle karşılaşmak mümkün. Bebek bakım odaları gibi ortak kullanım alanlarında genellikle annelere hitap edecek nitelikte söylemler ve semboller bulunuyor. Bu semboller, kent içinde dolaşıma sokularak bakımı tek bir cinsiyetle ilişkilendiren rolleri pekiştiriyor.

""

 İSTATİSTİKLERLE KADIN, RAKAMLARA YANSIYAN EŞİTSİZLİK

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), "İstatistiklerle Kadın 2021" çalışmasının sonuçları toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığını gösteriyor. TÜİK'in paylaştığı verilere göre, kadınların istihdam oranının erkeklerin yarısından daha az olduğu görülüyor. 2020 yılında, Türkiye'de 15 ve daha yukarı yaştaki istihdam edilenlerin oranı yüzde 42,8 olurken bu oran kadınlarda yüzde 26,3 erkeklerde ise yüzde 59,8 olarak kendini gösteriyor.

Bu veriler kadınların kamusal alanda erkekler kadar varlık gösteremediğine işaret ediyor. Peki bu veriler toplumsal cinsiyet rolleri bakımından ne ifade ediyor?

Kadınlar, ev içinde hiçbir ücret almadan sergiledikleri görünmez emekleriyle emeğin yeniden üretimine katkıda bulunuyor.  Toplum, ev içindeki işleri üstlenmeyi kadın olmakla ilişkilendiriyor, kadın ev içinde bakıma ihtiyacı olan kişilerin de bakımından sorumlu tutuluyor. Kadının üzerine yapışan bu roller kadınların kendini gerçekleştirmesine, iş yaşamında yer alması önünde engel teşkil ediyor.

Kadın istihdamını artırma hedefine ulaşmak, kadınların iş yaşamında eşit haklarla var olabilmesini sağlamak toplumsal cinsiyet farkını pekiştiren davranış ve söylemlerin değişmesi için bir öncelik haline geliyor.

Kadının kamusal alanda ve iş yaşamında güvenceli koşullar içinde yer alabilmesi ev içindeki rollerin değiştirilebilmesinden ve bunun kamusal alanda, kent yönetimi aracılığıyla da destekleniyor olabilmesinden geçiyor. Annelik ve kadın olmakla ilişkilendirilen roller aracılığıyla sürdürülen kabullerin değişebilmesi, bakım pratiklerinin cinsiyetler arasında eşit bir şekilde yürütülmesini sağlamaya işaret ediyor.

Günümüzde bu kabullerin değişebileceğine yönelik birçok örnek karşımıza çıkıyor. Anneler çalışırken babalar çocuklarının bakımını üstleniyor, metrolarda, sokaklarda yani kentte çocuklarının bakımını üstlenen babalarla karşılaşmak artık pek çok kişiyi şaşırtmıyor.

İşte tam da bu noktada kentlerin bu eşitliğin sağlanabilmesi için işlevsel hale getirilebilmesi, ortak alanların cinsiyetleri dışlamayan bir tutumla yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Peki bakım etiği cinsiyetçi davranış kalıplarını, cinsiyetlere atanmış rolleri nasıl değerlendiriyor?

""

Bakım etiği ve ahlak felsefesi konusunda değerli çalışmaları olan Akademisyen Dr. Karun Çekem konuyla ilgili görüşlerini paylaştı:

DEMOKRAT GÜNDEM-MELİSA GÖNEN-Bu alanların ortak kullanıma açılmaması, kadınların kullanımıyla ilişkilendirilmesi  bakım etiği açısından ne ifade ediyor?

DR. KARUN ÇEKEM: Bakım etiği bakım emeğini insan hayatının vazgeçilmez bir unsuru olarak görür. Hepimiz hayatımızın farklı dönemlerinde farklı düzeylerde bakıma ihtiyaç duyarız ancak ne bakım ihtiyacımız eşittir ne de bakım emeğinin toplumdaki dağılımı. Çocuklar, yaşlılar ve kimi hasta ve engelliler bakıma daha fazla ihtiyaç duyarlar veya özel bir tür bakıma ihtiyaç duyarlar. Bakım emeği ise ağırlıkla kadınlar, yoksullar ve göçmenler tarafından üstlenilmiş durumda.

Bakım etiği, bakım ihtiyacının özenli bir şekilde karşılanması ve bakım emeğinin toplumda özellikle de cinsiyetler arası eşit ve adil dağılımına özel bir önem veren bir etik yaklaşım. Çünkü bakım etiğine göre, bakım işleri kadınlar ve erkekler tarafından eşit bir şekilde üstlenilmediği takdirde kadınların çalışma hayatına, kent hayatına ya da kamusal hayata eşit katılımı da mümkün olamaz.

""

M.G: Çalışma yaşamında kadın ve erkeğin eşitliğini kente yansıtabilirsek bakım etiğinde rollere ilişkin bakış açısı, kabuller değişebilir mi?

K.Ç: Bu nedenle sorduğun sorular da bakım etikçilerini doğrudan ilgilendiriyor tabii ki. Söylediğin gibi havaalanları, AVM'ler gibi yerlerde bebek bakım odalarının kapısında her zaman kadınlar tuvaletlerinde olduğu gibi "etekli" figürler oluyor. Bunlar da çocuk bakımının esas olarak kadının işi olduğu algısını pekiştiriyor ve buradaki eşitsizliği yeniden üretiyor. Yalnızca bu sembolleri değiştirmekle eşitsizliğin de ortadan kalkacağını ummak fazlasıyla iyimser olur; ancak şüphesiz iyi bir başlangıç, zira semboller biz insanlar için önemli.

Bunun dışında kadınların kamusal yaşama katılımını sağlayacak başka somut adımlar da atılmalı. Örneğin kentlerde ücretsiz kreşler yaygınlaştırılmalı. Bakım emeği orantısız bir şekilde kadınların omuzlarında olduğu sürece kadınların ve erkeklerin ne çalışma hayatlarında ne de kente katılımlarında eşit olacaklarını düşünüyorum.

 

Devamını Oku

SİYASİLER VE KONFETİLER

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gazetemizi temsilen, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) iki önemli yatırımından biri olan ve sürdürülebilir kent hedefiyle ambalaj atıklarını ayrıştırmak için İzDoğa tarafından Konak’ta kurulan İzDönüşüm tesisinin açılış törenine katıldım.

Siyasiler, proje hakkında sohbet ediyor, basın mensupları konuşma yapacak isimlerin kürsüye çıkmasını bekliyordu. Nihayet açılış konuşmasıyla, tören başladı. Konuşma yapacak isimler kürsüde söz almadan önce katılımcılara bir video gösteriminin yapılacağı belirtildi.

Video başlar başlamaz, insan faaliyetlerinin neden olduğu kirliliğe vurgu yapılacağı ve projenin gerekçelerinin nitelendirileceği anlaşılıyor, aşırı tüketim sonucu ortaya çıkan ambalaj atıklarının ekosistemin çeşitli unsurlarında gözlenen olumsuz etkileri vurgulanıyordu.

Temiz ve güvenli suya erişimin zorlaşması, denizlerin canlılar için giderek daha az yaşanabilir hale gelmesi gibi örnekler üzerinden ilerleyen video, İzDönüşüm tesisinin açılış amaçlarına ve temiz bir çevre için sağlayacağı katkılara da göndermede bulunuyordu.

KEMAL BEY'İN GENÇLERİ VE SOSYAL GÜVENCESİZ KAĞIT TOPLAYICILARI ÖNCELEMESİ ÖNEMLİ

Video gösteriminin ardından CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı konuşma önemli ve dikkat çekiciydi. Kılıdaroğlu'nun gençlerle ilgili, “Benim umudum da sizlersiniz. Hiç meraklanmayın. Türkiye’yi çağdaş uygarlığa beraber taşıyacağız. Bu ülkede gençler özgürce düşüncelerini ifade edebilmeli, işsiz kalmamalı, umutsuzluğa kapılmamalı, geleceklerini yurtdışında değil Türkiye’de aramalı. Sizin bütün hayalleriniz benim hedefim olacaktır. Gerçekleştireceğiz” açıklamasının gençler için de önemli olduğu kanısındayım.

""

BAŞKAN SOYER'İN KAĞIT TOPLAYICILARI İSTİHDAM ETMESİ ALKIŞI HAK EDİYOR 

CHP Liderinin sadece bir tesis açılışı olarak görmemesi, sosyal güvencesiz olarak saatlerce çalışmak zorunda kalan kağıt toplayıcılarının sorunlarına değinmesi de bence bir kenara not alınmalı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer'in bu tesiste çalışanları sokakta geri dönüşümde kullanılacak malzemeleri toplayanlar arasından seçmesi ve onları burada istihdam etmesi ise alkışı hak ediyor.

Açılış programı, amaçlar, gerekçeler, kazanımlara dair yapılan konuşmalarla sürüyor, katılımcılar konuşmacıları ve kendilerine anlatılan projeyi büyük bir ilgiyle alkışlıyordu. Sıra açılışı temsilen butona basma seremonisine geldiğinde, bütün muhabirler gibi ben de siyasilerin sahneye yerleştirilen butonlara basma anını fotoğraflamak için beklemeye başladım. Az sonra karşı karşıya kalacağım ve kayıt altına alacağım görüntüden habersiz bekliyordum.

""

Siyasilerin butona basmasıyla konfetilerin patlatılması bir oldu.

Herkes alkışlar eşliğinde tesisin açılışını kutlarken, ben karşı karşıya kaldığım görüntünün açığa çıkardığı çelişkiyi anlamlandırmaya çalışıyordum. Bir geri dönüşüm tesisinin açılışında değil miydik? Amaç, sahnede yapılan konuşmalarda da belirtildiği gibi atıkların geri kazanılmasını sağlamak, ambalajların neden olduğu çevre kirliliğini azaltmak, değil miydi?

Ama şimdi…Parlak renkleriyle göz alan konfetiler etrafta uçuşuyor, sahnenin üzerini örtmek üzere yavaşça yere süzülüyordu. Sahneden inenler, arkalarında az önce havada uçuşan konfetilerin neden olduğu kirliliği bırakmıştı.

 Konfetinin parlak ambalajının yanı sıra açılışta  kullanıldığına şahit olduğum karton bardaklar da geri dönüştürülemiyordu.

BUTONA BASMAK, KURDELAYI KESMEK DE YETERLİ 

Birkaç dakika önce etrafa yayılan bu konfetiler, faaliyete geçecek geri dönüşüm tesisinde bile geri dönüştürülemeyecek bir malzemeden yapılmıştı. Bulundukları alandan toplansalar bile geri dönüştürülemeyecekler, varlıkları yeryüzüne kirlilikten başka bir şey getirmeyecekti. Siyasilerin bu ayrıntıyı bilmediği, farkındalığı olmadığı ortada. Ama en azından organizasyonu yapanlar bunlara dikkat etse diyorum… Kağıt bardaklarla içecek ikramı yapılması, konfeti de patlatılmayıverilsin. Butona basıp kurdeleyi kesmek de aynı heyecanı yaşatır diyorum.

Şimdi düşünüyorum da, o konfetiler, bir akşam rüzgarıyla oradan oraya taşınarak açılış töreninde izlediğimiz videoda ağıt yakılan denizlere ulaşmış mıdır acaba? (DEMOKRAT GÜNDEM GAZETESİ MUHABİRİ MELİSA GÖNEN)

 

 

Devamını Oku