DOLAR 32,2602 0.04%
EURO 34,7880 -0.08%
ALTIN 2.410,040,05
BITCOIN 2056747-0,62%
İzmir
25°

AÇIK

Özgün Utku

Özgün Utku

27 Mart 2023 Pazartesi

CANIM KARDEŞİM

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Keyifli bir Ağustos sabahıydı. 10’da denize gitti. Bir saat doyasıya yüzdü. Hem serinliyor, hem de kendiyle baş başa kalıp uzun uzun düşünüyordu. Yıllarca engellilerle çalışmıştı. Onları ve ailelerini yakından tanıyordu. Bir gün sağlıklı olup, diğer gün engelli oluş öykülerini dinlemişti defalarca. O zamandan beri sağlığın, sağlıkla uyanılan sabahın değerini iyi bilirdi. Sağlık,  ne güzel. Kendinin sağlıklı olması, ailesinin sağlıklı olması aslında nasıl da bir mucizedir. Öylesine mutluydu, huzurluydu, rahattı. Epeydir tatil yapıyordu. Bir de ülke gündemi olmasa. Açlıktan, çaresizlikten intihar eden insanlar.

Duşunu yaptı. Mayosunu, havluları asmak için yan bahçeye geçti.

Bu yaz üç katlı bir köy evinin zemin katını tutmuşlardı. Haziran, Temmuz, Ağustos ayları için. Köy tarafında, yerel halkın içinde. Ev sahibi anne babasının yaşlarında sıcacık bir kadındı. Bir dediklerini iki etmezdi. Evde bir de Kemal vardı. 55-56 yaşlarında. Sabah kalktığı gibi çekçekini eline alır çöpleri karıştırmaya giderdi. Çöplerden gözünün tuttuklarını alır getirirdi. Evin önü harabe gibiydi. Kemal tüm gün çöp kutularının başında toplar, toplar, toplardı. Arada uğrayan hurdacıya bunları satardı. Geçen yıl anlattığına göre ‘pazar kurmuş’, topladıklarını tanesi 5TL’den satmış.

Mayosunu tam asacakken Kemal’le göz göze geldi.

“Türkiye’de yokluk var diyen yalan söyler abla.”

Gülümsese mi, kahkahayı salıverse mi bilemedi. Espri yapıyordu mutlaka. İçinden bir ses; ‘sen yokluk yok diyorsan yoktur’ dedi. “Bak abla, bu şapkayı şimdi çöpten buldum. Yepyeni. Yokluk olsa, parasızlık olsa bu yepyeni şapka atılır mı hiç çöpe?”

Woody Allen filmlerinde; beyaz perdede saçma durum komikliğe, komik durum saçmalığa gider gelir. Bir filmde hatırlıyordu; kahramanın annesi zaman zaman gökte beliriveriyordu. Kah fırçalıyor, kah öğüt veriyordu. Durumun saçmalığını komikliğe götüren bir dokunuş gibi. Şimdi Nazım çıksa gelse şu bahçeye, Kemal’in kırış kırış yüzüne, kısılmaktan küçücük kalmış gözlerinin taa derinlerine bakarak şu dizeleri okusa:

‘Akrep gibisin kardeşim,

Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin, kardeşim,

Serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

Midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi

Korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

Beş değil,

Yüz milyonlarlasın maalesef.’

Anlar mı Kemal?

“Ülkede geçim sıkıntısı, ekonomik sorun yoksa sen sabahtan akşama neden çöplerden eşya topluyorsun pislik içinde be kardeşim?” diyemedi. Yutkundu, ‘bu insanlarla nasıl olacak?’ sorusu, kasveti sardı içini.

On gün kadar geçti. Ailecek bahçede mangal yapıyorlardı. Yanlarına geldi Kemal. Masaya davet ettiler. Ona da tabak, rakı koydular. Oturdu. Muhabbete katılmak istiyordu, belliydi. Neyse laf lafı açtı. “Beni şu komşular AKP’ye üye yaptılar” dedi. Baktılar, hangi evi gösterdiğini anlamadılar. “Telefonuma bir gün Belediye Başkanından, bir gün vekilden mesaj geliyor. Şu evdeki komşular burayı çöplüğe çevirdi diye beni şikayet edecek olmuş. Ev sahibiniz hemen atılıp benim AKP’li olduğumu anlatmış.” Nasıl da gururla anlatıyordu. Masadaki herkes onu dinliyordu. Sabahtan akşama kızgın güneş altında, rüzgarda, yağmurda çöpleri karıştıran Kemal değildi artık o. İktidar aygıtının bir parçasıydı. Şöyle bir tepeden süzdü masadakileri. Eski Türkiye’nin kalıntısı, ailenin her bireyi mürekkep yalamıştı belli. Ellerinde her gün gazeteler, kitaplar. “Siz daha okuyun, okuyun. Bak ben ilkokul terk, sokağın orta yerine yığıyorum hurdaları. Sonra telefonuma mesaj geliyor. Kemal şu gün, şuraya gel. Gidiyorum. Tost, ayran veriyorlar. Orada üstüme bazen çay atılıyor. Daha ne olsun?” Sarayda kendisi oturuyordu sanki, o uçaklarda Kemal uçuyordu hep. Ev halkı göz göze geldi, Kemal’in tavırlarına şaşakalmışlardı. Gözleri mangala çevrildi. Mangalın başında Nazım, mavi gömleğini giymiş. Gülümsüyordu. Elinde köftesi Kemal’e doğru yürürken:

“ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

Kabahat senin,

-demeğe de dilim varmıyor ama-

Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.”

Gözleri Nazım’la Kemal arasında gitti, geldi.