DOLAR 32,4983 0.15%
EURO 34,7890 0.16%
ALTIN 2.488,401,07
BITCOIN 20793125,13%
İzmir
20°

PARÇALI AZ BULUTLU

Özgün Utku

Özgün Utku

27 Mart 2023 Pazartesi

KIRMIZI PAZARTESİ

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği halde engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayeti anlatır. Olaylar Kolombiya’da geçer.

“Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah 5:30’da kalkmıştı.” cümlesiyle başlar Gabriel Garcia Marquez’in 1981 yılında yazdığı Kırmız Pazartesi adlı romanı. Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha ilk cümleden bellidir. Roman yalnızca bir cinayeti olanca ayrıntısıyla masaya yatırmaz, aynı zamanda toplumsal bir ruh çözümlemesi gibi  halkın davranış biçimlerini de resmeder.

“O sırada kimliği hiçbir zaman belli olmayan birisi, zarf içine konulmuş bir kağıdı kapının altından atmıştı, içinde onu öldürmek için birilerinin pusuda beklemekte olduğu Santiago Nasar’a haber veriliyor, üstelik bu komplonun yeriyle nedenleri ve son derece kesin daha başka ayrıntıları da açıklanıyordu.”

Kırmızı Pazartesi bugün Türkiye’de yaşansa… Şöyle bir hayal edelim; örneğin Adliye koridorlarında korkusuzca ‘Şeriat isteriz!’ diye bağırıyorlar. Toplum  bunu görüyor, duyuyor; laikliğin yok edilmek istendiğinin ayırdında. Ve, susuyor…

“Meydandaki açık olan tek yer, kilisenin bitişiğinde, Santiago Nasar’ı öldürmek için bekleyen o iki adamın bulunduğu sütçü dükkanıydı. ”

Günümüz Türkiye’sine uyarlasak romanı; neredeyse her hafta yakalanan çeteleri çağrıştırıyor bu cümle. Peki bu çeteler nereden geliyor, ellerindeki silahlar nasıl, nereden geliyor? Sorular, sorular. Güvenliğin katledildiğini görüyor, biliyoruz. Kimse bir şey yapmıyor.

“Limanda bulunanların pek çoğu Santiago Nasar’ı öldüreceklerini biliyordu.”

Bu cümleyi günümüze uyarlarsak aklıma hemen kadın cinayetleri geliyor. Her gün türlü yollarla, kah dizi senaryolarıyla, kah ders konularıyla ötekileştirilen, yok sayılan kadınların sonu elbet ya dayak ya ölüm. Bunun böyle olmaması için toplum olarak biz bir şey yapıyor muyuz?

“’Her zaman ölüden yana olmak gerek.’ demişti o da.”

Anayasa Mahkemesi Can Atalay için iki kez hak ihlali kararı verdi. Buna karşın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı TBMM’de okutulup Atalay’ın milletvekilliği düştü. Adalet öldü. Siz ‘ölüden yana olmak’ ifadesini okurken bunu mu düşündünüz? Adalet katledilirken ne yaptınız?

“İşleneceği bu kadar açıkça duyurulmuş bir cinayet olamazdı.”

Nasıl da kendini apaçık ifade eden bir cümle. ..

Bugünün Türkiye’sinde gelmekte olan Kırmızı Pazartesi ne? 31 Mart günü yapılacak yerel seçimler. Muhalefet parça parça.. Bu yapıyla seçime gidilirse ne olacağını biliyoruz. Kitabın daha ilk cümlesinde son belli..

Laikliğin, güvenliğin, adaletin, kadınların, demokrasinin katledilmesine sessiz kalan bizler halen susup sonucu izlemeli miyiz?

Çağının çağdaşı bir ülkede yaşamak için halk olarak muhalefet partilerini uzlaşmaya çağırmalıyız. Aydınlar, sanatçılar, bilim insanları, bizler Kırmızı Pazartesi’nin geldiğini bilip görenler bunun için sonuç gerçekleşmeden ayağa kalkmalı eylem ve söylemle, gerekirse haykırarak sağır kulaklara ulaşmalıyız. Seçimden önce uzlaşmayı sağlayamazsak; sandıkta oylarımızla.

Haydi dostlar Kırmızı Pazartesi yaklaşıyor. Bizim romanımız mutlu sonla bitsin.

 

Devamını Oku

DEVEYE SORMUŞLAR

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Okullar 11 Eylül pazartesi günü açıldı. Yeni eğitim öğretim yılında değerli eğitim emekçileri ve sevgili öğrencilere başarılar diliyorum. Okulların açılması ile birlikte ülkemizde üç ana başlık konuşulur oldu.

İ.     Derse okula aç giden öğrenciler. Günden güne artan alım zorluğu ile aileler ev kirası, elektrik, su vb masrafı derken gıdaya daha az para ayırır oldu. Önce et alışveriş listesinden çıktı, sonra peynir, süt, yoğurt, meyve…

1. Dengesiz beslenme çocuklarda Türkçe okuduğu bir metni anlayamama; öğrenme güçlüğü, zeka geriliği sonucunu doğurmaya başladı.

2. Kötü beslenme sonucunda evlatlarımızda bodurluk, obezite görülüyor.

Bu nedenle okullarda bir öğün ücretsiz eğitim için çaba verilmektedir.

İİ.     Okullarda karma eğitime karşı girişimler. Öğretmenlere önlük dayatması ile kadın öğretmenlerin giyimine, etek boyuna karışma çabası. Kadınların, kızların toplumdan soyutlanarak nereye varılacağının en somut örnekleri Afganistan’da yaşananlar, ya da başını kurallara uygun olarak örtmediği için öldürülen Mahsa Amini’dir.

İİİ.    Çedes Projesi;

Milli Eğitim Bakanlığının Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) projesine göre; her ilçede bir koordinasyon kurulu kurulacak. Bu kurulda ilçe müftüsü ile manevi danışmanlar, yani vaizler, vaizeler, Kuran kursu öğrencilerinin yer alması öngörülmüş. Komisyon okullarda kurulacak olan “değerler kulübü” ile çalışmalar yürütecek, seminerler düzenleyecek, dini mekan ziyaretleri yapacak, kandil etkinliklerinde bulunacak, öğrencileri kamplara götürecek. Bu program ana sınıfından 12. Sınıfa kadar tüm sınıflarda uygulanacak. İzmir’de 842 okulda değerler kulübü ile birlikte çalışacak manevi danışman belirlendi bile.

Eğitim ve öğretim ile ilgili olarak anayasanın 42. Maddesinde:’Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.’

ÇEDES Projesi;

  1. Anayasanın 42. Maddesine aykırıdır.
  2. Soyut düşünme becerisi olmayan ana sınıfındaki çocuklara bu tür soyut bilgiler verilmesi eğitim psikolojisi açısından sakıncalıdır.
  3. Rehberlik ve psikolojik danışma öğretmenleri atama beklemektedir.

Eğitimin sorunları konuşulurken sizin de aklınıza; deveye sormuşlar “neden boynun eğri?” diye. O da “nerem doğru ki?” demiş atasözü gelmiyor mu?

 

 

Devamını Oku

NASIL BİR EĞİTİM?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

2030 yılında şu an var olan mesleklerin yüzde yetmişinin olmayacağı, yüz yeni mesleğin geleceği söyleniyor. Şehirden şehre giden sürücüsüz taksiler, ‘drone’larla eyaletten eyalete gönderilen kargolar deneniyor. Karanlıkta makine yapan makinelerin olduğu fabrikalar var. Bugün mavi yakalı olarak tanımladığımız birçok iş kolu yarınlarda olmayacak. Öyleyse ne yapmalıyız?

Elimizdeki pastayı iki yolla büyütebiliriz. Birincisi ununu, şekerini arttırmakla. Bu hormonlu büyümedir. İkincisi pastadaki meyveyi, cevizi, bademi arttırmakla. Bu eğitimdir. Eğitim tutum geliştirici davranışlar kazandırır.

Bu arayış içinde, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İzmir Şubesi Yönetim Kurulumuz değerli paydaşlarımız; Eğitim İş İzmir 1, 2, 3, 4 Nolu Şubeler ile birlikte ‘Nasıl Bir Eğitim?’ konulu Kısa Film Yarışması açtık. Sponsorumuz Buca Belediyesi, BUCAMAR. Kısa film yarışmamızın ismini, Köy Enstitülerinde en çok çalınan müzik aleti olan mandolinden esinlenerek; Mandolin koyduk. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken ‘Nasıl bir eğitim?’ sorusuna hep birlikte yanıt arayacağız.

Yarışmamızla ilgili ayrıntılı bilgiyi: www.mandolinkisafilm.org adresinden alabilirsiniz.

Mandolin Kısa Film Yarışmasının basın duyurusunu 16 Mart günü yaptık. 16 Mart 2023 Öğretmen Okullarının 175. Kuruluş Yıldönümü idi. Öğretmen Marşındaki aynı duygu ve kararlılıkla yola çıkıyoruz:

“Candan açtık cehle karşı bir savaş

Ey bu yolda ant içen genç arkadaş

Öğren, öğret, hakkı halka gürle coş

Durma, durma koş!”

Eğitimciler, bizler panellerde, konferanslarda eğitimle ilgili görüşlerimizi paylaşıyoruz. Mandolin Kısa Film Yarışması projesinde ise amacımız “z” ve “alfa” kuşağını dinlemek. Genelde gençler, öğrenciler, yeni mezunlar kısa film çekiyor. Biz gençlerin durduğu yerden, onların bakış açısıyla, onların gözünden “Nasıl Bir Eğitim?” sorusuna yanıt arıyoruz.

Pandemi döneminde üniversiteyi kazanıp mesleğiyle ilk olarak bilgisayar ekranı üzerinden tanışanlar oldu. Ne hissettiler? Belki sorunlarını, belki durumlarını anlatacaklar, ya da çözüm önerilerini paylaşacaklar. O günlerde üniversiteyi bitirenler yıllarca evde kaldılar. Hayallerle, umutla okuyup bitirdikleri üniversite sonrası evde işsizlikle tanıştılar. Covid günlerinde ilköğretime başlayan evlatlar vardı. İlkokul birinci, ikinci sınıfta bilgisayar ekranı önündeydiler. Onların ince motor becerileri ne durumda?  Aileleri; çocuklarının o günlerini ve bugünlerini dileriz bizimle paylaşırlar. Pandemi döneminde İki yıllık okulu kazanıp, okulun kapısından girmeden mezun olanlar oldu. Bugün yaşadıkları yoksunluklar neler, bu konuda ne yapmalı? Yıllarca okuyup, okuyup, mesleğine kavuşamayanlar; atanmayan öğretmenler. Biz susalım, onlar anlatsın isteriz. Gözümüz, kulağımız, kalbimiz “Nasıl Bir Eğitim?” konusunda sözü olanları dinlemek üzere açık. Onlarla birlikte bu soruya yanıt arayacağız.

Ülkemiz şubat ayında yaşadığımız depremle on binlerce can yitirmiş, evler, yuvalar, hayatlar yıkılmış; ardından gelen sel ile yeniden sarsılmışız. ‘Böyle bir yarışmanın sırası mı?’ diyeceksiniz. Tam da sırası arkadaşlar. Sakarya Savası’nın en zorlu günlerinde 15-21 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi toplanmış. Ankara’da toplanan Kongreye Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk de katılmış. Katılan öğretmenlere “gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri” şeklinde hitap etmiş. Kurtuluş Savaşımızın en sıkıntılı zamanlarında bile öncelik eğitimdeymiş.

Günümüzde Covid oldu akla ilk gelen okulları kapayıp uzaktan eğitime geçmekti. Depremde Türkiye’deki üniversitelerin tamamı uzaktan eğitime geçti. Her gelen Milli Eğitim Bakanı ile eğitim sil baştan ediliyor.

Eğitim ülkenin geleceğini şekillendirir, yarınlarını inşa eder. Eğitmen Kurları, Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri… Genç Cumhuriyet en uzak köydeki vatandaşına da eğitim yoluyla ulaşmayı hedeflemiş. Köy Enstitüleri yasasının gerekçesinde: “Türkiye’de büyük nüfus çoğunluğunun yaşamakta bulunduğu köylerimizde ilk tahsili hızla yaymak, aynı zamanda  köylerimize köy zanaatlarını öğrenmiş unsurlar kazandırmak gereksinimi, hükümeti içeriği aşağıda anlatılacak olan Köy Enstitülerini kurmak ve mezunlarını istihdam edebilmek üzere kanuni yetki talebine sevk etmektedir.” İfadeleri vardır. Köy Enstitüleri; çoban adayı 17 bin 341 köy çocuğundan, bilinçli aydınlar, gerçek Cumhuriyet öğretmenleri ve köy sağlık memurları yaratan devrimci kurumlardır. Özünde Köy Enstitüleri, bir özgürleşme eylemidir. Köy Enstitülerinde okuyan gençlere:” Yaşam sizin, hasretle baktığın her şey, geleceği kendi elleriyle kurma fırsatı… bu açık pencere sizin!” denmiştir. Bugün ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu şartlarda gençlere aynısını diyebilmek için arayıştayız. Nasıl bir eğitim?

Bir tarafta depremden çıkmış, ekonomisi zaten zordayken daha da zora düşmüş ülkemiz diğer tarafta örneğin DART’la olası göktaşını dünyaya çarpmadan yok etme deneyi yapan dünya. Bu şartlarda yetişen gençler yaşıtları ile rekabet edecek. Öyleyse nasıl bir eğitim?

Atanmayan; markette, inşaatlarda çalışan, intihar eden öğretmenler. Üniversiteyi bitirip yurtdışına çalışmaya giden gençler. Ne işte ne eğitimde olan, “ne iş olsa yaparım abi” diyenler. Yıkılan apartmanların, sitelerin içinde; mühendis tarafından projelendirilip kuralına göre yapıldığı için sapa sağlam ayakta duran binalar. Öyleyse nasıl bir eğitim?

Gençlerle, sizlerle birlikte yanıtı arayalım; ‘Nasıl bir eğitim?’ Haydi gençler; yaşam sizin, bu açık pencere sizin…

Devamını Oku

DEPREM VE UZAKTAN EĞİTİM ÜSTÜNE

0

BEĞENDİM

ABONE OL

6 şubat saat 04:17’de merkez üstü Kahramanmaraş olan 7.7 şiddetinde bir deprem oldu. Bu depremi Elbistan merkezli 7.6 şiddetindeki deprem izledi. Depremlerin etkisini şiddetleri kadar yüzeye yakınlığı ve süresi de belirler. Bu iki parametre açısından da yaşadığımız depremler çok şiddetliydi. 

Eğitimle depremin ne ilgisi var diyeceksiniz. 

Bu depremde iki yer “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir, fendir.” diyen Başöğretmenimizi yine, yeniden haklı çıkarıyordu. Birinci depremin en çok zarar verdiği Hatay’da hiçbir binanın yıkılmadığı Erzin ilçesi. Yani binalar bilim insanlarının önerdiği yerlere, onların önerdiği kat yüksekliğinde, onların önerdiği standartlarda yapılırsa yıkılmıyor. İkincisi ise Kahramanmaraş’ta bulunan, depremde tek bir camı bile çatlamadan, sapa sağlam ayakta duran İnşaat Mühendisleri Odası binası. Aynı depremi, aynı süre boyunca yaşamış ve hiçbir hasar almamıştı. Yani depremde ‘bir kader planı’ yoktur. ‘Bu ölen insanlar aynı zamanda Mars’ta da olsalardı’ ölmezlerdi. 

Depremden kurtarma çalışmalarında dünyadan gelen ekipler oldu. Onların kullandığı birçok yeni tekniği gördük, öğrendik. Teknolojik gelişmeye giden yol bilimle, bilim eğitimle olur. 

Depremde somut olarak gördük ki bilim, eğitimin yolu 'yaşam'ın yoludur. Dünyada bilim, teknoloji böyle koşar adım ilerlerken üniversiteleri uzaktan eğitime döndürmek akıl almaz bir karardır. Depremzedeler kamu misafirhanelerine, dinlenme tesislerine, şu an neredeyse tamamı boş olan otellere yerleştirilebilir. Covid nedeniyle neredeyse iki yıl uzaktan eğitim yapılmıştı. Bir yıl kadar yüz yüze eğitimden sonra yeniden uzaktan eğitime dönmenin; diğer seçenekler varken, mantıkla açıklanabilir bir yanı yoktur. . Eğitim aynı zamanda akrandan öğrenmedir. Zaman zaman deneyler yapmaktır. Dört yıllık üniversite eğitiminin neredeyse 2.5 yılını uzaktan almış üniversite mezunu gençlerin meslek hayatlarında karşılaşabilecekleri yoksunlukları hepimiz düşünebiliriz. 

Eğitimin, bilimin 'yaşam' olduğu gerçeğinin suratımıza şamar gibi vurduğu bu günlerde ivedilikle bu karardan geri dönülmelidir.

Devamını Oku

MERHABA 2023

0

BEĞENDİM

ABONE OL

2023 yılına girdik. Bu yıl Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlayacağız. Çok anlamlı bir yıl. Bu nedenle 2023 yılındaki köşe yazılarıma yeni yılı selamlayarak başlamak istedim.

Cumhuriyet onca yıkma çabasına karşın 100 yıldır ayakta. Bu tabii durduk yere olmuyor. Onu yaşatmak için her türlü zorluğu göze alanlar, direnenler sayesinde oluyor. Onlarca, yüzlerce direnenin birkaçından bahsetmek isterim.

3 Ocak 2023 günü ikinci yılını dolduran Boğaziçi direnişiyle başlayacağım. Boğaziçi iktidarın eğitim politikasını anlatmak için son derece somut bir örnek. Eskiden Türkiye’de birkaç tane olan Anadolu Lisesi’ne öğrenciler sınavla, titizlikle seçilerek alınırdı. Oralarda görev yapacak öğretmenler de en başarılılar arasından seçilirdi. Hazırlık sınıfıyla eğitime başlanır. İngilizce bu sınıfta öğretilir. Ardından gelen sınıflarda matematik, fen, fizik, kimya, biyoloji hep İngilizce okutulur. Orta birinci sınıfta da Almaca ya da Fransızca’dan birini seçen öğrenci ikinci yabancı dili diğer orta öğrenim kurumları düzeyinde öğrenirdi. Günümüzde neredeyse her mahallede bir Anadolu Lisesi var.  Eski eğitimden ise eser yok. Sonra sıra başarılı Lise’lere geldi. “Proje okul” kavramını tanıdık. Eğitimde esas olan öğretmendir. Bu okullardaki öğretmenler dağıtılınca binalar dört duvardan ibaret kaldı. Bu başarılı okullar gün günden geriye gittiler. Eğitim kalitesini arttırmak diye bir kaygı yok. Amaç biat eden, itaat eden; vatandaş değil kul olan insan tipini yaratmak.  Üniversite olarak Boğaziçi eylemlerin içinde olan, iktidara ‘gözünün üstünde kaşın var’ diyen bir kurum değildi. Yetmeeezz. Her şeye karar veren zihniyet bir gün üniversiteye,   o üniversiteden mezun olmamış, orada hiç ders vermemiş birini atayıverdi. O gün bugündür üniversitenin hocaları kışın yağmurda, karda, yazın kızgın güneş altında; her gün  bahçede toplanıp rektörlüğe arkasını dönüyorlar. “Ben yaptım, oldu” kafasına direniyorlar.

Yılı Korgeneral (er) Vural Avar’ın 20 Aralık günü, 84 yaşında, cezaevinde ölmesi haberini konuşarak kapattık. Vural Avar paşa ve komutanlar 28 Şubat 1997’de laikliğin korunmasının  önemine vurgu yapan bir bildiri yayınlamışlardı. Olayın mağduru olduğu iddia edilen Necmettin Erbakan’ın ölümünden sonra suçlandılar. Haklarında “Hükümeti cebren devirmeye, düşürmeye iştirakten” dava açıldı. Bildirinin yazılış tarihinden tam 16 yıl sonra; 2 Eylül 2013’de hakim karşısına çıktılar. Davada 76’sı tutuklu 103 sanık vardı. 19 Aralık 2013’de “Tutuklu kaldıkları süre göz önüne alınarak ve delilleri karartma şüphesinin ortadan kalkması” nedeniyle serbest bırakıldılar. Süreçte; davayı açan Savcı Mustafa Bilgili FETÖ üyeliğinden, soruşturma aşamasında savcılığa bilgi ve belge gönderen Genelkurmay eski Adli Müşaviri Albay  Muharrem Köse  FETÖ üyeliği ve 15 Temmuz’u planlama girişiminden tutuklandı. Davaya konu belgelerin hepsi savunma tarafından çürütüldü.  9 Temmuz 2021’de Yargıtay davaların zaman aşımı nedeniyle düşmesi kararını bozdu. 37 sanığın beraat kararını onadı. 19 Ağustos 2021’de  14 sanık hakkında müebbet hapis cezası verdi, hapse atıldılar.  9 Eylül 2021’de 13 emekli generalin rütbeleri söküldü. Yaşları seksenin üzerinde olan bu paşalar, hapiste ölüme bırakıldı. Paşalar eğer yaşlı oldukları için “af” talebinde bulunsalardı, belki de affedilirdi. Oysa onlar laikliğin savunulmasının doğru olduğunu düşünüyorlar, bu nedenle “af” edilecek bir suçları olmadığını söylüyorlardı. İnandıkları doğrular için ölümü göze alarak direndiler, direniyorlar.

Bir de Selahattin Demirtaş var tabii, yattığı hapishaneden su ısıtıcısı (ketıl) aracılığıyla mesaj gönderiyor. Bir gün TBMM’de grup konuşması yapmak için kürsüye çıktı ve; ‘seni başkan yaptırmayacağız!’ dedi. O gün bugündür hapiste. Bir tek geri adım atsa, uzlaşsa anında tahliye olur.  Özgürlüğüne, evine, ailesine, sevenlerine kavuşur. Bir adım geri atmıyor, direniyor.

Ekrem İmamoğlu’nun ismi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak duyurulduğu gün büyük kitleler onu hiç tanımıyordu. Adaylığı boyunca devletin tüm olanaklarına karşı yarıştı. Seçim günü tam oyları öne geçtiğinde ekranlar gitti. O, saat başı açıklama yaparak hepimizi ekran başına kilitledi. İnancı, direnci ve ıslak imzalı sandık tutanaklarının partinin elinde olması sonucu seçimi 13 bin oy farkla kazandı. Uzunca bir zaman mazbatası verilmedi. “Hiçbir şey olmasa bile bir şey oldu.” dendi. Sonra sandıktan, aynı zarftan çıkan 4 pusuladan 3’ü geçerli sayıldı, biri iptal edildi. İmamoğlu tam da aynı gün vatandaşı meydanlara çağırdı, kollarını sıvadı ve “Gençliğimiz var.” dedi. Seçimi ikinci kez; bu defa 806 bin oy farkla kazandı. Başkanlığı boyunca hiç geri adım atmadı. Yandaşlara, tarikatlara peşkeş çekilen yerleri, paraları Belediyeye, İstanbulluya kazandırdı. İhaleleri, meclis toplantılarını izlemek isteyen herkese açık olarak internet üzerinden yayınladı. Vatandaşa yapılan yardımların, öğrencilere verilen desteğin kimsenin lütfü değil;  en doğal vatandaşlık hakkı olduğunu söyledi. Şehrin böyle de yönetilebileceğini gösterdi. Bugünlerde  Ekrem İmamoğlu için birbiri ardına suçlar icat ediliyor, ceza yasasının var olmayan maddelerinden hükümler veriliyor; ama biliyoruz o pes etmeyecek. İmamoğlu direndi, direnecek.

Bir de her eylemde en önde gördüğümüz kadınlar var. Ağacı korumaya koşan, çocuk tecavüzüne ‘Dur!’ demek için meydanları dolduran, hayvanları korumak için gecesini gündüzüne katan kadınlar. Öldürülen diğer kadınların hak arayışı için evinden çok mahkeme kapılarında olan kadınlar… Saçlarından yerlerde sürükleseniz, yumrukla devirip tekmeleseniz de susmayacak, pes etmeyecek kadınlar… İyi ki varlar.

“Bir tek bu yazdıkların mı var?” diyorsunuz şimdi. Yok tabii, onlarca dernek var, sendikalar var, siz varsınız. Yıllardır inandığınız doğrular  için ayağa kalktınız, direndiniz. İnanmaktan, umut etmekten hiç vazgeçmediniz. Şairin dediği gibi:

“En güzel deniz:

                  henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk:

                  henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz:  

                  henüz yaşamadıklarımız…..”

2023 direnmek üzere ayağa kalktığımız her şeyin gerçek olduğu yıl olsun… Bu yıl o yıl olsun.

Mutlu yıllar.

Devamını Oku