DOLAR 32,3450 -0.05%
EURO 34,8277 0.09%
ALTIN 2.384,82-0,48
BITCOIN 19918585,36%
İzmir
24°

PARÇALI AZ BULUTLU

Yaşar AKSOY

Yaşar AKSOY

12 Mayıs 2021 Çarşamba

BENZİNCİ HAFIZ HEYKELİ YERLEŞTİRİLDİ…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesinin alkışlanacak vefaları sonucunda, İzmir ve Kemeraltı’nın sembolü Benzinci Hafız’ın heykelini Milli Kütüphane Caddesi üzerine yerlestirildi.

Aşağıda Türk Basınında Hafız ile 1985 yılında yaptığım ve Yeni Asır gazetesinde yayınlanan ilk kapsamlı röportajımı sunuyorum. Fotoğrafımızı Yeni Asır muhabirimiz merhum Ergun Ulcay çekmişti. Hafız ise 1997 yılında vefat etti.

HER İKİ GÖZÜMÜ DÜŞMAN ÇIKARDI

Benzinci Hafız’ın ger­çek ismi, “Mustafa Ayrıközü” idi.. Sesi ağdalı ve nakaratlı ol­duğu için ona kısaca “Hafız” derlerdi.. Gizemli sesini, “Kemeraltı” çarşısına deniz tarafından girer gir­mez hemen duyardınız. Çar­şı içine doğru ilerledikçe, soldaki Hükümet Konağı du­varını, sağda ise Şekerci Galip’i geçtikten sonra, Birinci Beyler Sokağı köşesine doğru yaklaştığınızda, hemen sağ duvar dibinde, tahtına kurulmuş bir “Sokak Padişahı” edasıyla tezgahının üstündekileri pazarlamaya çalışan Hafız’ı fark ederdiniz. Görmeyen gözleri tam karşıdaki Şifa Eczanesi’ne doğru yönelmiştir ve ağdalı sesiyle maniler okumakta ve böylece çak­maklara benzin satmaktadır:

“Çakmaklara benzin..

Çakmaklara taş geldiiii..

Uğramadan geçmeyin

Hafız’ın tezgahınaaaa….”

Hiç görmeyen gözleri ile gazel-şarkı karışımı nakaratlar söyleyerek gelip geçeni mutlaka ken­disine baktırırdı. Onun büyüleyici sesi, tam 60 yıl Kemeraltı kaldırımlarında hep aynı köşede yan­kılandı. Esmer tenli, yüzü bomba patlaması so­nucu şarapnel parçalarıyla delik deşik olmuş, oldukça tombul ve yaşlı, hep başını ileri geri sallayan biriydi. Bazen kendisine hitap edenlere esprili ve kinayeli yanıtlar veren bu garip kişi, yalnızca Kemeraltı’nın değil, koskoca İzmir’in de giderek unutulmaz bir sembolü olmuştu. Benzinci Hafız olmadan Kemeraltı düşünülemezdi.

Hafız’ın sesi hala kulaklarımızdadır, unutulmaz gazelleri kulak mememizin civarında yankılanıp durur.. Güngörmüş gırtlağından dökülen hüzünlü sesini duyamadığınız zaman, Kemeraltı çıkışında kendinizde bir eksiklik hissederdiniz. Hasta olup Karşıyaka’daki evinden vapurla her sabah olduğu gibi, iki büklüm eşinin kolunda çarşıya gelememiş ise, Hafız’a neler olduğu herkes birbirine sorardı. Gözler ve de kulaklar hemen onu arardı. Sesi, çarşıda herkesçe eşit biçimde bölüşülen bir “hayırlı işler ilahisi” ve “alışverişler hoş olsun gazeli” gibiydi:

“Alışverişe hoş geldiniiiz..

Hafız sizi bekleeeer…

Çakmaklara benzin

Çakmaklara taaaaaş..”

Kemeraltı’na girip, Irmak Pasajı’nı biraz geçtikten sonra, Ehram Mağazası’nın önünde duvara yaslanmış Hafız’ı görürdük (Günümüzde tam orada telefon tellerinin top­landığı teneke santral var). İki mağazanın birleştiği duvar payının tam cadde üzerindeki boşluğuna minicik tahta tezgahını kurmuş olurdu.

Gövdesinin tüm ön kısmını kaplayan kucak tezgahında, irili ufaklı onlarca benzin şişesi ve gazlı çakmaklar için yeni piyasaya çıkmış kırmızı kafalı uzun ve dolgun gaz tüpleri sıralanırdı.

Herkes, Hafız’ı tanırdı..

Hayrettir ki, Hafız da herkesi sesinden tanırdı. Tam karşıdaki Şifa Eczanesi’nin sahibi Süleyman Ferit Eczacıbaşı yanına mı gelmiş, daha sesini duyar duymaz “Ver Ferit Bey, mübarek elini bi öpeyim” derdi. Öbür köşedeki yazar ve eczacı Kemal Kamil Aktaş, önünde durup merhaba mı çekmiş, hemen onu sesinden fark edip “Kemal bey, kalfanı yanıma gönderiver, bugünkü gazete makaleni bana okuyuversin” deyiverirdi. Tanımadığı ses, tanımadığı gölge yoktu sanki… 1950’li yıllarda anamın elini sımsıkı tutmuş bir şekilde, Karşıyaka’dan Kemeraltı’na gittiğimizde, tam önüne gelir gelmez, anam onun eline kağıt para sıkıştırır ve hatırını sorardı. Anamın sesini hemen tanır, derin uykudan uyanmışçasına silkinerek, elini tutmaya çabalardı: “-Vay hocanım… Hocanım.. Nerelerdeydin be yahu?.. Bir süredir görünmez oldun. Eyi misin, hoşmusun?… Veled nerde, yanında mı?..

Anam benim elimi, Hafız’ın kocaman, pırtaklı avucu ile buluşturup, “Veled, elinden öper..” deyince, korku filmin­den kopup gelmişçesine bana ürkütücü gelen bu yaşlı adamın elimi okşamasını ürpererek izlerdim. Anamın her Ramazan sonrasında, Şeker Bayramı arifesinde, fitre ve zekat gibi İslami ödevlerini yerine getirmek için, ta Karşıyaka’daki Çocuk Yuvası civarında kalkıp, Kemeraltı’na Hafız’a benimle gitmesini, bilseniz şimdi nasıl özlüyorum, nasıl da iliklerime kadar hüzünle ürperiyorum.

Onun tezgahını ziyaret etmek, bizim anlı şanlı Kemeraltı gezilerimizin en ilginç dakikalarını oluştururdu. Renkli resimli çocuk dergilerini alması için anamızı ısrarla “Yavuz Kitabevi”nin içine doğru sürüklerdik.. Yoğurtlu nefis dönerlerini veya dillere destan trança şişlerini mideye indirmek için “Ekmekçibaşı Lokantası”nın rahat koltuk­larına kurulurduk.. Kemeraltı Camii karşısındaki Gaffarzade Oteli altındaki “Şerbetçi Kadir”in inanılmaz ferahlatıcı şerbetlerini dilimizde keyifle okşardık.. Bütün bu keyiflerden sonra Meserret Oteli’ne gider, avlu­sundaki küçük bir dükkancıkta “mücellitlik” yapan (ciltçi) küçük amcamız Altınkalem İzzet Efendi’nin dizi dibinde, ondan İzmir’in işgali ve Yunan mezalimi hikayelerini dinlerdik.

Benzinci Hafız, bu muhteşem Kemeraltı filminin en çarpıcı, kör bir esrarengiz adamla beni buluşturan, en hüzünlü ve korkutucu karelerini oluştururdu. Yeni Asır’da çalışırken 1985 yılında foo muhabiri kardeşim Ergun Ulcay ile yanına gidip bir röportaj yapmak istediğimi kendisine söylediğimde, Zehra Hocanımın oğlu olduğumu da ilave ettiğimde, tam 30 sene sonra beni tanımasına şaşırmış, küçük dilimi yutarcasına birkaç sani­ye afallamıştım:

“-Ulen veled Yaşar?.. Böyüdün de, gazatacı mı oldun?.. Hay, sen çok yaşa, e mi?.. Anan hocanım nassıl?.. Ellerinden öpüverdiğimi ulaklayıver, e mi?.. Hay, sen çok yaşa, veled Yaşar!..”

Hafızla yaptığım ve yayınladığım röportajda, çocukluk dünyamda yer etmiş bu sinemasal sokak satıcısının, gerçekte bir “milli mücadele kahramanı” olduğunu orta­ya çıkarmıştım. Bizim Hafız, azılı bir Kuvayı Milliyeci değil miymiş?..

Evet.. Kemeraltı’na girip, Irmak Pasajı’nı biraz geçelim. Hafız’ı, Ehram Mağazası’nın köşesinde hemen gördük. Aralıksız 50 yıldan beri aynı köşede çakmak benzini ve çakmak taşı satan Hafız Amca, yaz, kış, yağmur çamur demeden o köşecikte, küçücük tezgahını açar ve gelen geçenin isteklerini yerine getirir. Sabahın erken saatlerinde Karşıyaka’dan vapurla geçer, çok şakacıdır, tüm çarşı esnafı ve işportacılar tarafından çok sevilir.

Ama kimse, Hafız’ın ne yaman bir Mili Mücadele kahramanı olduğunu bilmez. Çünkü o gözlerini kaybettiği kan ve barut kokan yıllarını kimseye anlatmamıştır. “Hafız Amca’ya bakın, övünüyor” demesinler ister. Israr ettik, bize anlattı…”Kemeraltı’nın hatırı için herşey bilinsin, Kemeraltı’nın tarihi yazılsın” dedik, rica ettik. Şimdi sözü ona bırakalım. Kemeraltı’nın simgelerinden biri haline gelen Hafız, bize Milli Mücadele kahramanı Çetebaşı Mustafa’yı anlattı.:

“…1902’de Manastır’da doğdum. Ben bir yaşında iken ailem Suriye’ye göçmüş.18 yaşıma bastığımda Beyrut’ta Tıp Fakültesi’nde okurken, Milli Mücadele başladı. Kilis’te oturan babam Ali Efendi, (Benim oğluma okul gerekmez, ülke elden gidiyor) dedi ve beni yanına çağırdı. Babam beni Antep’i Fransızlara karşı savunan ünlü çetebaşı Şahin Bey’in yayına götürerek (Al bu oğlanı çete yap) dedi.

Şahin Bey, babamdan bir mavzer ile 25 mermi istedi ve beni dağlara sürdü. Çete yazıldıktan sonra başladık vuruşmaya. Fransız Antep’i sarmıştı. 500 kişilik çete kuvvetinden 150’si kırıldı. 50’si de yaralandı. Şahin Bey (Fransız beni şehit etsin, Antep’e öyle girsin) dedi ve kaçmayacak kurşunlara göğsünü açtı, Kerkit Köprüsü’nün başında vurdular koca Şahinbey’i… Arkasından nice ağıtlar yakıldı.

Başımıza bu kez, ünlü Karayılan geçti, sokak sokak çarpışıyorduk. Karayılan bir cami avlusunda, (Antep’i eşik eşik savunacağız) diye bir söylev verirken, bir top mermisi kafasını uçurdu. Kardeşi Memu ile beraber O’nu camii avlusuna gömerken, hiç unutmam Karayılan’ın cebinden 2 gümüş mecidiye çıkmıştı. Bu camii bugünkü Mehmet Karayılan isimli camidir. Bundan sonra bizleri Kılıç Ali ve Polat Paşa gibi komutanlar yönetmeye başladılar.

Bir evde mevzilenmiş düşmanla boğuşurken, aniden bir bomba patladı ve sağ güzümü kaybettim, tek gözle mücadeleye devam ettim.1920’nin Mart’ından, 1921’in Şubat ayına kadar durmamacasına savaştık. Sonra Atatürk’ten tel geldi. (Çeteler dağa çekilsin, fazla kırılmasın) demiş Paşaların Paşası… Biz geri çekilirken, 28 Şubat’ta Fransız gavuru da Antep’e girdi…

Antep, 4 Kasım 1921’e kadar düşman elinde kaldı. Sonra Ankara Antlaşması olmuş, düşman çekildi ve şehrimiz yine bize geçti. Çetede 150 kişi kalmıştık.Gerisi şehit olmuştu.Kılıç Ali ile Rauf Orbay, şehre geldiler.Hepimiz dikildik karşılarına. (Yunan cephesine gönderiverin bizi diye) yalvardık. Rauf Orbay (Yunan cephesinde askeri birlikler var, size ihtiyaç yok. Ama siz Musul’a gidin. Orada çete savaşı yapın.Nasıl olsa Anadolu’da Yunan’ı yeneceğiz ve Mustafa Kemal Musul’a yürüyecek. Siz, önceden orayı kaynatın) dedi. 250 kişilik kuvvetle, Antep’ten Musul’a yollandık. Fırat ve Dicle’den, çöllerden, dağlardan geçtik. Başladık İngilizlerle vuruşmaya.Musul’da 6 ay süreyle baskınlar verdik. 100 kişi kadar kalmıştık. Bir çatışma sırasın ben esir düştüm.

İngilizler benim tek gözlü olduğumu gördüler. Sol gözüme iğne sokup nurumu çektiler.Böylece iki gözü görmez oldum. Sonra da beni çöle bırakıverdiler. Kervan’dan kervana, handan hana derken Ankara’ya geldim. Vatan kurtulmuştu, önemli olan buydu. Büyük Paşalar benim Antep’teki mücadelemi bilirlerdi. Bana muhabbet gösterdiler. İzmir’e 1930 yılında geldim ve buraya yerleştim. 6 ay kadar Başoturak’ta nane sattım. Sonra işi, tarak ve jilet satmaya çevirdim. Daha sonra da çakmaklara benzinci oldum. Ve işte yıllardan beri bu köşedeyim.”

Hafız amca, gözlerimizi yaşartmıştı. Bu kez ona eski Kemeraltı esnaflarında kimler hatırladığını sordum.Hafifçe doğruldu ve sanki karanlık içinde önünden geçip giden çarşı kalabalığından birini görür gibiydi.Şifa Eczanesi’ne doğru bakıyordu:

“Eczacıbaşı Ferit Bey, büyük dostumdu. Karşıdan gelir, yanı başıma ayakta dikilir, hatırımı sorardı.Engin bir insandı.Öteki köşede Kemal Kamil Aktaş vardı. 7 Gün Dergisi’nde yan yana resmimiz çıkmıştır. O da büyük bir insandı, ismi gibi kamildi, yazar çizerdi. Çarşının iftiharıydı bu kişiler. Ehram Mağazasının Eşref Ergun Bey, Moda Mağazası sahibi tuhafiyeci Salomon Bencuya, Karakol’un karşısındaki aktar Mazhar Efendi, tuhafiyeci Feridun Yenen hepsinin seslerini duyar gibiydi. Nerdesin Ekmekçibaşı Ahmet Bey?.. Ahmet Bey’in oteli vardı, fırını vardı. Askeriyeye ekmek verirdi.Fakat sonra bu mülkleri yandı, şimdi sadece Ekmekçibaşı Lokantası var. Bu çarşıda nice büyük olaylara şahit olduk. 1930’larda Serbest Fıkra Başkanı Fehmi Bey İzmir’e gelince, büyük nümayişler oldu.İkinci Beyler Sokağı’ndaki Haydar Rüştü’nün Anadolu Matbaası’nı taşladılar.1946’da Kemeraltı’na Celal Bayar geldi. Politikaya atılmış ve İsmet Paşa’ya karşı çıkmıştı. Yürüyerek Kemeraltı’na girdi.Aman korkunç bir izdiham oldu.Şifa Eczanesi’nin kapısında Süleyman Ferit Bey ile kucaklaştılar.

Böyle geçti gitti yıllarımız. Herkes bana (Hafız) der, sesimi çıkarmam, yani Mustafa Ayrıközü’nü kimse bilmez, ismimi yazıver oğlum da öğrensinler. Kemeraltı’nı da yaz oğlum. Sabahtan akşama kadar gelip geçerler önümden. Nereden gelip, nereye gittiklerini iyi bilsinler…”

Hafız Amca’nın anıları devam ediyordu. Atatürk ile Mareşal Fevzi Çakmak ile Sarı Kışla’da ilginç buluşmaları ve konuşmaları olmuştu. Ama konumuzun dışında kaldığı için bunları aktarmayalım.Hafız’ı tanıyarak, Kemeraltı’nın nice değerler saklayabileceğini işaret etmeye çalıştık.

(Bu söyleşi 1985 yılında gerçekleşti ve Yeni Asır gazetesinde yayınlandı. Hafız, 1997’de vefat etti.)

Benzinci Hafız sizlere ömür

Benzinci Hafız bir gün sizlere ömür..

“İzmir” deyince akla “Kemeraltı” gelir…”Kemeraltı” deyince de, bir zamanlar “Benzinci Hafız” veya “Kör Hafız” akla gelirdi…

“-ÇAKMAKLARA BENZİN, ÇAKMAKLARA TAŞ!..”

Bu ağdalı bir genizden çıkan nakarat, yıllar yılı Şifa Eczanesi’nin tam karşısında minik tezgahını boynuna asmış vaziyette gelene geçene kendine has bir melodi sunan “Benzinci Hafız”ın sesiydi…

Yıllardır ortada görünmez olmuştu. Kemeraltı’nda 50 yıl tünediği köşesini artık boş bırakmıştı. Taa Karşıyaka’dan elini tutarak kendisini vapura, oradan çarşıya sürükleye sürükleye getiren çilekeş karısı da çoktan ölmüştü. Benzinci Hafız, 1988 yılından beri ortada yoktu, daha doğrusu Kemeraltı’nda yoktu. Bu yüzden onu vefat etti sanıyorlardı.

Oysa artık çok yaşlandığı ve hiç hali kalmadığı için evinden akşamüstleri Karşıyaka çarşısına kadar gelebiliyor, kıyıdaki bir banka oturuyordu. Vapurdan inip çarşıdan geçenleri, rüzgarını hissetmek istiyordu. Göğüs cebinden küçük pilli radyosunu dinler, naylon torbasındaki ilaçlardan bazen bir ikisini ağzına atardı.

Hafız Amca, üç-beş sene kadar Karşıyaka Çarşısında duvar diplerinde oturup elin­deki küçük pilli radyoyu dinlerdi. Gazete dönüş­lerinde yanma gittiğimde hemen sesimden bermutad beni tanırdı:

“-Uleeen Veled Yaşar.. Eyi ki geldin yanıma.. Hocanıma hep fatiha okur dururum, bilesin haaaa.. Bacaklarımın üstünde dikilemez oldum artık. Şu karşıdaki pastaneden bir pasta alıver de yalayıp dirileyim.. Çukulatalı oluversin gayri. Şu yan cebimde reçetem var, ilaçlarımı da eczaneden alıver bi zahmet..”

Çikolatalı pastayı hapur hupur yerdi garibim.. Hafız’ın reçetesinde bir tomar ilaç yazılı olurdu… Kalp, tansiyon, kolesterol, şeker, siyatik, ağrı dindirici, öksürük, prostat, vitamin hapları filan… Tek başıma reçetesini kaldıramazdım, hemen rahmetli çocuk doktoru Orhan Alpyörük’ün (rahmetli) yakındaki muayenehanesine uğrar ondan biraz para alır, sonra kahveye gidip eski sendikacı-devrimci Bülent Özyeşilpınar’dan da (rahmetli) biraz para alır, üstünü tamam­layıp ilaçlarını tamam ederdim. O da, arkamdan doktora, çok sevdiği Bülent’e ve bana hayır duaları ederdi.

Allah rahmet eylesin, Hafız Amca’yı 6 Nisan 1997 günü kaybettik. Böylece bir eski “İzmir siması” daha tarihe karıştı.

“BENZİNCİ HAFIZ” KİMDİ?

1902 Manastır doğumluydu. Bir yaşında iken ailesi Suriye’ye göç etmiş. 18 yaşına bastığında Beyrut’ta Tıp Fakültesi’nde okurken Milli Mücadele başladığı için savaşa katıldı.

Gaziantep kahramanı Şahinbey’in çetesinde savaştı. Antep’i Fransızlar’a karşı savundu.Bir bomba “sağ gözünü” yok etti, daha sonra Karayılan çetesine katıldı. Kılıç Ali ile Raf Orbay tarafından bir askeri birlik ile Musul’a gönderildi. İngilizlerle savaşırken esir düştü, bu kez İngilizler işkence ile “sol gözünü” de oyup çıkardılar.

1930 yılında İzmir’e yerleşti. Başoturak’ta nane sattı.Sonra jilet, tarak satmaya başlayıp Kemeraltı’nda Şifa Eczanesi karşısını kendine mesken tuttu ve tam 50 yıl orada adeta heykelleşti.

“Benzinci Hafız”, hala bastıramadığım “Kemeraltı Tarihi” kitabımda uzun bir yer tutar, tüm hatıralarını bana anlatmıştı. “Şekercibaşı Ali Galip, Eczacıbaşı Süleyman Ferit, Ekmekçibaşı Ahmet, Şerbetçibaşı Kadir, Kemal Kamil Aktaş”, Ehram mağazası sahibi “Eşref Bey” gibi Kemeraltı’nın sembol simalarının içindeydi. Artık rahmeti rahmana kavuştu..Ölmeden birkaç gön önce, “Ölürsem Yaşar’a haber verin, Şevket Bilgin Bey’in gazetesinde beni hatırlasın” demiş. Duyunca iliklerime kadar ürperdim.

Güle güle, rahat uyu “Büyük Kahraman”..

Sevimli “Benzinci Hafız” amcam benim!..

(Benzinci Hafız’ın ölümünden sonra Yeni Asır gazetesinde yayınlanan yazım)

HAFIZIN BÜSTÜ NEDEN YERİNE KONAMADI?

Hafız, 1997 yılında Karşıyaka’daki evinde öldü. 2000 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından basılan “Smyrna-İzmir” kitabıma, tam sayfa Hafız’ın yaşamını ve bir fotoğrafını koymuştum. Bu yazımdan ve fotoğraftan etkilenen ressam, heykeltıraş ve göz doktoru Süreyya Kafesçioğlu, Hafız’ın güzel bir heykelciğini yaptı, Kemeraltı’ndaki muaye­nehanesine koydu.

Kitabımı okuyan rahmetli “Başkan Ahmet Priştina”, Hafız’ın resminden oldukça etkilenmiş. Altmış yıl hizmet verdiği köşeye Hafız’ın heykelini dikmek istedi ve beni aradı. Kendisine telefonda Süreyya Bey’in heykeli zaten yaptığını ve belediyeye bağışlamak için fırsat aradığını söyledim.

Bir cumartesi günü, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Priştina, Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi, İzmir Büyük şehir Belediyesi Basın Danışmanı Ünal Ersözlü belediyede buluşup Kemeraltı’na gittik, çarşıda keşif yap­tık, heykeli koyacağımız köşeyi belirledik, sonra Süreyya ağabeyin muayenehanesine gidip heykeli inceledik. Heykeltıraş ile başkan kucaklaştı. Benim keyfimden ba­şımda gelincikler açtı.

Başkanın emri ile belediye yetkilileri ve bir teknik heyet gelip gidip heykel yerini bir projeye dönüştürdüler. Ama Hafız’ın heykeli bir türlü yerine konamadı. Çünkü heykelin tam köşesine konacağı mağazanın yeni sahibi, bir işportacının heykelini tapulu mağazamın önüne koydurtmam diye diretti. Oysa bu proje, hem tarih, hem engelliler duyarlığı açısından pek mükemmeldi. Böylece proje yattı…

Heykel, şimdi Dr.Kafesçioğlu’nun Çeşme Dalyan’daki yazlık evinin bahçesinde boynu bükük öylece durur. Arada gider yanağını okşarım.

Ama Hafız’ın hüzünlü sesi, gerçek kentlilerin kulaklarında hala ge­zinip durur, değil mi?… Rahmet diliyorum… Sağlıcakla kalınız…

Aziz Kocaoğlu’nun ilk seçildiği dönemde, 24 Haziran 2006 tarihinde, Hürriyet Ege’de bir yazı daha yazıp İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni bu konuda yeni bir girişim için uyardım. Hafız’ın bir küçük heykelinin çarşının uygun bir yerine konmasını rica etmiştim. Ses çıkmamıştı.