Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Caba bennâk

Eğitimde sürekli reformun anatomisi

Türkiye’de eğitim sisteminin en kalıcı özelliği, sürekli değişmesidir.

Hiçbir ilke, yöntem ya da müfredat uzun süre dayanmaz.

Her bakan yeni bir “devrim” vaat eder; her reform, bir öncekisinin gölgesinde başlar.

Ama değişmeyen bir şey vardır: öğrencinin aynı kalması. Hala aynı şaşkınlıkla başlar okula; harflerle boğuşur, anlamla değil, sesle tanışır. Son 20 yılda müfredat, özellikle okuma-yazma öğretiminde, defalarca yeniden yazıldı.

Tümdengelim terk edildi, tümevarım öne çıkarıldı; sonra ikisi “karma yöntem” adıyla birleştirildi. Ses temelli cümle yöntemine geçildi, ardından seslerin sırası bile değiştirildi.

Peki, neden?

Gerçekten pedagojik bir devrim mi yaşandı, yoksa aklın biçimini sessizce dönüştüren bir siyaset mi yürütüldü?

Pedagojik görünüm: Modernlik maskesi

Her reform, pedagojik bir dille başlar: “Yapılandırmacı eğitim”, “öğrenci merkezli öğrenme”, “aktif katılım”…

Bu kavramlar kulağa Batılı, ilerici ve demokratik gelir. Ancak pratikte yaşananlar çoğu zaman bunun tam tersidir. Yeni müfredat, öğretmeni özgürleştirmek yerine kılavuz kitaplara zincirler.

“Rehber öğretmen” anlayışı, öğretmeni bilgi aktarıcısı olmaktan çıkarmaz; sadece onu, hazır paketi uygulayan bir teknisyene dönüştürür.

Pedagoji dilinde özgürlük vaat eden reform, yönetim dilinde disiplinin yeni biçimi haline gelir.

İdeolojik arka plan: Modern biçim, muhafazakar içerik

Yeni müfredatlar yalnızca bilgi aktarım biçimini değil, düşünme biçimini de değiştirir.

Son yirmi yıldaki değişiklikler, görünüşte modern ama özünde muhafazakar bir yön taşır.

Avrupa standartlarından alınan “yapılandırmacı” söylem, içerikte “milli ve manevi değerler” vurgusuyla yeniden şekillendirilir.

Sonuçta biçim modern, içerik gelenekseldir.

Böylece çağdaş biçimde muhafazakar bir zihin inşa edilir.

Öğrenci, eleştirel düşünmeyi öğrenmez; düşünceyi belirli sınırlar içinde yeniden üretmeyi öğrenir.

Sürekli değişimin politik işlevi

Sürekli değişim, sistemin bir arızası değil, stratejisidir.

Her reform bir öncekini unutturur; her yeni müfredat, başarısızlığın hesabını sıfırlar. Böylece hiç kimse hiçbir dönemde sorumlu kalmaz. Bu “eğitimde devrim” zincirleri, aslında kurumsal hafızayı silmenin aracıdır. Ne öğretmen geçmişe tutunabilir, ne öğrenci bir birikim oluşturabilir.

Toplumsal bellek her kuşakta yeniden biçimlendirilir; belleği olmayan bir toplum, yönetilmesi en kolay toplumdur.

Okuma değil, ses: Anlamın terk edilişi

Okuma-yazma öğretimindeki dönüşüm, bu zihinsel yeniden biçimlendirmenin küçük ama etkili bir örneğidir. Eskiden çocuk “bütün”ü görür, sonra parçalara inerdi: kelime, cümle, anlam.

Şimdi önce sesleri öğreniyor; anlam ise en sona, çoğu zaman hiç gelmiyor. Bu yöntemle çocuk okumayı öğreniyor, ama anlamayı değil.

Düşünce yerine işlem, kavrayış yerine mekanik tekrar hakim oluyor. Eğitimin hedefi, düşünen insan değil, işleyen birey haline geliyor.

Ses temelli yöntem, toplumsal olarak da sessizliğe alıştırıyor insanı: Kelimeleri biliyor, ama onların hangi dünyaya ait olduğunu bilemeden söylüyor.

Sonuç: Eğitim bir bellek mühendisliğidir

Müfredatın sık değişmesi bir beceriksizlik değil, bilinçli bir stratejidir. Amaç, bilgiye ulaşmak değil; bilgiyle kurulan ilişkiyi yönetmektir.

Tümdengelimden tümevarıma geçiş, aslında sorgulayan akıldan itaat eden akla geçiştir.

Sesin harfe, harfin kelimeye, kelimenin anlama varması gerekirken, biz çocukları anlamdan uzaklaştıran bir döngüye hapsettik.

Ve belki de asıl başarı tam da burada gizli:

Anlamayı değil, alışmayı öğreten bir sistem kurduk.

Caba bennâk

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

15 + 11 =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ