İstanbul’da sabah gezintisindeyim. Hedefim İTÜ Maçka Kampüsü’nden Teşvikiye, Hacı Baba börekçisi. Yol kenarlarında kimi mor salkımlar, zakkumlar beni sevinçle karşılıyorlar. Hoş geldin diye bağırıyorlar.
İklim nedeniyle tazelikleri süren mor salkımlar hala çiçekte. Zakkumlar ise safi çiçek, güç zehirlenmesinde, ‘En büyük zakkum başka büyük yok’ diye şarkı söylüyorlar.
Bayramın dördüncü günü, doğa coşku ve çılgınlıkta dorukta. Teşvikiye’nin çayın beş lira olduğu en salaş börekçisi Hacı Baba’da tek müşteri var.
Eda, ‘Aa, Fazıl Say diye bağırıyor’. Kızımın çekinceli davranmasına mukabil ben yanına gidiyorum. Tanışıyorum. Onu bıktırmadan sohbete başlıyoruz. Habire sigara içiyor. Ben de bi tane içiyorum.
O konuşurken aklımdan geçenler denetimsiz. Onu basından ve yarattıklarından her şeyiyle tanırım ve takipteyimdir . Ve de siyasi duruşunu abartılı bulurum.
İflah olmaz Atatürkçüdür. Hatta benim algoritmamda bezirgan.
Ama Fazıl Say’ın hakkı, bezirgan da olsa, Atatürk’e tapsa da hakkı çünkü o bir sanatçı, yaratıcı o ne yapsa hakkı diye düşünüyorum.
Aklımdan hızla geçen şeyler; evrim bazı canlılarda hızlı, onları çabucak yaratıcı yapıyor. Bir kere de yaratıcı oldun mu her şey hakkın. Tıpkı mitolojik meseller gibi. Savaş, barış, deniz, ateş, aşk, karanlık tanrıları gibi. Fazıl da neden Asrın Müzik tanrısı olmasın ki?
Bedbin, siyasal yorgun gibi görünüyor.
Ben, umutluyum, ‘Hiç olmadı İstanbul’u tekrar alacağız’ yorumuma, ‘Yetmez ki’ diyor. ‘Olsun bir nefes borusu olmaz mı?’ cevabımı beğeniyor. ‘Haklısın’ diyor. Bu arada beş sigara içtiğini görüyorum.
YORUMLAR