DOLAR 32,4504 -0.15%
EURO 34,8290 -0.66%
ALTIN 2.441,260,23
BITCOIN 2060844-0,56%
İzmir
22°

AÇIK

üst menü altı

GERÇEĞİ GÖREBİLECEK MİYİZ?

Çocukken kovboy filmlerinde nehir kenarlarında ellerinde elekler ile altın aranan sahneler var zihnimin köşesinde, çocukluğa ilişkin anımsanan çok şey gibi biraz gölgeli. Ama şimdi önümüzde hiç de gölgeli olmayan, fazlasıyla acı, fazlasıyla korkunç, tüm bu acılığı ve korkunçluğu ile fazlasıyla ağır ve ne yazık ki göz göre göre gelen bir gerçek var.

ABONE OL
24 Şubat 2024 14:59
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Çocukken kovboy filmlerinde nehir kenarlarında ellerinde elekler ile altın aranan sahneler var zihnimin köşesinde, çocukluğa ilişkin anımsanan çok şey gibi biraz gölgeli. Ama şimdi önümüzde hiç de gölgeli olmayan, fazlasıyla acı, fazlasıyla korkunç, tüm bu acılığı ve korkunçluğu ile fazlasıyla ağır ve ne yazık ki göz göre göre gelen bir gerçek var. Yerinden oynayan, kayan milyonlarca metreküp toprak, altında 9 emekçi, Fırat nehrine, toprağa, barajlara ve yeraltı sularına karışma olasılığı bulunan siyanür ve ağır metaller.

Artık nehir kenarlarında elekler ile aranmıyor altın, içinde kapitalizmin maliyet hesabına uygun oranda altın bulunan yerlerde, siyanür liçi (daha anlaşılır haliyle siyanürle yıkama) yöntemi ile topraktaki altın ve diger değerli metaller bir yana, kalan gereksiz (!) yığın (kime, neye göre gereksiz olduğu da ayrı bir tartışma konusu tabi) bir yana ayrılarak aranıyor altın. İşte Erzincan İliç’te kayarak felakete yol açan bu yığın. Bu yığının içinde siyanür dışında, siyanür liçinden önce toprakta zararsız bileşikler halinde bulunan arsenik, antimon, kadmiyum, kurşun, civa, molibden gibi ağır metaller de serbestleşmiş ve zararlı forma dönüşmüş halde ve bolca bulunuyor. Siyanürle yıkamadan önceki sondaj çalışmalarının, bölgenin “sıyırma” diye adlandırılan ağaçsızlaştırılmasının, patlatma çalışmalarının çevreye zararlarına da kısaca değinmekle yetinelim.

Yargı Siyanür Liçi Yöntemine 27 Yıl Önce “Dur” Dedi

24 Ocak kararları, 12 Eylül darbesi ve bu sıralar epeyce sevimli anlatılan rahmetli Özal döneminde, denetimsiz biçimde vahşi kapitalizmin saldırısına açılmak istenen ülkemizde, ilk önce 1980’lerin sonunda Balıkesir/Havran-Küçükdere’de denenmek istenen, yörede toplumsal direniş ile karşılaşınca o dönem için izin alamayan siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletmeciliği, hemen arkasından Bergama’ya yönelmişti. Bu siyanürlü altın girişimi, yörede ülkemiz açısından çok önemli ve birçok açıdan ilkler ile dolu bir çevre mücadelesi yarattı. Hukuksal, bilimsel, toplumsal yönleri ile büyük bir mücadele, kitaplara, belgesellere konu çetin, zorlu bir mücadele. İşte bu mücadelede 27 yıl önce 1997 yılında Danıştay 6. Dairesi “siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletmeciliğinin getireceği ekonomik yarar ile insan yaşamı arasındaki denge her zaman insan yaşamından yanadır, siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletmeciliğine izin veren işlemler hukuka aykırıdır.” dedi.  

Ama olması gereken olmadı, belki de daha doğru bir ifadeyle bizim ülkemiz açısından beklenen oldu ve bu yüksek yargı kararına rağmen siyanür liçi yöntemi devam etti, yaygınlaştı, yargı kararının uygulanmamasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı dahi ile karşılaştık. 

Burada AKP iktidarı dönemine de ayrı bir yer vermek gerek, pek çok konuda olduğu gibi, vahşi kapitalizmin madencilik yoluyla olan saldırısı, AKP iktidarında doruk (!) noktasına ulaştı, altın madeni alanı ruhsatları çığ gibi büyüdü ülkemizde. 

Mücadele Edenlere Atılan İftiralar 

Bu mücadelelere destek olmanın, hukuksal mücadele yürütmenin bir bedeli olacaktı tabi ki, direnmek, mücadele etmek isteyenlere korku salmak gerekiyordu, Bergama’daki ünlü çevre mücadelesine destek veren Senih Özay, Birsel Lemke, Sefa Taşkın, Oktay Konyar Alman ajanlığı ile suçlanarak DGM’de yargılandılar, beraat ettiler. 

Yine Erzincan İliç’teki altın madeni hakkında soruşturma yürüten İlhan Cihaner’in, FETÖ mensubu (o zamanlar adı cemaatti ve siyasal iktidar ile birlikte hareket ediyorlardı.) savcı ve yargıçların etkin olduğu kumpas ile cezaevine gönderildiğini de anımsayalım. 

Düşünmeden edemiyorum, vahşi kapitalizm, denetimsizlik madencilik, “bir yerde maden varsa mutlaka çıkarılmalıdır” anlayışı eleştirilmeli tabi, dilimiz döndüğünce de eleştiriyoruz, ama işlevselliği epey tartışmalı altına bizim verdiğimiz değeri, altına yönelik talebimizi sorgulamanın zamanı gelmemiş midir? Gerçekler tüm çıplaklığı ile önümüze serilmişken, altının parıltısı gördüklerimizi gölgeli hale getirmeye devam edecek mi halen?

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP