“Ben melâmet hırkasını kendim geydim eynime
Ar-ı namus şişesini taşa çaldım kime ne?”
(Kul Nesimî)
Pek çoğumuzun ezbere bildiği bu ezgide geçen melâmet nedir? Neden artık sadece türkülerde karşımıza çıkar?
Melamîlik, IX. yüzyılda Horasan’da Hamdun el-Kassâr’la ortaya çıktığında, İslam tasavvuf geleneğinin en radikal damarını temsil ediyordu.
Bu radikallik, farklılık arayışında değil, içtenliğe yapılan keskin vurguda gizliydi. Melamî, görünmek için değil, kaybolmak için vardı. Onun dini, meydanlarda değil, kalbin derinliklerinde yaşanırdı.
Melamî, “melâmet” yani kınanma yolunu seçti. Bayezid-i Bistâmî’den gelen coşkulu aşkınlıkla birleştiğinde, insanı hakikate yaklaştıran yolculuk gösterişten arınmanın adı oldu. Osmanlı döneminde de Melamîler vardı; fakat çoğu zaman gizlenmiş, çoğu zaman da yanlış anlaşılmışlardı. Çünkü onların düsturu açıktı: Halkın gözünde büyümek değil, küçülmek.
Melamî ilkeleri, klasik ahlak düzenini ters yüz eder:
- Kınanmak, övülmekten üstündür.
- Kusur göstermek, fazilet teşhirinden değerlidir.
- İbadet gizlidir; dindarlık afişe edilmez.
Bu yüzden Melamî, toplumun gözünde çoğu kez “sıradan” hatta “ayıplı” görünür. Ama işte tam bu görüntü, onun hakikate en yakın hali olur.
Gösteri toplumunun aynasında Melamîlik
Ne var ki XX. yüzyılda Guy Debord’un işaret ettiği gibi insanlık bir “gösteri toplumu”na evrilmiştir. Burada hakikat değil, görüntü egemendir. “Var olmak” artık “görünmek” demektir. Değerler vitrinlerde sergilenir; insan, tüketim gücü ve izlenme oranıyla ölçülür.
Jean Baudrillard’ın dediği gibi, çağımızda görüntü artık gerçeğin temsili değildir; yalnızca kendi kopyasını, yani bir simülakrı üretir. Hakikat, görüntülerin sonsuz yansımaları içinde kaybolur.
Byung-Chul Han ise bugünün kültürünü “şeffaflık zorbalığı” olarak niteler: Her şeyin görünür olması, en mahrem olanın bile teşhir edilmesi beklenir. Bu dünyada gizlilik kuşku uyandırır; saklı olan tehlikeli bulunur.
Melamî için hakikate giden yol, tam da bu teşhircilikten uzak durmakla mümkündü. Ama bugün insan, hayatını sürekli bir seyirlik şölene dönüştürmek zorunda hisseder. Sosyal medya çağında varoluş, “hikâye atmak” ve “paylaşmak” üzerinden tanımlanır.
Bir Melamî ise tam tersini söylerdi:
“Ben kayboldukça varım.”
Sembolsüzlüğün hikmeti, Logonun istilası
Melamîler, tasavvufun diğer kollarından farklı olarak özel kıyafet, sembol ya da tarikat alameti taşımazlardı. Onlar için hırka, tesbih, taç veya renkli bir nişan, hakikat yolculuğunu süs eşyasına dönüştürmekten başka bir şey değildi.
Melamî, “ayırt edici işaret”ten özellikle kaçınır; sıradan halkın arasında erimeyi fazilet bilirdi.
Bugün ise tam tersi bir çağda yaşıyoruz: Markasız bir giysi adeta çıplaklık gibi algılanıyor. İnsanların üzerindeki logolar, modern hırka ve taçların yerini almış durumda. Kimi için Nike işareti, kimi için Apple logosu, kimisi içinse lüks bir çanta, artık kimliğin dini simgelerden bile güçlü bir göstergesi haline geldi.
Melamî için görünmezlik erdemdi; bugünün tüketicisi için görünür marka varoluşun kanıtı.
- Melamî, giysisinin “herkese benzemesiyle” gururlanırdı.
- Bugünün insanı ise giysisinin “herkesinkinden farklı görünmesiyle” değer kazanır.
Melamî, simgesizlikte özgürleşti. Biz ise sembollerle zincirleniyoruz.
Melamîlik, “nişansızlık” üzerinden hakikate yönelirken, gösteri toplumu insanı “logo bağımlısı” haline getirdi. Belki de bu yüzden, bugünün dünyasında Melamîlik değil, markaların mistik cazibesi hüküm sürüyor: İkonasız bir yol, ikonaların pazarında kaybolmaya mahkûm görünüyor.
Modern hiciv: Story’de olmayan hakikat
Bugünün kültüründe Melamîliğin ilkeleri trajikomik görünebilir:
Bir Melamî Instagram’da story paylaşmazdı; çünkü en büyük hikâye gizlenmiş olandı.
O, “takipçi” değil “takipten düşme” peşindeydi.
Beğenilmekten değil, kınanmaktan lezzet alırdı.
Bugün böyle biri olsa, algoritmalar onu otomatikman “görünmez kullanıcı” kategorisine atardı. Kendini göstermemek, günümüzün influencer ekonomisinde iflas dilekçesi vermek gibidir.
Guy Debord’un tarif ettiği gösteri toplumu, “ilişkilerin yerine imgelerin geçtiği” bir dünyadır. Melamî’nin kaybolma arzusu bu dünyada karşılıksız kalır; çünkü kaybolan artık gerçekten yok olmuş sayılır.
Melamîlik aslında kaybolmadı; yalnızca görünmezliğini daha da derinleştirdi. Onu bugünün meydanlarında, sosyal medya akışlarında, trend listelerinde aramak beyhudedir. Çünkü Melamî yol, alkışsız ve ışıksızdır.
Gösteri toplumunda unutulmuş gibi görünse de, belki de hâlâ kendi köşesinde, kimsenin bilmediği bir yerde, “kınanmayı nimet, alkışı zillet” bilen bir yürek tarafından yaşatılmaktadır.
Melamîlik bugün, Gölpınarlı’nın dediği gibi,
“gönülde bir neş’e, hafızada bir yaddır.”
YORUMLAR