Seküler Mitolojiler ve Gölgede Yükselen Liderlikler Üzerine…
Siyasetin en eski numarası hâlâ geçerli: Kendini değil, başkasını kutsallaştır; sonra onun mirasıyla tahta otur. Artık kimse tanrıya yaslanmıyor belki ( gerçekten belki!), ama halkın vicdanında iz bırakmış bir figürün gölgesinde büyümek, hâlâ en güvenli iktidar yolu.
Bir bakıyorsun, ekranda “kurucu liderin” arkasına yaslanmış bir yüz; ağzından çıkan her söz, geçmişin büyüsünü çağırıyor. Kimi Atatürk’ün gölgesinde duruyor, kimi Menderes’in, kimi Che’nin posterinin önünde konuşuyor, pek çoğu da kendine bir şeyh bulmuş; kimi de bir anayasa kitapçığını kutsal bir metin gibi taşıyor. Hepsi aynı taktiği kullanıyor: “Ben değil, o yüceydi. Ama onu en iyi ben anlarım.”
Seküler dünyada bu strateji daha cilalı, daha profesyonel: Birini “vizyoner” ilan ediyorsun, bir akımın “asıl temsilcisi” yapıyorsun. Onu sorgulanamaz hâle getirdikçe, senin sözlerin de mutlaklık kazanıyor. “Kurucu değerler”, “ilkeler”, “idealler” gibi kavramlar adeta dokunulmaz birer zırha dönüşüyor. Artık farklı düşünmek sapkınlıkla, eleştirmek ise hainlikle eş tutuluyor.
Üstelik bu yeni “halifelik” sadece siyasette değil; akademide, medyada, sivil toplumda da hüküm sürüyor. Bir düşünürün arkasına sığınan, bir kurumun değerlerini ezberleyip bunları kişisel çıkarları için kullanan yeni tip “seküler halifeler” ortaya çıktı. Fikir üretmezler, fikir tespih ederler. Tartışmazlar, dogma taşırlar.
Bu çağda peygamber yok, içtihat kapısı kapandı ama fazlasıyla seküler aziz var. Herkes birinin kutsal hatırasına sığınarak kendi dokunulmazlığını inşa ediyor. Kutsalın yerini artık kariyer mirası, ideolojik ikonlar ve kurumsal logolar almış durumda.
Ve nihayetinde oyun yine aynı: Birini idealize et, sonra o ideali temsil ettiğini iddia ederek yetkiyi ele geçir. Artık liderliğin değil, vekilliğin parlatıldığı bir çağdayız. Çünkü vekil sorgulanmaz; hele kutsal birine vekâlet ediyorsa, eleştirmek bile ayıplanır.
“O büyüktü … ama onu en iyi ben temsil ederim!”
Yeni çağın seküler duası işte budur.
YORUMLAR