Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Müjdat Çalış
Müjdat Çalış

Postmodernizm ve Neo-liberalizm sarmalında kimlik ve sınıftan kaçış

Modernliğin vaat ettiği eşitlik, üretim araçlarının değil, kimliklerin mülkiyetine devredildi. Postmodern çağ, sömürüyü değil; sömürünün dilini dönüştürdü. Artık kimse işçiyim demiyor, herkes “biricik kimliğiyle” var oluyor. Ama fabrikalar hâlâ duruyor, yalnızca görünmezleşti. 

Neo-liberalizm, emeği örgütsüzleştirirken; postmodernizm bilinci parçaladı. Birincisi sendikaları zayıflattı, ikincisi dayanışmayı “tekil kimliklere saygı”ya indirgedi. Sonuçta ortak bir “biz” duygusu çözüldü; yerine birbirine temas etmeyen “benlik adaları” geçti. Sol, bir zamanlar “emek” diyordu. Şimdi “temsiliyet”, “çeşitlilik” ve “duyarlılık” diyor. Hak arayışı, sınıfsal temelden koparak kimlik temelli mikro taleplere bölündü. Bu da kapitalizme ideolojik bir konfor alanı sundu: Artık çatışma yok, yalnızca farklılıklar var.

Neo-liberalizmin en kurnaz icadı “tolerans”tır. Sınıf mücadelesini yasaklamaz; onun yerine kimliklerin festivalini düzenler. Her kimlik konuşabilir, yeter ki üretim ilişkilerini sorgulamasın. Bu sahnede herkes “temsiliyet” hakkına sahiptir; ama kimsenin mülkiyet hakkına dokunulmaz. Sol, kültürel çoğulculukla siyasal eşitliği karıştırdı. Sistemin “kapsayıcı” görünme taktiği, sınıfsal sömürüyü perdeledi. Bir banka kadın yöneticilerinin oranını artırdığında “ilerici” sayıldı; aynı banka işçilerini taşerona devrettiğinde, bu “ekonomik zorunluluk” olarak sunuldu.

Neo-liberal çağda kimlik, kapitalin yeni yatırım aracına dönüştü. Kimliğini ifade etmek artık politik değil, tüketime dair bir edimdir. Kimliğin ne kadar görünürse, sistem o kadar seni pazarlayabilir. “Görünürlük” bir hak değil, bir sermaye biçimidir artık.

Bu nedenle kimlik siyaseti çoğu zaman sisteme tehdit değil, onun yenilenme aracıdır. Kapitalizm, her farkı bir pazar nişine; her itirazı bir marka kimliğine dönüştürür. Bugün “radikal” olan bile ticarileştirilebilir: Feminizm tişörtlere, çevrecilik reklamlara, sol jargon sosyal medya içeriklerine tercüme edilmiştir.

Sınıf bilincinin yerini, kimlik farklarının rekabeti aldı. Sol, kendi içinde hiyerarşik bir “duyarlılık sıralaması” kurdu: Kim daha mağdur, kim daha görünür, kim daha haklı? Bu yarış dayanışmanın yerini aldı. Oysa tarih bilir ki, sömürü biçim değiştirir ama özünü korur. Bugün emeğin adı “freelance”, köleliğin adı “esneklik”, sömürünün adı “istihdam politikası”dır. Ve bütün bunları meşrulaştıran ideolojik zemin, “kimliklerin özgürleşmesi” maskesidir. Gerçekte kimlik siyaseti, sınıfın yeniden adlandırılmış sessizliğidir.

Sınıf, yalnız ekonomik değil; ontolojik bir kategoridir. O, kimliklerden biri değildir. Hepsini mümkün kılan zemindir. Kimlik, görünürlüğü ister; sınıf, dönüşümü. Kimlik, farkı kutlar; sınıf, eşitsizliği sorgular. Ve bu iki hattın birleşmediği yerde, politika estetikleşir; direniş teatralleşir. Bugün yapılması gereken, kimlikleri reddetmek değil; onları sınıfsal zeminde yeniden düşünmektir. Çünkü kimlikler ancak emek mücadelesiyle anlam kazanır, aksi halde piyasanın dekoruna dönüşür.

Neo-liberalizm emeği örgütsüzleştirdi; postmodernizm bilinci kişiselleştirdi, kimlik siyaseti sınıfı unutturdu. Ama hâlâ her kimliğin ardında aynı sınıfsal gerilim duruyor: Üretenlerle yönetenler, emekle sermaye, bedenle meta arasındaki o kadim çatışma. Sınıf bilinci geri dönecekse, kimlikler arasında değil; onların altında — ortak emek zemininde — yeniden doğacaktır.

Müjdat Çalış

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nineteen + 7 =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ