Urfa’da, Balıklı Gölün çevresinde sabah gezmesindeyim.
Gölle beraber Ta İbrahim’in ateşe düştüğü yere kadar yürüyorum, sabah saat 7 ; etrafta bir ben, bir de balık yemi hazırlayan igallı, puşülü, şalvarlı, Beyaz çember sakallı, Kürt şivesi ile Türkçe konuşan, balık yemi hazırlayan bir muhterem var.
Etraf, göl, zakkum ağaçları, çamlar, bilimum kuşlar, göldeki balıklar, hava, sessiz. Hele balıkların irileri, suda kıpırdamak günah gibi hareketsizler.
Selam veriyorum, yaşını göstermeyen, sakin duran bir balık, ha sen mi geldin diyor, evet diyorum, çocukluğumdan tanıdım onu, hiç değişmemiş. Değişmemişsin diyorum.
Sen değişmişsin, çökmüşsün diyor. He, diyorum, biliyorsun ben Urfa’dan gittim deyince, evet diyor; Urfa’dan çıkan değişiyor diyorlar, çıkmasaydın kardeşim, bak biz değişiyor muyuz, ölmüyoruz bile, sen kırışmışsın diyor.
Değerli dostlar, dün bir akrabamın kaybı nedeniyle bir taziye evindeydim. Her ziyaretçinin kalkarken “ Fatiha” ya davet icabetlerimden sonra ki gözlemlerim de Urfa’nın, Urfalının hiç değişmediğini, gelenek ve göreneklerinin 70 yıl önceki halinde olduğunu, ölümsüzlüğünü gördüm. İçimden Urfa değişmez, Urfalı ölmez, katiyen, örnek olsun diye bile yeşil bir filiz vermez diye düşünmüş Kendi kendime ölümlü sensin derdine yan diye düşünmüştüm.
Bu düşünceler ile göl havzasını çevreleyen ihate duvarlarının kenarından devasa boyutlara ulaşmış zakkumların altında yürürken. Zakkum ağaçları ile ilk tanıştığım, onun çiceğine, rayihasına aşık olduğum eski günleri anımsıyorum vesselam
YORUMLAR