Şehitlerimiz yine gündemde!
Şehitlerimiz üzerinden siyaset yapanlar da ortada!
Okuyucularım bilir, 30 Ağustos ‘Zafer Bayrağı’nda evime astığım Türk Bayrağımı 9 Eylül’e kadar indirmem…
Şimdi 12 şehidimizden sonra, ‘Şehitlerin evlerine bayrak asılıyor da, benim evimde neden yok!’ diyerek, yeni yıla kadar tekrar bayrağımı yerine, yani evimin dıştan görünür yerine astım.
Bu arada Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat da, ‘Yas halkındır!’ diyerek şu mesajı göndermiş!
‘Değerli komşularım, değerli esnaflarımız, Beşiktaş’ın değerli kurumları!
Sizlere çağrımızdır!
İlk etapta Yılbaşına kadar planlanan etkinliklerimizi ve Yılbaşı kutlama programımızı erteliyoruz.
Hep birlikte bu zorlu günleri de aşacağız.
Kardeşlik kazanacak, terör kaybedecek!
Tüm Beşiktaş’ı, evlerine, işyerlerine beraberliğimizin sembolü olan bayraklarını asmaya davet ediyorum.
Yas için kimseyi beklemiyoruz!’
*- YAS İÇİN!
Zaten biz İzmirliler bu işi kendimiz ve yürekten yapıyoruz.
Hatırlayın biri vardı ve televizyonlarda, ‘İzmir kırmızı beyaz!’ diye lafa başlıyor sonra da tepkimizi çekecek sözler ediyordu.
Sonra, aynı kafadaki eşinden boşanırken, bu sayede (!) milyarlar kazandığını ve mantar gibi ortaya çıkarak, belli televizyonların sürekli baş aktörü olduğunu da öğrenmiş olduk.
İzmir ve İzmirli gibi düşünenlere ne kadar hakaret ederse o kadar cukka aldığını…
Özel olarak televizyonlara çıkartıldığını…
Bunun gibiler hep varlar…
Başkan Rıza Akpolat çok güzel özetlemiş:
Biz de ‘Yas için kimseyi beklemiyoruz!’
*- SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ
22 Aralık bizim acı, yas günlerimizden biridir.
Uzmanların belirttikleri gibi, Türk harp tarihinin, yanlış taktik ve stratejiler nedeniyle en acı kayıplarının verildiği bir savaşın, daha doğru ve açığı ‘Sarıkamış Şehitlerimizi’ andığımız gündür.
Bu savaşta, kayıp miktarımız, 90 bin ölü ve 40.000 ila 50.000 esir şeklinde kayıt altına alınmış.
Bu, sadece cephelerdeki vuruşmalar nedeni ile olanlar dışında soğuk hava şartlarına bağlı donma vakaları ile tifüs gibi salgın hastalıklar nedeni ile karşılaşılan ölümleri de kapsıyor.
Tarihimizde her daim elemle hatırlanacak 22 Aralık 1914 tarihi, savaşamadan donarak şehit olan çocuk yaştakilerden yani 7’den 70’e insanlarımızın Enver Paşa tarafından nasıl ölüme götürüldüklerini anımsanacaktır.
Liyakatsız ve yeteneksiz kurmay heyetinin yaptığı yanlış takdik planlamalarla, kış mevsiminin dondurucu ortamında Rus birliklerini kuşatarak yok etmek amacı ile üçbinyüzyirmi rakımlı Allahuekber dağlarından geçirilmeye çalışılan doksanbin er, tek kurşun atamadan donarak şehadete ulaşmıştır.
Doğu ordusunun bir anlamda yok olması da Dünya Harbinin Balkanlar, Boğazlar, Suriye ve Irak başta olmak üzere tüm cephelerde toprak kayıplarına zemin hazırlamıştır. Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun…
*- ‘ULU HAKAN’I TANIYALIM
Madem eski zamanları anımsadık ve şehitlerimizi düşündük.
Şimdi de, bazı eyyamcılara ‘Ulu hakan!’ Abdülhamit’in servet hikâyesini anlatayım, bir kitaptan aldığım bilgileri paylaşayım!
Kitabın yazarı Vasfi Şensözen. Osmanlının son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında avukatlık yapmış, Abdülhamit’in mirasçılarının davalarını 25 yıl takip etmiş, milletvekili seçilmiş, elinden on binlerce belge geçmiş, hem de Abdülhamit’in mirasından pay almak için ailenin getirdiği belgeler.
Osmanlı Sultanlarının, malda mülkte pek gözü yok.
Saray ve hanedanın giderlerini karşılamak üzere;
– ‘Hazine-i Hassa’,
– ‘Emlak-i Şahane’,
– ‘Emlak-i Hümayun’
gibi adlarla muhasebeleştirilen taşınmazlardan elde edilen gelirleri harcamışlar ama hiçbiri bu taşınmazları mülkiyetine almayı düşünmemiş. Hatta II. Abdülhamit’in babası Abdülmecit, kendisine belirli bir ödenek tahsis edilmesi karşılığında, hepsini hazineye devretmiş.
Üstelik kendi parasıyla satın aldığı Resülayn Çiftliği’nin tapusunu bile ‘hazineye kalsın’, diye üzerine almamış.
Abdülhamit’in kardeşi Vahdettin’in de mülkiyetinde çok para etmediği anlaşılan bir handan başka taşınmazı yok.
Ve gelelim II. Abdülhamit’e!
*- İLK İŞİ
Tahta çıktıktan sonra babası Abdülmecit’in hazineye devrettiği Resülayn Çiftliği ve diğer taşınmazların tapusunu kendi üstüne almakla işe başlamış.
Vasfi Sarısözen, bu davranışı şu sözlerle yeriyor:
‘Bu mallar, hanedanın ortak mallarındansa, tek bir kişi adına tapulanamazdı. Baba mirası sayılacaksa, kardeşlerinin de bunlarda hakkı olmalıydı.’
Ama Abdülhamit kardeş hakkı, baba vasiyeti, baba hukuku, hatırası dinlemeyip, (babası) Abdülmecit’in bütün taşınmazlarının tapusunu kendi üstüne almış. Ve bu hukuksuz uygulamaya kardeşlerinin çocukları ‘Miras hakkı davası’ açınca, Vasfi Şensözen, tam 25 yıl uğraşmış ama pisliklerin hepsini temizleyememiş.
*- ONBİR BİN TAPU!
Abdülhamit kardeş hakkına tecavüzle de yetinmeyip sahipsiz arsaların, hanlar, hamamlar; çiftlikler, altın, civa, kurşun, çinko gibi çeşitli maden işletmelerinin tapusunu da üstüne alarak -şimdi sıkı durun- taşınmazlar servetini 11.000 (Yanlış okumadınız on bir bin) tapuya ulaştırmış.
Bu kadar tapu yüzünden Abdülhamit’in çocukları, yeğenleri mirasta hakkı olanlar birbirine düşmüş, tapuyu eline alan avukata koşmuş.
*- 12 KARISINDAN 17 ÇOCUK!
Vasfi Şensözen’den öğrendiğimize göre;
II. Abdülhamit’in 12 Karısından17 çocuğu olmuş.
Cariye sayısı ise 50’den fazla…
Ve her zaman nikâhlı 9 kadını bir arada bulundurmuş.
Şeriata göre en çok 4 kadınla evlenebiliyor.
Bu durumda, en azından 5 karısı yasal değil ve bunlara miras düşmemesi gerekir.
Oysa kadınlarının hepsi İstanbul ‘Kassam Mahkemesi’nden” 1 Ocak 1910 (?) (“1920” olmalı- N.Ü.) tarihinde aldıkları veraset ilamıyla TC Hazinesinin karşısına çıkmış.
Vasfi Şensözen, haklı olarak şöyle yazmış;
‘Şeyhülislam efendilerin, nikâhlar kıyılırken karşı çıkmaya korkmaları anlaşılabilir.
Ancak tahttan inişinden sonra 11 yıl, ölümünden iki yıl geçtikten sonra mirasa istihkak ilamı verilmesi ibret ve hayretle mütalaa edilmeli…’
*- EŞLERİ KİMLER?
Ortalık tam bir curcuna.
Abdülhamit’in çocuk doğuran 12 karısının kimi Rum, kimi Ermeni, kimi Sırp, kimi Rus…
Annelerin kışkırtması ile kavgalar dövüşler, tehditler, saldırılar, yaralamalar almış başını gitmiş…
Osmanlı mahkemeleri bu işin altından kalkıp bir sonuca gidememiş… Dile kolay 11.000’den fazla tapu 200 kişiden fazla mirasçı var.
Derken Osmanlı yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuş.
Hilafetin ilgasına dair 3 Mart 1924 günlü ve 431 sayılı Yasanın 8. maddesinde şöyle bir kurala yer verilmiş:
‘Osmanlı İmparatorluğunda padişahlık etmiş kimselerin, Türkiye Cumhuriyeti içindeki tapulu malları millete intikal etmiştir.’
*- GÖTÜRÜCÜ!
Tabii 11 bin tapuluk bu akıl almaz servetin bir bölümü de Türkiye sınırları dışında kalmış…
Irak, Suriye, Yunanistan, Makedonya gibi…
‘Haram malın hayrı olmaz!’ derler…
Mirasçılar o ülkelerde açtıkları bütün davaları kaybetmişler, ellerindeki paraları İngiliz avukatlara kaptırmışlardır.
Kitap şu sözlerle bitiyor:
‘İkinci Abdülhamid’in sonu gelmez bir ihtirasla topladığı o geniş varlık, kısmen millete ve kısmen de, hadiselerin şevkiyle yabancı devletlere geçmiş ve ibret verici sahneler ve safhalar halindeki hikâyesi de böylece tarihin malı olmuştur.’
Hani ‘ABDESTSİZ YERE BASMAZ, EVLİYA GİBİDİR!’diye övülen Abdülhamit işte böyle bir ‘GÖTÜRÜCÜDÜR!’
Kardeş ve millet hakkına tecavüz eden HİLEKÂRDIR!
Ama Abdülhamit’in mirasçılarına bile kalmayan o akıl almaz servet hikâyesinden, çıkarılması gereken ilahi dersler vardır.
Bu notları ve bilgileri ortaya çıkaran Alper Aksoy’a da teşekkür etmek lazım.
YORUMLAR