Son yıllarda fark ettim: Tanıdığım dünya birer birer yok oluyor.
Sokakların isimleri değişmedi belki ama sesleri kayboldu. Aynı çınarın altında oturuyorum hâlâ; ama artık o eski hikâyeleri anlatan kimse kalmadı. Çünkü o insanlar gitti. Ve her biriyle içimden bir parça eksildi.
Bazı ölümler sessiz gelir; kapıyı çalmadan girer, seni bir anlığına dilsiz bırakır. Bazılarıysa yıldırım gibi düşer yüreğine. Ne zaman, nerede olduğunu bile anlayamazsın. Sadece bir şey bilirsin: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Ben çok insan kaybettim.
Çocukluğumun kahkahasını taşıyan ablamı, adı dua gibi anılan kuzenimi, sesiyle öğüt veren öğretmenimi… Bazılarının değeri uzaklaştıktan sonra anlaşılır; bazılarıysa daha hayattayken bile çok kıymetlidir ve yoklukları ilk andan itibaren derin bir sessizlik bırakır.
Ne zaman bir kalabalıkta gülsem, onların artık orada olmadığını fark ediyorum. Ne zaman bir anıya dönsem, sessizlik karşılıyor beni.
Çünkü ölüm bazen yalnızca bir insanı değil, bir zamanı da alır.
Onlarla birlikte bir masa da gider, bir şaka unutulur, bir çayın şekeri eksik olur. Bir ses, bir dokunuş, bir bakış… Artık yalnızca zihinde kalır.
O yüzden insanlar öldüğünde sadece bedenen gitmezler; yaşarken kurduğumuz dünyanın haritasından da birer parça silinir.
Her gidenle ben de eksildim.
Bazı cümleleri artık kuramıyorum. Bazı şarkılar yarım kalıyor.
Bazı kahkahalar eskisi kadar yüksek çıkmıyor.
Çünkü o kahkahanın yarısı, belki de çoktan toprağın altına gitti.
İnsan sevdiğini gömdüğünde sadece bir bedeni değil, kendi geçmişinin bir parçasını da toprağa verir.
Geriye kalanlara “alışkanlık” deriz. Ama her alışkanlık, aslında bir direniştir:
Unutmamak için, unutulmamış gibi yapmak için…
Bir gün bir fotoğrafa bakıyorsun, içindeki üç kişiden ikisi gitmiş.
Bir anıyı anlatıyorsun; fark ediyorsun ki artık sadece sen varsın.
Bir şaka aklına düşüyor, ama gülecek kimse kalmamış.
Bazen ölüm tek tek değil, topluca gelir.
Tanıdığım dünya ölmekteyken fark ettim: Sadece insanları kaybetmedim.
Bir dili, bir anlayışı, bir mevsimi, bir tür samimiyeti de yitirdim.
Ve bazı insanların yokluğu, en çok yüzleriyle değil; artık konuşulamayan şeylerle hissedilir.
Şimdi arkama dönüp baktığımda, kayıplarım bir şehir haritası gibi yayılıyor.
Her sokakta bir ses, her pencerede bir siluet var.
Ve ben artık o şehirde kalan son tanık gibi hissediyorum.
Birer birer gidiyor herkes.
Ve ben, geride kalan eşyaların, söylenmemiş cümlelerin ve tamamlanmamış vedaların bekçisiyim.
Bazen bir masada tek başıma otururken içimden şöyle geçiyor:
İnsan aslında bir hafıza taşıyıcısı.
Bir albüm.
Bir hikâye anlatıcısı.
Ve sonunda şunu öğreniyoruz:
Her şey geçiyor. Ama hiçbir şey tam anlamıyla iyileşmiyor.
Ve evet…
Hepimiz, anılardan ibaretiz.
YORUMLAR