Ayvalık Balıkesir’in ünlü körfez ilçelerinden biri…
18’nci kez ‘Zeytin Hasadı Festivali’ başladı.
Önceki yıllarda çoğunu takip ettim…
Hep; ‘Körlerle sağırlar birbirini ağırlar’ şeklinde geçti.
Üretici ile ya da vatandaşlarla ilgili kısmı pek yok.
Sadece alışveriş kısmında onlara yer veriliyor.
Yiyen içen, eğlenen, güzel vakit geçirenler, yöneticilere daha doğrusu festival komitesi üyelerine yağ çekiyorlar.
Yağ denilince de tabii ki akla Ayvalık geliyor.
Ama nedense ‘tağşiş’ten söz edilmiyor.
Bilmeyenlere şöyle anlatayım:
Zeytinyağı’nın içine, başka ucuz yağlar karıştırılarak satılır.
Böylece büyük karlar elde edilir.
Bunu yapanlar bellidir, ama nedense ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!’ denilerek görmezden gelinir.
Tüketicinin sırtından, cebinden büyük haksız kazanç sağlanır…
Ünlü firmaların adlarının bile bu çirkinliğe karıştırılmasını anlatan yok.
Ayvalık’ı mesken tutmuş İstanbul’dan gelip köşklerini kullananları met ediyorlar.
Nedeni ‘Beklenti!’…
Bunu da bir gün anlatırım.
Ayvalık’ın rekoltesi belli..
Ama borsada işlem gören rakamlara bakıyorsunuz abartılı…
Yani üretim ile tüketim arasında dağlar kadar fark var.
Sebebi;
Manisa’nın ‘zeytin memleketi’ Akhisar’dan tutun da, Körfez’in diğer ilçelerinden örneğin Burhaniye’den, Havran’dan, ya da Marmara’dan, Aydın’dan, zeytin de atılım yapan bazı Doğu kentlerinden getirilen dane zeytinler yağhanelerde işlendikten sonra 5’er kiloluk teneke kutularda ‘Ayvalık zeytinyağı’ diye piyasaya sürülüyor.
Bunu yağcılar iyi bilir…
Örneğin genç yaşta Ayvalık Belediye Başkanlığını yapan, üretici, sanayici, ihracatçı Ali Güreli’ye sorabilirsiniz.
Ya da bir ara ‘Zeytindostu Derneği’nin yönetim kurulu başkanlığını yapan, yine üretici, sanayici, ihracatçı sıfatlarını taşıyan Mustafa- Alper Alhat kardeşlere…
*- KARŞIYAKA NOTLARIMDA İDİ…
Notlarımda Karşıyaka vardı…
Ama Araştırmacı Yazar Tufan Atakişi’nin yazdığı ve paylaştığı gibi değil…
‘Yapılanlar ve yapılamayanlar!’ diye bazı notlarımı anlatacaktım.
Ama ‘Gevrek, üstelik Reşadiye Fırını’ndan’ diyen ve sözlerini
‘Şu aralar Reşadiye Gevreği bazı siyasi propagandalarda yer almaya başladı.
İşin ilginç yanı ise Reşadiye Gevrek Fırını’nı bilmeyen, hatta yakınından bile geçmeyen, Karşıyaka sahilinde oturup Meltem ile İmbat’ı birbirine karıştıran, gençliğini yaşadığı(!) Karşıyaka’da, Gode Cengiz gibi bir efsaneyi unutan, hele hele Tramvay veya Tramvay Yolunun 1939’da yani 83 Yıl (Seksen üç) önce kaldırılmasına rağmen o mutluluğu hatırlayıp gülümseyen kişiler gibi bazı konular gündeme gelince ben de yaşadığım gerçek bir anımı paylaşmak istedim.’ Diyen Tufan Atakişi’nin hikayesi benim ilgimi çekti.
Bakalım siz ne düşünecek ve diyeceksiniz?
*- SIR PERDESİ
‘Pekmezin yapıldığı, Üzümün yetiştiği Alaşehir gibi.
Ezilen üzümlerin kaynatıldığı, pekmez kazanı gibi…
Kazanın, teni bakır, bakırı ısıtan ateş gibi,
Ateşin kaynağı odun, odunun kesildiği ağaç gibi,
Ağacın yetiştiği toprak, yüksek yaylalar gibi,
Üstündeki zeytinler, Sındırgı’nın zirveleri gibi.
İşte bu yüzden, gevrekte, pekmez, kazan ve odun çok önemlidir…
*- ANIMSADIM
Tufan Atakişi, benim de anımsadığım bir öyküsünde,
‘… 1953’te İlk nefesimde oksijenin yanı sıra. Reşadiye Fırını’nın pekmez ve susam kokulu dumanını da solumuşum ciğerlerime… ‘ diye yazmıştım, hatırlamasam da o günleri.
Aradan yarım asıra yakın bir zaman geçti..
O ilk nefeste, kendimi bildiğimde, ilk gençliğimde de ciğerlerimi doldurmuştu.
Üstelik diğer organlarımla, hatta beynimle de sarmaş dolaş olmuştu bu gevrek kokusu, yarattığı haz ile yaşantımdaki vazgeçilmez yerini almıştı.
*- MAHALLENİN ÇOCUKLARI
Fırının sahibi Tevfik Ağabey, mahalledeki bütün çocukların en çok sevdiği kişilerden biriydi.
O’na olan sevgimiz, akşamüstü saatlerinde daha da artarak, saygıya dönüşürdü. Özellikle o midemizin kazındığı kuşluk vakti..
Balıkçı peşinde dolaşan kediler gibi, mahallenin bütün çocukları kendimizi, aynı yerde bulurduk.
İç güdüsel, acıkma dürtüsüyle: Reşadiye Gevrek Fırını’nın önünde.
Bilirdik ki, fırıncı ustalarının zamana karşı, hızla yaptığı gevrekler arasında görsel (!) yapısı bozuk, Tevfik Ağabey’in kalite kontrolunu geçememiş 15-20 tane gevrek mutlaka olacaktı.
Yan gözle fırının önünde biriken çocuklara bakar, sayısına göre kontrol zayıflar, gerektiğinde ise artardı.
Çünkü onlar da mahalle çocuklarının hakkıydı.
Daha sonra bütün çocuklar elinde bir gevrekle fırının önünden ayrılıp evlerimizin yolunu tutardık
Reşadiye Gevrek Fırını, şimdilerde ‘kara’ dedikleri türden bir fırındı.
Gerçi o zamanlar bütün fırınlar karaydı ama o fırının kendine özgü tanınmışlığı vardı.
*- BEN DE BİLİYORDUM
İzmirliler bile bilirdi tadını ve adını.
Bu namını korumak için, ilk çıkan çıtır gevrekler, kara sac tavalarla, vapur saatinden on dakika önce, kapıda bekleyen şevrole taksiye yüklenilerek İskele’ye gönderilirdi.
Amaç,
Karşıyaka iskelesinde Konak’a gitmek için vapura binenlere gevrek yetiştirmekti.
Bergama vapurunun ocakçısı, Hayri’nin demlediği tavşan kanı, keyif çayının yanına.
İzmir’in değişik semtlerinden iskeleye, özellikle Reşadiye gevreği almaya gelenler de olduğu söylenirdi.
Hatta tek biletle, Konak’tan vapura binip hiç inmeden geriye dönenler, gevrek-çay keyfi yapanlar da varmış.
Daha sonra da Karşıyaka’ya dağıtılırdı, avaz avaz:
‘Reşadiye Fırını’nın, akşam gevreği çıktıııı…’
*- BUNU ANLATMIŞTI
Aradan çok yıllar geçti.
Reşadiye Fırını yıkıldı.
Yerine beş katlı bir apartman yapıldı.
Tevfik Ağabey, Aksoy’da kiraladığı bir fırında Reşadiye gevreği pişirip satmaya devam etti.
Daha sonra da yaşlandı, işi bırakıp kendini emekli etti.
Bir ara karşılaştık.
Eline sarılıp öpmek istedim. Öptürmedi.
İlk sorusu ise:
‘Sen kimin oğlusun?’ oldu.
Kendimi tanıttığım da beni hatırladı.
Geçmişe döndük, o günlere gittik. Her zaman merak ettiğim soruyu sorma şansını nihayet yakalamıştım.
‘Tevfik Ağabey, senin gevreğin İzmir’de de çok ünlüydü.
Bunun mutlaka bir püf noktası vardı.
Neydi o. Anlatır mısın?’
*- HARP YILLARINDAN
Harp yılları, şeker yerine pekmez kullanıldığı dönemlerde başlamış işe. Fırına giren unlu mamullerin üstünü kızartmak için şekerli su kullanılırmış.
Şeker karneye bağlanınca, yerini pekmez almış.
Tevfik Ağabey’in mesleği gevrekcilik.
Kendini farklı kılmalı ki, gevreğini satabilsin Karşıyaka’da.
Birkaç pekmez denemiş, Hiç biri tutmamış.
Ta ki Alaşehir’in bir köyünden getirilen pekmeze kadar.
Dinlenmiş gevrek hamurunu, pekmezli suda kaynattıktan sonra yatırmış susama. Daha sonra sürmüş fırına.
Sındırgı odununun alevi kara tavaları yalayıp, güzel ve farklı bir lezzet, bir aroma katmış gevreklere.
Devam ederek:
*- O KADAR BASİT DEĞİL
‘Fırın deyip geçmemeli.
Ateş tuğlasının sıvası bile önemlidir bu işte. Sındırgı’nın yüksek yaylalarıdan kesilen, zeytin ağacı odununun boca edildiği külhanı da unutmamak lazım .
Odunun ateşi uzun olmalı.’
Gevreğinin namı, Reşadiye Fırını Gevreği olarak adeta tescillenmişti İzmir’de.
‘Ben, bu güne kadar, ne Alaşehir’in pekmezinden, ne de Sındırgı’nın zeytin odunundan vazgeçemedim. Bu işi yaptığım sürece.’
Sonraları, Reşadiye Gevreği’ni taklit etmeye çalışan çok kişiler çıktı.
Ya pekmezi, ya da zeytin odununu tutturamadılar.
*- BELGESELLERİ YAPILMALI
Tufan Atakişi’den, ‘Gevreği Reşadiye gevreği yapan ustanın, pekmezin ve odunun kısaca öyküsü bu…’
Böyle ustalar İzmir’in her köşesinde nadir de olsa olduğu gibi, güzel Egemizin, yurdumuzun her köşesinde de var.
Aslında bunlar bakanlıklar örneğin Turizm Bakanlığı tarafından kitap haline getirilmelidir.
Belediyeler de kendi sorumluluk alanlarında tarihe geçmiş ustalarını tanıtmalıdır.
YORUMLAR