‘Farkında mısınız?’ diyerek önemli bir noktaya ‘farkındalık’ yaratmak istiyorum.
Yalnız İzmir, İstanbul değil, neredeyse tüm kentlerimizde yaşanan sel felaketleri neyi gösterdi?
‘Mühendislik!’ hatalarını…
Tabii buna bağlık işçilik hatalarını da…
Emek de, para de, zaman da ziyan olup gidiyor.
İhmaller zinciri sürüp gidiyor.
Örnekleri çok…
Sel felaketlerinde önümüze hep ‘dere ıslahları’ ile ‘çarpık yapılaşma’ çıkıyor.
Bunlara bağlı olarak ise mazgallar ve temizliği…
*- ALACAKLI GÖZÜYLE
Çuvaldızı başkasına, iğneyi kendimize batıralım…
Dikkat edin, farkında olacaksınız!
‘Başımızın tacı’ olarak gördüğümüz ve hep sitayişle söz ettiğimiz esnafımızı ele alalım.
Çıraklar ya da çalışanlar ‘sözde’ sabah mıntıka temizliği yaparlar… Önceki yıllarda evlerimizin önünü süpürdüğümüz gibi onlar da çöpleri toplarlar ama torbalara koymazlar.
Ne yaparlar?
Sağanak yağışlardan sonra ‘Yandık, işyerlerimizi su bastı!’ diyerek suçu da ‘mazgalların tıkanıklığına’ ve yönetici taifesine atarlar.
Kendileri sütten çıkmış ak kaşıktırlar.
Ama çöplerini konteyner yerine mazgallara attıklarını, aynen evdeki çöpün halının altına süprüldüğü gibi…
*- SIK GÖRÜLÜYOR
İzmir’de, İstanbul ve Ankara’dan, gelen ana otoyolu Bornova’dan sonra Karşıyaka ve Konak (Şehrin merkezi) ne bağlayan kısımda viyadük var.
Yani köprülü bağlantı…
Trafik sıkışıklığa burada başlar…
Nedenini, bir trafik uzmanı şöyle açıklamıştı:
‘Mühendislik hatası!’
Uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Özeti bu…
Bu ana alterden önce kullanılan tarihi bir yol var, İzmir’in girişinde…
‘Paralı köprü!’ adı verilen köprü bir derenin üzerine kurulu…
Buranın yıllar önce düzeltilmesi sırasında mühendislere ve çalışanlara anımsattım:
‘Bakın burası Halkapınar Gölüne’ dönüyor, en ufak bir yağışta…
Mutlaka bir iki yere, birkaç metre uzunluğunda kanallar yapılmalıdır, hatta boru masrafını buradaki işyerleri bile karşılar’ önerisinde bulundum.
Dinlemediler…
Çünkü onlar çok daha iyisini biliyorlar!
Sonrasını söyleyeyim:
O günün parası ile emin olan 10-15 liraya ve birkaç saatlik çalışma ile çözülecek sorun, daha sonra, iki yıl kadar sonra yine o zamanın parasına göre 1 milyar liraya mal oldu…
Rakamlar abartısız;
Yeniden ihale ile sorun çözülmüştü(!).
Saat Kulesi ile tanıdığınız İzmir’in Konak Meydanı düzenlemesi sırasında, müteahhit firmanın mühendis ve çalışanları iki noktaya dikkat çektiler.
Söyledikleri şuydu;
‘Bu planı uygularsak körüklü otobüsler dönüş yapamaz, trafiği kapatır.’
‘Siz ne bilirsiniz, işinizi yapın!’ dediler…
Sonra yeni çalışma ve düzenlemeler yapıldı,,,
Zaman ve para kaybı…
Sinir gerginlikleri, memnuniyetsizler artı…
İnanın çok ama çok örnek var, bizzat yaşadıklarımın içinde…
*- YİNE TEPEDEN İNME!
Bu arada söyleyeyim:
İzmir’e ‘Tepeden inme’ Ankara’dan bir Genel Sekreter gelmişti:
Buğra Gökçe…
Şehir Plancısı imiş…
Ama İzmir’de Kadifekale’de bıraksan Konak meydanını bulacağından şüpheli bir memur…
Sonra İstanbul’a tayin edildi, CHP’li belediyeden CHP’li belediyeye…
‘Oh kurtulduk!’ diyenler arasında ben de vardım…
Ama şimdi birileri, kendisini gündeme getiriyorlar:
Neymiş efendim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olacakmış…
Hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özel’den söz almış…
Belki de, benimle birlikte en fazla tenkit yapan meslektaşım Doğan Karabulut bile sanıyorum, böyle ‘menfaat ve maddi beklenti’ içinde olanlara karşı, ‘Tunç Soyer!’ diyecektir.
*- CİDDİ GÖRÜŞ FARKLILIĞI
Önceki dönem Milletvekili Atilla Sertel ile Bornova Belediye Başkanlarından Olgun Atilla da bildiğim kadarıyla İzmir için Büyükşehir Belediye Başkanlığına adaylar…
Ankara’da ve İzmir’de ‘heyecanla’ sıradan bir devlet memuru olan Buğra Gökçe’yi mutlaka milyarların ve milyonlarca insanların yönetiminin başına getirmeye gayret ediyorlar…
Adını kulislerde geçirmeye çalışıyorlar…
Sorsunlar bakalım, İzmir’de bu ismi bilen vatandaş çıkacak mı?
Sorsunlar bakalım, belediye çalışanlarından biri bile ‘Tamam!’ diyecek, olumlu ve kente insanlara yararlı bir çalışma yaptığını anlatabilecekler mi?
Köklü bir İzmirli ve İzmir sevdalısı olarak hiç kimseye ‘Hayır!’ demem ama bir kişi hariç yakından takip ettiğim, İstanbul’a gönderdiğimiz Bugra Gökçe isimli memura hariç…
Özellikle üst bürokratlar, müdürler, yöneticiler genelde devletçidirler…
Yani koltuklarından kalkıp, masanın diğer tarafındakileri görmezler, görmek istemezler…
Bu da çok ama çok önemli bir konudur…
Başarıyı halkın içinden çıkanlar ve olanlar daha çabuk yaşama sokarlar…
Koyu gözlüklüler, siyah çantalılar, koyu takım elbiseliler size neyi anımsatıyor?
Mafya filmlerinde de bunları çok sık görürüz..
Hatırlamıyor musunuz?
*- KULLANIP KULLANMAMAK
Sevgili Okuyucularım;
Her sabah hesabınıza 86 bin 400 TL. yatıran bir banka düşünün…
Gün boyu; istediğiniz kadar parayı harcamak ya da harcamamakta serbestsiniz.
Yani;
Parayı istediğimiz şekilde kullanmakta serbestsiniz.
Ama;
Oyunun sadece tek bir koşulu var;
Harcamayı başaramadığınız meblağ ertesi güne devretmez!
Akşam hesabınızdan geri çekilir.
Ve bu paranın hiçbir bölümünü, ne sebeple olursa olsun, saklayamazsınız!
Bir önceki günün tutarının tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız, ertesi sabah hesabınızda yine 86 bin 400 lira bulacaksınız.
Nasıl, keyifli değil mi?
*- BOZUK PARA GİBİ
Farkında olsanız da, olmasanız da aslında hepimizin böyle bir bankası var!
Adı; ZAMAN’dır!
Her sabah 86 bin 400 saniye hesabınıza yatıyor.
Ve o gün, daha fazlasını asla harcayamıyorsunuz!
Kullanamadığınız kısım ise akıp gidiyor ve hesabınızdan siliniyor.
Hiç devretmiyor!
Her gün size yeni bir hesap açılıyor.
Her akşam günün bakiyesi siliniyor.
Eğer günlük hesabınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir.
Geriye dönüş yok!
Yarından avans yok!
Bu günü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız!
ZAMAN hiç kimseyi beklemez…
DÜN, artık ‘mazi’ oldu!
YARIN ise ‘muamma!’
BUGÜN ise avuçlarımızın içinde, bize sunulmuş bir armağandır.
Mutlu saniyeleriniz olsun…
Bizlerden, toplumdan çalanlara ise ‘lanet!’ olsun, kim olursa olsun…
YORUMLAR