DOLAR 32,5038 0.08%
EURO 34,7826 -0.12%
ALTIN 2.496,260,50
BITCOIN 20840242,47%
İzmir
15°

HAFİF YAĞMUR

üst menü altı

DEPREMLER VE YAPAY ETKİLEŞİMLER

Madencilik, Hidroelektirik Santralleri (HES), Barajlarda depolanan su kütlesinin zemine olan askısı vb. pek çok insan kaynaklı faaliyet deprem oluşumu için şüphe ile karşılanmalıdır.

ABONE OL
23 Mayıs 2023 00:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Madencilik, Hidroelektirik Santralleri (HES), Barajlarda depolanan su kütlesinin zemine olan askısı vb. pek çok insan kaynaklı faaliyet deprem oluşumu için şüphe ile karşılanmalıdır.

İnsan kaynaklı depremlerin en önemli nedenlerinin başında madencilik faaliyetleri ve büyük ölçekte su depolanan barajlar geliyor. Bir diğer yaygın tetikleyici ise hidrolik kırma gibi petrol ve gaz çıkarma yöntemleri. Durham Üniversitesi’nden jeofizikçi Miles Wilson, hidrolik kırma yöntemi ile açılan sondaj deliklerinin son yıllarda arttığına ve bu deliklerin mevcut jeolojik kırılma hatlarını yeniden canlandırdığına dikkat çekiyor.

Çin’in Siçuan bölgesinde 2008 yılında meydana gelen 7,9 büyüklüğündeki depremin de (70 000 kişi ölmüştü), merkez üssünün birkaç kilometre yakınındaki Zipingpu Rezervuarı’nda depolanan ve ağırlığı 320 milyon tonu bulan sudan kaynaklanmış olabileceği iddiası ortaya atılmıştı. Wilson, “Geçmiş deneyimlere bakıldığında, insan kaynaklı etkenlerin yerkürenin dış tabakasındaki güçleri etkilediğini görüyoruz.

Yerkürenin bu değişimlere cevap vermesine şaşırmamalıyız” diyor.

Ancak araştırmacılar bu ve benzeri büyüklükteki depremlerde açığa çıkan stresin büyük kısmının doğal tektonik kökenli olduğunu, insan etkinliklerininse bardağı taşıran son damla olduğunu söylüyor. Tüm insan etkinliklerinin bir şekilde (örneğin bir bölgedeki kütle dağılımını değiştirerek) yerkabuğundaki kuvvetleri etkilediği, dolayısıyla bazı durumlarda yapay depremlerin meydana gelmesinin şaşırtıcı olmadığı belirtiliyor.

Yukarıda yazılan gerekçeler Türkiye’de on binlerce maden sahalarında her gün yapılan patlatmaları aklımıza getirmektedir. Metal madenciliği (özellikle altın madenciliği), taş ocakları, mermer sahaları vb. alanlarda DİNAMİT ve/veya NİTRO kullanılarak yapılan patlatmalar yer kabuğuna titreşim yaymaktadır. Sıradan bir altın madeninde yüzeyde ve/veya yeraltında günde 10-20 ton arasında patlayıcı kullanılmaktadır.

Ülkemizin tamamına yakın alanı FAY HATLARI içermektedir. Fay hatlarının üzerinde veya yakınlarında her gün yapılan patlatmalardan yayımlanan titreşimlerin frekansları yeraltında farklı etkileşimlerle ilerlemektedir. Bu titreşimlerin frekansı rezonansa yol açabilir mi?

Hareketli yük etkisindeki köprüler, doğal frekansları civarında bir titreşime maruz kaldıklarında rezonans adı verilen durumla karşı karşıya gelirler. Rezonans durumunda, köprünün doğal frekansı, dış yükün frekansı ile çakışır ve titreşimin genliği giderek artar. Rezonans sonucu yapılar büyük kuvvetlere dolayısıyla büyük hasarlara maruz kalırlar. Hatta rezonans sebebiyle gerçekleşen göçmeler binanın patlaması şeklinde tasvir edilmektedir.

ABD’de Tacoma Köprüsü neden çöktü? Köprü, 1940 yılında inşa edilmişti, yapımından yaklaşık 4 ay sonra 67 km/h hızla esen rüzgarla rezonansa girdi. Köprünün 140 km/s gibi bir rüzgara dayanması öngörülürken rezonansa giren köprü yıkıldı. Rezonans, bir sistemde bir uyarıcının sürekli olarak tekrarlanması sonucu oluşan vibrasyonların artması ve sürekli olarak güçlenmesi olayıdır.

Rezonans, mekanik, elektromanyetik, optik ve akustik sistemlerde görülebilir. Binanın yapısına uygun olmayan zeminlerde veya fırtına veya deprem gibi doğal afetler sırasında binanın titreşmesi sonucu rezonans oluşabilir ve bu da binanın yıkılmasına neden olabilir. Rezonans, sürekli olarak uygulanan bir kuvvetle sistemin kendi frekansının eşlemesi sonucu oluşur.

Rezonans sistemlerin enerjilerinin artmasına ve sürekli olarak daha fazla vibrasyona neden olmasına neden olur. Sistemlerin frekansı, sistemin yapısına, ağırlığına, uzunluğuna veya diğer fiziksel özelliklerine bağlıdır. Rezonans, doğal olarak yapılan sürekli bir dalga veya hareket ile eşleştiğinde oluşur ve sistemin vibrasyonlarının artmasına neden olur. Rezonas, mühendislikte, genlik durumunun sonsuza kadar sürmesi olarak adlandırılır.

Yıllardır madencilik faaliyetleri sırasında yapılan bu patlatmaların titreşim frekansları rezonansa ulaşabilir mi? Bu soruya her depremde hemen televizyon ekranlarına koşup açıklama yapan yer bilimciler elbette hayır diyecekler.

Bu yer bilimciler 1990’lı yıllardan beri ülkemizde kıymetli metal talanı yapan yabancı şirketlerin menfaatleri için çok çaba sarf ettiler, halen de devam etmekteler. Onların cevapları şirketlerin çıkarına uygun olacaktır.

Yaptıkları açıklamalarda depremlerin gücü için atom bombası ile kıyaslama yapmaları ayrı bir garabet. Atom bombası diye bir birim yok, bu bombalar 5 kilo ton mu, 5000 kilo ton mu?

Yoksa megaton düzeyinimi söylemek istiyorlar? Ülkemizin %90’ı deprem alanı iken Maden faaliyetleri için düzenlenen ÇED raporlarında bu hususlar hafife alınmaktadır, çünkü ülkemizde 20 den fazla kez değiştirilerek uygulanan ÇED tam bir sahtekarlık vasıtası haline gelmiştir.

Kısaca bizde uluslararası bilimin geldiği düzeyde bir ÇED’den bahsetmek mümkün değildir. Kabul gören ÇED raporlarında fay hatları üzerinde patlatmalara devam edilmektedir. Bu fay hatları üzerine madenlerden çıkan tehlieli zararlı atıklar uygun olmayan sözde atık havuzlarında depolanmaktadır.

Bu atık havuzlarının çoğu eğimli arazilerde, su havzalarında, tarım alanlarında yer almaktadır. Ortalama 10-20 hektar alanda depolanan bu tehlikeli atıklar milyonlarca ton ağırlığında olup birinci dereceden riskli yapılardır. 3-4 şiddetindeki depremler bile bu atık havuzlarının stabilitesini bozabilecektir. Televizyon düşkünü yerbilimcilerin bu hususta bir demecine rastlamadım. Bazı bölgelerde 5-10 maden birbirine komşu sahalarda faaliyet göstermesine karşın bunlara ait ‘KÜMÜLATİF ETKİ DEĞERLENDİRMESİ YAPILMAMIŞTIR’.

Maden ve Petrol Arama Genel Müdürlüğü’nden elde edilen IV. Grup maden ruhsatlarına dair haritalarda proje alanı çevresinin çok sayıda maden ruhsatına komşu olduğu görülebilir.

ÇED raporları incelendiğinde raporda yer alan “Jeoloji” başlıklı değerlendirmelerin, ruhsat alanlarına özel bir inceleme içermediği ve akademik çevrelerde genel jeoloji amaçlarına yönelik olarak hazırlanmış eski çalışmalardan kopyala-yapıştır yöntemiyle derlenmiş olması da ayrı bir garipliktir.

ÇED Raporlarında bunlara yer verilmemiş, jeolojik ve sismik bilgiler tanımlar ve genel ifadelerle geçiştirilmiştir. 7 ve üzeri şiddetteki bir depremin bölgede yer alan yerleşim yerlerine etkisi yıkıcı olacaktır.

Doğrultu atımlı fayların birbirlerini ve yakınlardan geçen ve üst kısımdan geçen Kuzey Anadolu Fay hattını etkilemesi çok büyük olasılıktır. Ne var ki, ÇED raporu bu önemli etkiyi göz ardı etmiştir”

Defalarca değiştirilerek günümüzde 3213 sayılı Maden Kanunu ve Maden Yönetmeliği madencilik faaliyetleri arazi izin sürecinde yapılacak işlemleri düzenlemiştir.

Orman ve mera arazileri, hazinenin özel mülkiyeti veya devletin hüküm ve tasarrufundaki yerler, özel mülkiyete konu taşınmazlar ve tarım arazilerinin edinim süreçlerinde Maden Kanunu ile birlikte birçok farklı mevzuat devreye girmektedir.

Metal madencilik sektöründe tüm izin işlemlerinin tek kanunla yürütülmesi ile arazi edinim sürecinin kısaldığı ve diğer kanunlardan kaynaklanan engel ve sorunların sona erdirildiği bir uygulama ile ülkemizin talan edilmesinin önünde bir engel kalmamıştır, ve deprem gerçeği görmezden gelinmeye devam etmektedir.

Depremleri izah etme amacıyla bilim dışına yönelmenin bir başka boyutu, sahte bilim odaklıdır. Bilimin yeterince gizemli veya kendileri için yeterince tatmin edici olmadığını düşünen kişiler, depremlerle ilgili bugüne kadar birikmiş yığınla bilimsel veriye kulak vermek yerine, kendilerince en ilgi çekici ve tatmin edici oldukları açıklamaya başvururlar. Bunlar arasında HAARP gibi sözde süper silahlar, Güneş’teki patlamalar, gezegenlerin hizalanması veya dolunayın Dünya üzerindeki etkisi gibi astroloji safsataları, çeşitli hava olaylarının (fırtınalar, kasırgalar, vb.) depremlere sebep olduğu iddiaları bulunmaktadır.

Bugüne kadar insan faaliyetleri dolayısıyla oluşan birçok deprem kaydedilmiştir. Bu depremlerin birçoğu baraj inşaatları, yüzey ve yer altı madencilik faaliyetleri, yüzey altından sıvı ve gaz çekme işlemleri ve yer altı oluşumlarına petrol ve doğalgaz gibi kaynakları çıkarma amaçlı su pompalanması gibi süreçlerle tetiklenmektedir.

Bunların ezici çoğunluğu, herhangi bir hasara neden olamayacak kadar küçük çaplı depremlerdir; ancak tarihte daha büyük ve potansiyel olarak etrafa zarar verecek büyüklükteki depremler de bu tür faaliyetler sırasında tetiklenebilmiştir. Bunları önlemek için, söz konusu faaliyetin derhal durdurulması gerekmektedir.

USGS tarafından raporlanan bir örneğe göre, ABD’nin Colorado, Ohio ve Arkansas eyaletlerinde yaşanan bir dizi deprem, atık sularının derin kuyulara pompalanması işleminin durdurulması sonrasında sona ermiştir. Ne yazık ki yapay yollarla ufak tefek depremler yaratmamız mümkün olsa da, ufak veya büyük, doğal depremlerin hiçbirini önlememiz mümkün değildir.

Tek yapabileceğimiz, daha güvenli yapılar inşa ederek ve halkı deprem konusunda bilinçlendirerek bu depremlerin olası etkilerini en aza indirmektir. Böylece depremlerden sonra yaşanan ölümleri engellememiz mümkün olabilir.

Öte yandan nükleer bombalar ile depremler, hatta artçı deprem dizileri tetiklemek mümkündür. Bu depremler, patlamanın merkez üssünün en fazla birkaç on kilometre ötesine kadar tetiklenmektedir.

Ancak yapılan incelemelerde, bu şekilde nükleer patlamalar sırasında oluşan depremlerde açığa çıkan enerjinin, atom bombasının kendi enerjisinden çok daha küçük olduğu; ayrıca benzer büyüklükteki doğal depremlerden sonra görülen artçıların genel olarak daha güçlü olduğu gözlenmiştir.

ABD tarafından patlatıldığı bilinen en büyük yer altı nükleer bomba testi, 6 Kasım 1971 günü Cannikin kod adıyla yapılan ve 5 megatonluk bir atom bombasını içeren bombadır. Yerin altında patlatılan bu atom bombasının saçtığı enerji miktarı, 6.9 büyüklüğündeki bir depremde saçılan enerjiye eşittir. Ne var ki patlamanın yaşandığı Aleutian Adaları’nda patlama sonrasında hiçbir deprem tespit edilememiştir.

Bu arada, her ne kadar bir deprem ile büyük bir patlamanın açığa çıkardığı enerji birbirine benzer olsa da, bu ikisinin sismogramlar (sismometreler) üzerinde bıraktığı izler bambaşkadır; çünkü ikisinin dalga formları arasında ciddi farklar bulunur.

Nükleer patlamalar, Dünya yüzeyine çok yakın yerlerde yaşanır ve enerjinin tamamı, patlayıcının etrafındaki ufak bir hacimden etrafa yayılır. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki tipik bir nükleer bomba patlaması 2-50 kiloton enerji açığa çıkarırken, örneğin Mayıs 1988’de Afganistan’da yaşanan 6.5 büyüklüğündeki deprem 2.000 kiloton enerji açığa çıkarmıştır.

Yani teorik olarak atom bombaları ile depremler tetiklenebilecek olsa da, bunun sınırları oldukça katıdır ve anlamlı bir deprem üretmek mümkün gözükmemektedir.

Petrol ve doğal gaz çıkarma sırasında kullanılan kaya çatlatma yöntemlerinin kendisi, çoğunlukla depremleri tetiklememektedir.

Depremleri asıl tetikleyen şey, bu işlem sırasında açığa çıkan atık suların atımı sırasında yaşanmaktadır. Atık sularından kurtulma işlemi, genellikle kayaları çatlatmak için kullanılandan çok daha fazla suyu kullanır ve çok daha uzun süreler boyunca kayaya sıvı enjeksiyonunu gerektirir.

Bu sıvılar, fay hatlarına hidrolik olarak bağlanabilir ve buna bağlı olarak, fay hattı içerisindeki basınç arttıkça, fayın kendi iç sürtünme kuvvetleriyle etkileşime girmeye başlar. Bu nedenle deprem oluşma ihtimali artar. Bu depremler çoğu zaman enjeksiyona yakın bölgelerde görülse de, kimi zaman sıvı yatay veya dikey olarak hareket ederek, enjeksiyon noktasından 10 kilometre ve üzerinde mesafelerde veya birkaç kilometre daha derinlerde de depremlere neden olabilir.

Örneğin ABD’nin Oklahoma eyaletinde yaşanan ve insan eliyle tetiklenen depremlerin sadece %2 kadarı hidrolik kaya kırma işlemiyle ilişkilidir; geri kalanlar ise atık sudan kurtulma işlemleriyle ilgilidir. Elbette, bu bölgede çok sayıda deprem yaşandığı için, bu ufak oran da çok sayıda depreme karşılık gelmektedir. Özbekistan’daki bir petrol üretimi kuyusunda 7’den büyük bir depremin tetiklendiği bilinmektedir.

Özellikle de büyük depremler, teknik ismiyle dinamik stres transferi olarak bilinen, halk arasında ise tetikleme olarak bilinen bir şekilde, daha uzak yerlerde depremlere neden olabilir veya diğer fay hatlarını harekete geçirebilir. Bir fay hattı kırıldığında, bundan yayılan sismik enerji, yeryüzü boyunca ilerleyerek bir diğer yerdeki faya enerji aktarır. Bu ikincil faylar, genellikle volkanik bölgeler gibi fay hareketlerine açık olan yerlerde bulunur.

Bu şekilde uzak yerlerde ve diğer fay hatlarında depreme sebep olduğu bilinen büyük depremlere örnek olarak 1 kilometrelik fayın kırıldığı 1992 Landers Depremi (7.3 büyüklüğünde), 40-60 kilometrelik fayın kırıldığı 2002 Denali Depremi (7.9 büyüklüğünde) ve yaklaşık 100 kilometrelik fayın kırıldığı 2004 Sumatra Depremi (9.1 büyüklüğünde) verilebilir.

Örneğin bu son depremde 1300 x 200 kilometrekarelik bir alan kırılmış ve Sumatra’nın kuzeyinden Myanmar’ın güneyine kadar artçı depremleri tetiklemiştir.

Son söz olarak, ülkemizdeki deprem gerçeği ile madencilik patlatmaları, su ve tehlikeli atık depolamalarına ilişkin bir çalışma yapılmamış ve yasalar göz ardı edilmeye devam edilmektedir.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP