DOLAR 32,7143 0.09%
EURO 35,4762 0.08%
ALTIN 2.483,740,24
BITCOIN 18544871,68%
İzmir
37°

AÇIK

üst menü altı

'FAKİRHANE'Yİ KİM İSTEMEZ?

ABONE OL
17 Mayıs 2022 10:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Okumayı ve bilgilendirmeyi seviyorum…

Avrupa’ya gittiğinizde rehberler hemen her kentte şu bilgiyi verirler;

‘En yüksek bina, klişeyi geçemezdi!’

Yani gökdelen yapılamazdı…

Kiliseler, ya da ibadethaneler de genelde tepelere, ya da şehrin en merkezi yerine kuruluydu…

Ama şapel dediklerimiz neredeyse her yerde vardı.

Bunu Yunan adalarına gidenler görür…

Biri trafik kazasında öldüyse, hemen oraya yakınları bir gecekondu gibi binayı yapıyor, dua edilmesini sağlamaya çalışıyorlardı.

Sanıyorum artık bu adet de kalkmış durumda…

Gelelim bize!

Genelde ‘İstanbul Konakları’ hep konu edilir, anlatılır…

‘Konak’ hemen her kentte vardır…

Ama bir tane, ama birden fazla…

İzmir’in konakları da ünlüdür, ama zamanımıza Buca’da, Bornova’da bazı ilçelerde, örneğin Ödemiş tarafında daha fazla rastlanırdı.

Merkeze yakın olan yerlerde küçük boyuttaki evler yerine konaklar mevcuttu.

Bu konakları tarihi filmlerde de görürüz.

Konaklar, üst düzey devlet adamlarının ve kentin zenginlerinin, tacirlerinin, paralı insanların ikamet ettiği, kışın oturulan ve normalden büyük yapılardır.

Bunların Avrupalılarla ilgili ortak noktasını da belirteyim:

Konağın üç kattan yüksek olması, binanın göğe yükselmesi Cenâb-ı Hakk’a meydan okuma, konu-komşuya yukarıdan bakma anlamına gelirdi, bu yüzden konaklar genellikle üç katı geçmezdi.

İşin püf noktası bu…

Belli yaşın üzerindekiler anımsar…

Ben de Bornovalı olduğum için çok iyi biliyor ve anımsıyorum:

Eski insanlar müstakil olan, bahçesi bulunan, avlusu duvar ile çevrili olan evlerde oturmayı tercih ederlerdi.

Bugünkü anlamıyla apartman dediğimiz, birbiriyle akrabalık bağı bulunmayan insanların aynı kapıdan girerek ikamet ettiği daire anlayışı asla kabul edilemezdi.

Bu tür birden fazla ailenin aynı avludan içeri girerek birbiriyle sefer tası gibi üst üste olan binalarda ikamet etmesi ancak gayrimüslimler ve özellikle Yahudilere ait özelliklerdi.

Ondan dolayıdır ki bu gibi yapılara ‘yahudhane’ veya ‘çıfıthane’ adı verilirdi.

Bunlar yine anımsadığım kadarıyla İkiçeşmelik’te Agora tarafında ve Karataş semtinde bulunuyorlardı.

Bazen bir yol, iki fikri de insanları da ayırıyor…

Küçük bir örnek vereyim:

Kemeraltı’nı, Anafartalar Caddesi’ni düşünün…

Hisar Camisine doğru buradan gelin…

Sağ tarafta Kuyumcular vardır..

Onların neredeyse tamamı Göztepe’li idiler… Yönetim kurullarında yer alıyorlardı.

Sol taraftaki esnaf ise Altınordulu ya da İzmirsporlu…

Tabii ki ben kulüplerin yönetici kadrolarından söz ediyorum…

Çankaya’ya doğru, gidin büyük iş adamları Altay’lı idiler.

Şunu da belirteyim;

‘İstisnalar kaideyi bozmaz!’ derler…

Yani istisnalar da vardı…

Benim unutamadığım isimler arasında, herkese ve her cümlesine ‘Sevgili’ diye başlayan Göztepeli bir Rauf İliriş…

Ne bileyim;

Altay’ın lejyoner Başkanlarından ‘solcu’ Rıdvan Burteçin…

Altınordu’nun halen en önemli isimlerinden İlyas Gönen…

Bu arada usta gazeteci Atilla Köprülüoğlu’nun bugünkü ‘Basmane’nin Altınordusu’ başlıklı yazısını okudum.

Atilla Köprülüoğlu, ‘Basmane, Dönertaş, Mezarlıkbaşı, Tilkilik, Agora, Basmane sokaklarında ‘Şeytanları’ yani Altınordu’yu arıyorum’ diyor…

Ünal Tümin’e sorsanız, Tepecik’te Ülküspor’dan, Hilalspor’dan ve Altay’dan söz edecek…

 

*- FAKİRHANENİZ OLABİLİR Mİ?

 

Bir iki önemli, daha doğrusu dilimize yerleşmiş noktadan söz edeyim:

‘Fakirhane’ sözünü mutlaka duymuşuzdur.

Ya kitaplardan, ya da filmlerden, ya da tiyatrodan veya varlıklı bir kişiden…

‘Fakirhane’ tabiri, sahibinin kendi konağını tevazu ile ifade etme şeklidir.

Misal olarak bir akşam konağına birisini davet eden zât:

‘Fakirhaneyi bir akşam teşrif eder misiniz efendim?” der.

Davet edilen şahsiyet ise:

‘Estağfurullah devlethanenizde şerefyâb oluruz efendim”’ diye cevap verirdi.

Yani insanlar arasında saygı ve sevgi böyle paylaşılırdı.

Bir de ‘Paşa Konağı’ derler ya, buradaki ‘paşa’ unvanı sadece askeri şahsiyetleri değil, sivil kişileri de ifade etmektedir.

Ama o Konak’ta ne bileyim bir mülkü amir, devlet yöneticisi oturuyorsa, vatandaş tarif ederken ‘Devlethane’ derdi…

Bir ara, hatta yakın zamana kadar hepimiz ‘Apartmanlarda’ oturmak için can atıyorduk…

Ama ya şimdi?

Müstakil evleri tercih ediyoruz…

Aynen köşklerde, konaklarda yaşayanlar gibi…

Şimdi villalar var…

Ama buralarda oturmak, bugünkü ekonomik şartlarda mümkün mü?

Depremzedelerin durumları ortada…

Artık yorumları yapmak, hayallere dalmak bedava…

Siz de kendinizi ister bir ‘İzmir Konağı’nda (Beyler Sokağında), ya da Karantina’da olduğu gibi düşünün ya da Bornova, Karşıyaka, Buca’da veya Birgi’deki Konaklardan (Fakirhanelerden) birinde sayın…

 

*- KAZANACAKLARINI BİLMEYENLER

 

14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü idi.

Siyasi gelişmeler, atışmalar, alınan kararlar, bu önemli günü anında sizlerle paylaşmamı önledi.

Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu (IFAP) tarafından alınan kararla 1984 yılından bu yana her yıl tüm dünyada bu anlamlı ve değerli gün kutlanıyor.

Ancak Türk çiftçisi büyük zorluklar içinde.

Her geçen gün artan maliyetler, iklim krizi ile mücadele eden çiftçilerimizin ekonomik sorunları büyüyor.

Öyle ki bugün Türkiye’de ne kadar kazanacağını bilmeyen tek meslek çiftçiliktir.

Gerçekten de çiftçilik Türkiye’de giderini hesaplayan, ancak ne kadar kazanacağını bilmeyen tek meslek konumuna gelmiştir ve bu asla sürdürülebilir bir durum değildir. 

Gıda fiyatları artıyor ama çiftçi gelirleri ne yazık ki artmıyor.

Gıda fiyat artışının sorumluları asla çiftçiler değildir.

Covid-19 pandemisi ve iklim krizi gölgesinde, tüm dünyada sürdürülebilir gıda arzını ve adil gıda tüketimini sağlamak giderek zorlaşsa da ülkemizde, gıda enflasyonuna rağmen sofralarımızda gıda eksik olmuyorsa bu fedakar çiftçilerimiz sayesindedir.

Yüreklerini ve emeklerini ortaya koyan çiftçilerimiz, gıda güvencesinin, gıda güvenliğinin, gıda egemenliğinin, gıda etiğinin garantörleridir. 

Bu nedenle, çiftçilerimizi desteklemek zorundayız.

2006 yılından bu yana yasa gereği milli gelirin yüzde 1’i oranında verilmesi gereken ancak verilmeyen destekler nedeniyle alacaklı olan çiftçilerimize borcumuzu ödemek zorundayız.

Çiftçimiz kazanırsa ülke kazanır, çiftçimiz kazanırsa gelecek nesiller kazanır.

 

*- ÇİFTÇİ OLMAZSA HAYAT OLMAZ

 

Çiftçilerimizin kendi bayramlarını buruk bir şekilde kutladığını üzüntü ile görmekteyiz.

Çözüm günü kurtarmaktan değil, uzun vadeli ve kalıcı politikalar çerçevesinde üretim ve ürün planlaması yaparak, çiftçilerimiz için istikrarlı ve sürdürülebilir bir gelir modeli yaratmaktan geçiyor. Çiftçilerimizi üretim, hasat ve pazarlama süreçlerinde daha donanımlı hale getirmek,  etkin teknoloji kullanımı konusunda desteklemek için mesleki gelişimlerini sağlayacak modeller geliştirmelidir. 

Çiftçi olmazsa gıda olmaz, gıda olmazsa hayat olmaz!

Çiftçi varsa hayat var! İzmir Tarım Grubu bu gerçeğin farkındadır.

Bu söylemler kimden?

Söyleyeyim, Dr. Pınar Nacak’tan…

Peki Dr. Pınar Nacak kimdir?

Bunu da söyleyeyim:

İzmir Tarım Grubu’nun bir üyesi…

İzmir Tarım Grubu’nun çalışmalarını yıllardır, hatta kuruluşundan bu yana izleyenlerdenim…

Bir ara çok daha faal idiler…

Yurt dışından uzman bile getirip görüş alışverişinde bulunuyorlardı.

Üyeleri ele tek tek alırsak hepsinin önemli görevlerde bulunduklarını biliyoruz.

Yani Tarım Grubunun söylediklerine bakanlık önem verirse çok önemli bir görevin yerine geleceğini düşünüyorum.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP