Adaşım Gazeteci- Yazar Yaşar Aksoy, ‘Muhalefet Üniversitesi gazeteden bir portre.. Adaşım: Yaşar Eyice…’ başlığıyla, yine benim gibi uzun upuzun bir yazıyı kaleme alarak Mustafa Yılmaz yönetimindeki ‘Egeli Gazete’sinde yayınlamış.
Teşekkür için aradığımda, ‘Yazı bir o kadar da uzundu, kısaltmak için uğraştım!’ dedi.A
“Yaşar Eyice ile hem adaşız, hem de aynı gazeteden yetiştik..
Gazetemiz Demokrat İzmir, anadan doğma muhalif ve solcu idi..,
Daha sonra Yeni Asır gazetesinde de yıllarca birlikte çalıştık, hatta Patron vekili Aydın Bilgin döneminde küçüçük bir odayı (1.5×3 m.) ve tek bilgisayarı ikimiz birlikte kullandık…’ diyerek anlatımını şöyle sürdürmüş:
‘Önce biz nereden yetişip geldik, anlatalım.
Biz bir gazeteden değil, bir Muhalefet Üniversitesi’nden yetiştik efem…
1970’ler başında gazetenin 3. kat kapısının tam karşısındaki yazı işlerinin bulunduğu büyük salona girince yanda, tam karşıda Spor servisi vardı.
*- KEH KEH’İ MEŞHURDU
Hüseyin Yangır ve Melih Dizdaroğlu gibi kardeşlerimizin harıl harıl çalıştığı ‘Spor Servisi’ nin, en karizmatik adamı spor muhabiri Yaşar Eyice idi, arada hiç sektirmeden ‘Keh, keh, keeeeh’ gibi yayık ve cıvık gürültülü kahkahalar atardı.
Yaşar Eyice daha sonra, dış politikadan sorumlu Aydan Seyhan ile birlikte üçüncü katın tam girişindeki sağdaki odada görev yaptı.
İşte Yaşar Eyice, bir otoriter kadın olan Ayten Düvenci tarafından yönetilen ve “İzmir Pravda’sı” diye tanımlanan solcu Demokrat İzmir gazetesinde; namusu ile çalışan, tam emekçi, işini iyi bilen ve sevimli bir kardeşimiz ve adaşımdı.
Akın Simav gibi, Pakize Suda’nın babası Orhan Suda, İskender Dinsel gibi, Esat Erçetingöz gibi, Ahmet Dilekçi gibi, Sumru Silahtaroğlu, Nuri Bilim gibi.. Gibi, gibi.. Çok dost vardı o ortamda…
Kısaca; ‘Yaşar Eyice komple gazeteci, komple yazar…’
*- ADAŞIMDAN BASIN HATIRALARI…
Yaşar Eyice, eyi ve velud (üretken anlamına) müthiş bir gazetecidir.
Onu çok severim…
Elinden kalem, ağzından “keh, keh. keh” diye meşhur kahkahası ve tabana kuvvet enerjisi hiç eksik olmaz.
1970’lerden itibaren hem Demokrat İzmir’de, hem de Yeni Asır’da birlikte yıllarca birlikte çalıştık.
2015 yılında onunla onur duyduk;
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Mezunları Vakfı, Yaşar Eyice’ye meslekteki 50.Yılını geride bırakması nedeniyle 17 Nisan 2015 tarihinde bir ödül takdim etti.
Eyice Demokrat İzmir, Tercüman, Yeni Asır, Sabah, Bugün, Bulvar, Türkiye, Günaydın. Haber Ekspres ve Gözlem gazetelerinde uzun yıllar çalıştı.
Halen elinden kalemini hiç düşürmüyor.
Türkiye’nin en eski gazetelerinden ‘Bizim Anadolu’da yazıyor.
Duayen gazetecimiz Eyice’nin, Demokrat İzmir anıları bizi epey ilgilendirmekte…
*- KADRO KUVVETLİ İDİ
“Yaşar Eyice anlatır:
‘Demokrat İzmir’in spor servisinden aklıma gelen isimleri sıralayalım: Melih Dizdaroğlu, Hüseyin Yangır, Can Beyazkartal, Esat Erçetingöz,
İsmail Özelçinler, Tunç Saruhanlı, Nasır Ruç, Özden Şeker, Lebib Timur, Okan Yüksel, Ali Kıray, Şenol Çetin, Mehmet Ali Okumuş, Mehmet Ali Varış, Kenan Seven, Engin Ağır,..
Haber Müdürleri; Kaya Çelikkanat, Nurdoğan Taçalan ile Erol Akıncılar, Tuncay Atila, Murat Eştürk, Şerif Tahmisoğlu, İrfan Eser, Zafer Alatay, Güngör Mengi…
Ankara Mektupları; Necdet Onur, Kurtul Aktuğ, İstanbul’da Nazım Hikmet’in dostu Naci Sadullah…
Yazarları: Attila İlhan, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabağaçlı, Burhan Esen, İlhan Esen ilk aklıma gelenler…
Türk basın tarihinin en önemli gazetelerinden, Demokrat İzmir’in kadrosunda daha çok önemli isimler bulundular…
Murat Eştürk hep anlatır:
Demokrat İzmir’in dik merdivenlerinden üçüncü kata çıkarken, ilk karşılaştığı kişinin Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir olduğunu ve ona ‘Merhaba Çocuk!’ diye hitap ettiğini…
Muhasebe servisinde Macit Ersönmez ile Vedat Işıklı’yı ve Bayındırlı Ferit ile Tireli Ahmet Kurtuluş’u da unutmamamız gerekiyor. Klişeci Cumhur Aksema ise yine birlikte olduğumuz bir isim…
Atilla Bediz ise unutulmaz idare müdürümüzdü”.
Demokrat İzmir’den yetişen ve bu satırların yazıldığı 2025 yıllarında hala işlek zekâsı ile elinden kalemini düşürmeyen Yaşar Eyice’nin hatıralarına devam edelim:
*- AYDIN’A MAÇA GİDİNCE
“Bir Pazar günü, foto muhabiri Şenol Çetin ağabeyle, Demokrat İzmir’in sonu ‘177’ ile biten Anadol marka aracına bindik ve Aydın’a maça gittik. Şenol Çetin, devre arasında benim de Praktica marka fotoğraf makineme taktığım 135’lik tele ile çektiğim maç filmini alarak İzmir’e, baskıya yetiştirecekti. 36 pozun sadece 10’unu kullandığım ve filmin geri kalan kısmının ziyan olmaması için, Şenol Çetin gitti Anadol’un bagajına girdi.
Burayı karanlık oda olarak kullanacak, aradan sızan ışıklardan da filmin
yanmaması için, ceketinin kolunun içinde, benim makinemin içindeki filmi çıkarıp, el kararı ile kesecek ve yanında olan ışık geçirmez kutuya filmi yerleştirecekti.
O kutu İzmir’de Demokrat İzmir’in karanlık odasında açılacak; yıkanacak ve maç nstantaneleri seçilecekti.
Bu her zaman uyguladığımız bir metottu.
Filmler döviz karşılığı yurt dışından geldiği için gönlümüz bir karesinin bile boş yere harcanmasından yana değildi.
Film, bizim için memleket meselesi idi…
O kadar hassastık.
Fakat işin aksiliği, Şenol Çetin acele ile bagaja benim makinemle girdikten sonra, bagajı kapattıktan sonra ortaya çıktı.
İlk Türk otomobili Anadol’un anahtarı Şenol Çetin’in cebinde kalmıştı. İşi bittikten sonra, kapağı açamadık…
Ben ‘Ne yapacağız?’ diye düşünürken, Şenol Ağabey, ‘Yaşar boğuluyorum, kurtar beni!’ diye boğuk sesle adeta yalvarıyordu… Gencim, tecrübesizim…
Yıl sanıyorum 1968 ya da 1969…
Orhan Şeref Apak, Anadolu’da futbolun gelişmesi için, her şehrin futbol takımlarını ikinci ve üçüncü lige almıştı…
Şenol Çetin, ‘Yaşar ölüyorum, kurtar!’ diyerek panikledikçe, ben de çevreden geçenlere ‘Bize yardım edin!’ diye yalvarıyordum…
Sonuçta çareyi yine Şenol Ağabey buldu…
Bin bir güçlükle, bagaja bağlı olan arka koltuğun üstündeki kısmı tekmeleyerek açtı, oradan aracın içine girdi ve kapıları açtı…
Tabii bu arada maç da bitmişti…
Yani evdeki hesap çarşıya tutmamış, birlikte, filmleri yetiştirmek, aradaki saat farkını kapatmak için, tam gaz İzmir’e dönmüştük…
*- TÜRKİYE’DE İLK
Şunu da iftiharla söyleyeyim:
Türkiye’de ilk kez ‘gazete binası’ olarak üç kat inşa edilen Demokrat İzmir idi.
Hani şimdi patronlarının gazetecilik dışında her iş yaptığı büyük binalar ortalıkta yoktu.
Bunların hepsi 1980’lerden sonra peydahlandılar.
‘Demokrat İzmir’in kitabını yazdırıp, kitapçı raflarına koyduran Yusuf’un babası, büyük patron Adnan Düvenci rahmetli olmasaydı, belki de şu anda halen Türkiye’nin lider, atılımcı, çağdaş gazetesi Demokrat İzmir olurdu…”
*- ‘SEN KİM, BAŞBAKANLA KONUŞMAK KİM?’
Politika alanında da nice yazılar ve röportajlar yayınlamış olan sevgili Yaşar Eyice’nin Demirel ile olan ilginç bir anısı da kayda değerdir:
“… Çok yıllar önce… 1969 yılında… ‘Solcu’ Demokrat İzmir Gazetesi’nde üç kişiyiz. Biri ‘Gece muhabiri’ ben Yaşar Eyice… Diğeri de, karikatür yarışmasında ‘dünya birincisi’ olan, ‘gece sekreteri’ Erdoğan Özer…
Genel Yayın Yönetmeni ise önceki gün 90’ncı doğum yıldönümünde adı Körfez Vapuruna verilen rahmetli Attila İlhan…
Gündüz spor muhabiriyim, gece ise istihbaratçı…
Nedeni basit, hiç kimse gece çalışmak istemiyor, en genç beni bulduklarından, ‘Sen kalacaksın!’ diyorlar…
Bir yandan tahsil, diğer yandan ‘gazeteci’ olma aşkı…
Her öneriye ‘evet’ diyorum…
‘Hayır’ sözcüğünü o günlerden bu yana bilmiyorum…
Gece saat 22.00 sularında Erdoğan Özer’e soruyorum:
‘Ağabey yarın sabah Kabine açıklanacak değil mi?’
‘Evet’ diyor…
Sonra ilave ediyorum:
‘Yani şu anda herhalde Başbakan Süleyman Demirel kabine listesini hazırlamıştır.’
Yine ‘evet’ diyor…
‘Peki ben şimdi kendisini arayıp, listeyi istesem olur mu?’ deyince başını kaldırıp, aynen benim gibi konuşuyor, ‘Hadi len!’
Sonra devam ediyor:
‘Sen kim? Başbakanla konuşmak kim?’
*- ‘BEN SÜLEYMAN DEMİREL!’
Herhalde gençlik damarıma basmış olmalı ki, ‘Şansımı deneyeceğim!’ diyorum…
35515 numaralı spor servisi telefonundan, şehirlerarasını arayıp, ‘Başbakan Süleyman Demirel- Ankara’ diye isim yazdırıyorum.
O günler, yıllar şehirlerarası görüşmek için saatlerce beklenilirdi…
Ne cep telefonları, ne de otomatik telefonlar vardı…
Yani teknik ve teknoloji bakımından neredeyse sıfıra yakındık…
Ama benim bir şansım vardı, spor muhabirliğinin yanında gece muhabiri olduğum için şehirlerarası memurlarının neredeyse çoğunu ve şeflerini tanıyordum.
Onlar da beni…
Her gün Ankara ile görüşür, Necdet Onur’dan ‘Ankara Mektubunu’, İstanbul ile görüşür, Nazım Hikmet’in bir numaralı arkadaşı, kalemşor Naci Sadullah Danış’tan köşe yazısını alırdım.
Bunları kulaklıkla daktiloya dökmem herhalde ortalama iki saatimi alırdı.
Bu arada santral kızlar araya girip kesmek ister, ‘Basın’ derdim, özetle kapışırdık…
Neyse uzatmayayım:
15-20 dakika sonra telefon çalınca kaldırdım, Hatice ismindeki şehirlerarası Santral Memuru ‘Bağlıyorum’ dedikten sonra aradan çıktı.
‘Telefona çıkana, efendim İzmir’den Demokrat İzmir Gazetesi’nden arıyorum, Sayın Başbakanımız Süleyman Demirel’le görüşmek istiyorum’ dedim.
Karşımdaki ‘Benim booyyrun!’ deyince şaşırdım…
Ne diyeceğimi bir an bilemedim…
Sonra da, ‘Ben genç bir muhabirim. Az önce Erdoğan Özer ve Attila İlhan isimli büyüklerimle tartıştım, ‘Kabine listesini’ alacağımı, onlar ise alamayacağımı söyledi.
‘Bana yardımcı olur musunuz?’ dedim.
Karşımda, kendisini Süleyman Demirel olarak tanıtan kişi, ‘O zaman al eline kağıt kalemi yaz!’ dedi…
Şaşkınlığım iki misli oldu…
Bu arada yan odada sayfalarla ilgilenen Erdoğan Özer’e bağırıyordum, ‘Erdoğan Ağabey, telefonda Süleyman Demirel…’ diye…
‘Tamam… Tamam… Konuş işte!’ gibisinden, önemsememiş şekilde bir yanıt verdi…
Hiç unutmuyorum:
Bazı politikacıların isimlerini bilmediğim için bazı isimleri iki kez soruyor,
‘Anlamadım’ diyerek okutuyordum…
Yine anımsadığım kadarıyla sadece bir bakanlık üzerinde çekimserdi…
Yanılmıyorsam, İçişleri Bakanlığı’nda iki isim verdi…
‘Bunlardan birini seçeceğim ama henüz kesin kararımı vermiş değilim’ dedi.
Ben başarı dileyeceğime, Süleyman Demirel başarı diledi ve gece çalışanlarına selam gönderdi.
Asıl sorunu bundan sonra yaşadım…
*- ‘YALVARDIM, İNANDIRAMADIM’
Erdoğan Özer’e, ‘Ağabey yarın sabah açıklanacak Bakanlar kurulu listesi bu…
‘Açıklıyoruz’ diye, ‘sürmanşetten verelim’ dedim.
Herkesin önüne geçeceğimizi ısrarla ve yalvararak anlattım…
Dinletemedim…
46 yıl önceki bu konuşmalarımızı Allah’tan Genel yayın Müdürü Attila İlhan duydu ve ‘Çocuğun (Yaşar’ın) dediğini yapalım.’ dedi.
Aralarında konuştular ve orta sayfadan ‘Kuliste konuşulanlara göre muhtemel kabine’ diye Bakanlar Kurulu listesini yayınladık…
Ne mi oldu?
Sadece ve sadece tam ve doğru liste ‘solcu’ Demokrat İzmir’de çıktı…
O günün ünlü İstanbul gazetelerinde de listeler vardı ama bizimki gibi yüzde 100’ü tutmuyordu…
Sağ tandanslı gazetelerde bile bizim gibi bir liste yoktu…
Bir hafta boyunca gazetedekilerin başlarının etini yedim…
‘Neden imzamla yayınlamadınız? diye…
*- ‘BİRBİRİMİZE DAYANARAK UYUDUK!’
Zaten sonraki yıllarda Süleyman Demirel’le çok beraber olduk…
Çok gezilerine İzmir ve Ege’den sadece ben katılıyordum…
Hatta bir keresinde Anadolu’yu gezerken, seçim otobüsünde ön sırada yan yana oturup konuşurken yorgunluktan sızmışız…
Birbirimize yaslanarak uyurken fotoğrafımızı çekmiş, gazeteci arkadaşlardan birisi…
Çok yıllar sonra Erol Akıncılar başkanlığındaki İzmir Gazeteciler Cemiyeti yönetimini ziyaretinde, slayttan yapılmış fotoğrafı gösterdim.
Hatırladı ve imzalayarak geri verdi.
Gezilerde, törenlerde hemen Süleyman Demirel’in yanına otururdum. Kimse kimseyi tanımadığı için beni de ‘yakını’ ya da bürokrat ya partili diye düşünürlerdi.
*- AÇ KALDIĞIMI SÖYLEYİNCE
Sanıyorum, 1979 yılı idi…
Yine Süleyman Demirel’le yollardaydık.
Kütahya’da bir yaylada öğle yemeği için hazırlık yapılmıştı.
Her zamanki gibi hemen yanına oturdum…
Yine her zamanki gibi önce onun yemeğini getirdiler, o da ‘Al İzmirli’ diyerek beni besledi.” (İzmirport – 25.6.2015)
YORUMLAR