Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Yaşar Eyice

Cesur yürek gazeteci

Okullar tatilde…

Bizim çocukluğumuzdan bu yana, en güzel karne hediyesi bir bisiklet…

Çocukların rüyasıdır…

Şimdi akülü çocuk arabaları da var, okul öncesi…

Tabii bu güzellikler paraya bağlı…

Acaba kaç öğrenci ya da çocuk bunlara sahip olabiliyor?

Büyükler, yani arabası olanlar bile isyanda, akaryakıt artışlarına…

‘Altında son model arabası var ama pompa rakamlarına karşı çıkıyor!’ denilerek bir noktada isyan ediyoruz.

Ama yaşamın şu gerçeği var!

Birikiminin karşılığı ancak seni götürebilecek bir aracın sahibi olabiliyorsun.

Güzel ama..

Gelirin belli…

Yani motorun çalışıp tekerleğin dönmesi için cebinde belli miktar para olması gerekiyor.

Gelirin giderini karşılamıyorsa, arabanı parka çekersin, beklersin özel bir gününü…

Bunu anlamak istemiyor çoğumuz.

‘Ama arabası var!’ diyoruz.

‘Satsın!’ diyen gaddarlarımız da var.

Çok yaşlı, geliri olmayan, kimsesi kalmayan, ama anasından babasından kalan evinde yaşama tutunmaya çalışanlar var.

Bunlar için de, ‘Satsın!’ diyenleri biliyorum.

Ama bildiğim önemli bir nokta daha var:

‘İnsanlar fakirliğin ne kadar pahalı olduğunu bilmiyor!’

Bu sözü, hasta kızının sağlığına kavuşması için nasıl kendini paraladığını gördüğüm bir bekar kadından duymuştum.

Benim de söylediğim bir söz var:

‘Zenginler bedava yaşar!’

– VEHBİ KOÇ’TAN PARA ALMADIK

Bunu ilk kez, çok yıllar önce görmüş, kafama yerleştirmiştim:

Rahmetli klişeci ve gazete fotoğrafçısı Cumhur Aksema Çeşme Altınyunus Tatil Köyü açıldığında Selçuk Yaşar çarşı kısmındaki fotoğraf stüdyosunu onun kullanımına vermişti.

Bir gün ziyaretine gittiğimde, Türkiye’nin en zengini şeker hastası Vehbi Koç misafir kaldığı Altınyunus’un çarşısında geziyordu.

‘Çay ikram etmek istedik!’ yanımıza geldi, fotoğraflarını çektik, karanlık odada hemen basarak ‘hediye’ ettik.

Yani parasını almadık.

Aynı şekilde diğer dükkan işleticileri de altta kalmamak için hediyeler vermek istediler.

Tatil Köyünü alacak, hatta daha büyüğünü yapacak maddi gücü olan Vehbi Koç’un elini cebine atacak bir zamanı olmadı.

Sonraki yıllarda bunun örneklerini çok gördüm.

Bazısının cebinde akrep vardı herhalde…

Onları bir yana bırakalım, ye mekân sahiplerine ne demeli?

Bir garibana bir tas çorba ısmarlayanını gördünüz mü?

Ya da ihtiyaç sahibi bir çocuğu sevindirdiklerini?

Şöyle düşünün göreceksiniz, ‘Büyük zenginlerin bedava yaşadıklarını’ ve çocuğuyla baş başa kalan bir bekar kadının ‘İnsanlar fakirliğin ne kadar pahalı olduğunu bilmiyorlar!’ dediğinde ne kadar haklı olduğunu…

– UNUTMAM MÜMKÜN DEĞİL

Hiç unutmuyorum, çünkü haberini yazmıştım:

Afyon’da iki aç çocuk, bir bakkaldan karınlarını doyurmak için ekmek çalarken yakalanmışlar, şikayet üzerine tutuklanıp cezaevine gönderilmişlerdi.

Herhalde o zamanlar, böyle af edici yasalar yoktu.

Çocuk ıslah evleri vardı.

Ne yazacaktım, neler yazdım.

Demek istediğim şuydu:

Şoförlerin dikkatlerini iki misline çıkarmaları lazım.

Cocuklar bisiklet öğrenmesini da, kullanmasını da yollarda,  caddelerde yapıyor.

Yani her an bir aracın altında kalabilirler.

Sevinçleri, ailelerinin kara günlerine dönmesin.

– AKLIMA GELEN

Eskilerin değişiyle ‘ılıcalar’ Türkiye’nin birçok yöresinde var.

Ama ben ‘Ilıca’ denilince İzmir’in Çeşme ilçesini düşünüyorum.

Şermin Baykal Sezer de, ‘Ilıcalılar Ve Ilıcaya Gönül Verenler’ grubunu kurmuş.

Sabahın kör karanlığında sahilden görüntüler alıp paylaşarak, ‘Günaydın’ diyerek güne başlıyor, bir de günün sözünü paylaşıyor.

Günün sözünü beğendim:

Dostoyevski der ki:

‘Eğer ertelediğin şey mutluluğunuz ise, kaybedeceğiniz şey, koca bir hayat olur!’

– BİR BAŞKA CESUR YÜREK GAZETECİ

Halide Demir Polatlı, Demokrat Gündem’in kurucu yöneticisi…

Çok iyi anımsıyorum, birçok ulusal gazete bile kapanırken, Haber Ekspres Gazetesi’nden ayrılan Halide, yeni çocuğu olmasına rağmen, eline büyüklerinden miras yolu ile kalan parasını ‘cesur yürek’ olarak bir medya kuruluşuna yatırmıştı.

‘Sakın ha!’ demiştim, ‘Benim mesleğim bu!’ demişti.

Şimdi kaçıncı yılını kutluyor, unuttum.

Ama unutamadığım bir nokta var, onu paylaşayım:

Herkes biliyor, Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın ‘Benim memurum işini bilir!’ deyişini.

Daha partisini kurmadan İstanbul’dan yola çıkmış, önce Balıkesir’de sonra İzmir’de daha sonra başka kentlere de uğrayıp, ön çalışma yaparak Bodrum’a gelmişti.

Ben de onunla birlikte…

Şimdi hala var mı bilmiyorum, Han Restoran’da birkaç kişi ile yemek yiyordu.

Fotoğrafları çekildi.

Ödemeyi ben yaptım, üzerinde para yoktu.

Tabii ki kaldı.

Ama benim haber kaynağım olduğu için önemli değildi, parasını gazeteden Aydın Bilgin’den almıştım.

Halide ile bağlantısı ise şöyleydi:

Özal Başbakan oldu.

Bir Bayram günü, dokuz bakanı ile Marmaris’te toplandı.

Yani ‘Kabine Marmaris’te idi.

İşte orada ilk kez adını anımsayamadığım bir bakanla birlikte bana şöyle demişti:

‘Türkiye’de 2,5 gazete kalacak!’

Şaşırmıştım…

Bir felaket haberiydi bu…

Ve Halide’nin yaşadığı gördüğü anlardan çok önce Türkiye basını böyle bir felaketi atlatmıştı.

Sonra bu söz, sık sık gündeme geldi.

– BOŞA MI GİDİYOR

Halide Belediyelerimizin durumunu gözler önüne seren bir özel haber yapmış.

Haber başlığı ve spotları şöyle:

‘Konak’ın gözbebeği tesiste İn cin top oynuyor. Aydın Erten Rekreasyon Alanı’nda ‘derin sessizlik’

Macera Parkı kapalı, tesiste ‘derin’ sessizlik

Bir zamanlar dolup taşardı… Şimdi boş

Tesisin kapısına kilit vurulursa kimse şaşırmayacak

Bir zamanlar dolup taşan, şehir dışından ziyaretçi çeken Gültepe’nin efsane başkanı Aydın Erten’in adının verildiği şimdilerde Mutluluk Kahvesi olarak hizmet veren tesis sessizliğe gömüldü

Alanda bulunan Macera Parkı ise kapalı, hizmetler kısıtlı, ziyaretçi neredeyse ‘yok!’

Herhalde İ. Melih Gökçek’in işe yaramaz yatırımlarının İzmir örneği olacak burası…

İzmir’in sorunlarını dile getiren, yaralarını ortaya çıkaran, kimseye ‘eyvallahı’ olmayan dürüst gerçek gazeteci genç meslektaşım Halide Demir Polatlı’yı yürekten kutluyorum.

Kendisiyle çok iyi anımsadığım bir olay daha var.

Bir milletvekili kendisinin ekmeği ile oynamış, işten atılmasını sağlamıştı.

Belki Halide o üzüntülü günlerini, haberlerle cebelleştiğinden unutmuştur ama ben unutmadım.

O milletvekilini nerede görsem sırtımı döndüm.

– ARŞİV FOTOGRAFI

1972 yılında İzmir’in Hatay semtindeki,  Çeşme Durağında bir televizyon tamircisinin önünde, Muzaffer Ceyhan Yerlikaya tarafından çekilen bir fotoğraf dikkatimi çekti.

Arşiv fotoğrafının altında şunlar yazıyordu:

‘Haftanın 5 günü açık hava sineması sanki!…’

Konunun anlatımı şöyle:

‘Semtte televizyonu olmayanlar sandalye ve minderlerini alıp

Televizyon tamircisinin vitrinine konulan televizyonun karşısına geçip kuruluyor

Program bitene kadar buradan ayrılmıyor.

Yaya kaldırımını dolduran yüze yakın çocuk orta yaşlı ihtiyar mahalle sakini bir taraftan sinemalarda olduğu gibi kabak çekirdeği ve çiğdemlerini çıtır çıtır yiyor, bir yandan da meşrubatını içiyor vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor

Çeşme durağı seyircileri özellikle flimlere meraklılar, Türkan Şoray olunca herkes sandalyesini kapıp geliyormuş…’

Ahmet Güman Canatan da, Çanakkale’de aynı görüntünün, yıllar önce kendi dükkanı önünde yaşandığını belirtiyor.

Ahmet Bey’in ifadesine göre, Çanakkale’ye ilk televizyonu kendisi getirmiş.

Şu anda da, o dükkânının yerinde Erhan’ın Eczanesi’nin olduğunu söyleyen Ahmet Bey, eski Çanakkale halkına kendini şu şekilde anımsatıyor:

‘Çanakkale’ye ilk televizyonu getirttiğim bu dükkanı, Erhan’ın babası Hafız Cahit’ten kiralamış ve Fiko Elektronik ismini koymuş, kocaman bir levha asmıştım, Jakson yazmıştı, bu yazımı, devrik harflerle.

Aynen İzmir’de olduğu gibi benim dükkanın önü de yayınlar sırasında Açıkhava sineması gibi olurdu..’

– SÜTSAN DONDURMA

Şimdi İzmirlileri benim de gençlik yıllarıma götüreyim.

Meryem Fidancı, görüntüye şu mesajı yazmış:

‘Sütsan Dondurma dolabı da var…

Belki dondurma satışı yapılıyordu…

Sütsan Dondurma çok lezzetlidir…

O zamanlar bugünkü kadar hile yoktu…’

Hülya Özkaral da, Meryem Hanım’ın mesajını görünce, ‘Sütsan’ yazıp bir kalp resmi koymuş ve şöyle devam etmiş:

‘Bir daha öyle güzel bir dondurma yemedim…’

Sütsan Dondurma fabrikası Bornova’da, Kemalpaşa yolu üzerinde, üniversite lojmanlarını geçtikten sonra sol tarafta idi.

Bu fotoğrafı görüp, iç çeken iki İzmirli’nin şu sözleri de, araştırmacılar için belge olabilir diye yazmadan geçmek istemiyorum:

Sevilay Vural, ‘En güzel yıllar keşke hep böyle kalsaydık insanın o yılların tadı bi başkaydı…’

Ibram Ekmekci, ‘Aah ah o yıllar leblebi tozları, sun üstü çukulata kaplı leblebi, sensun cincibir gazozları, sokaklarda dolaşan muhallebiciler, turşucular, renkli renkli macunlar… Gece yarılarına kadar çocukken sokaklarda oynardık, büyüklerimiz kapı önünde, çaylar kekler çerezler…

Timur Dağdevir; ‘Maalesef aynen öyle yaşanılmış en güzel zamanlardı. Ne varsa eskide vardı. Nostaljiye yolculuk…’

Sütsan Dondurma dolabı da var…Belki dondurma satışı yapılıyordu…Sütsan Dondurma çok lezzetlidir…O zamanlar bugünkü kadar hile yoktu…

– ARMUDU ALTINA ÇEVİREN ADAM

Bir zamanlar Çin’de bir adam o kadar aç ve bitkin düşmüştü ki,  dayanamayıp bir armut çaldı..

Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere İmparator’un karşısına çıkardılar. Hırsız imparatoru görünce ona şöyle dedi

‘Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak…’

İmparator dudak büker;

‘Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?’

Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır ve; ‘Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz…’

İmparator kahkaha atarak;

‘Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni.’ dedi.

Yoksul adam;

‘Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım..

Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir.

Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür.

Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz…’

– ELDEN ELE GİBİ

İmparator irkildi, suratını astı, bir süre düşündü, sonra hırçın bir sesle;

‘Ben imparatorum bahçıvan değil, o tohumu başbakana ver eksin de altın meyveleri görelim.’ dedi.

Yoksul adam, tohumu başbakana uzatınca başbakan telaşe içerisinde imparatora dönüp itiraz etti.

‘Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim, sihirli tohumu ziyan ederim. Bence bu tohumu hazinedar başı eksin…’

Hazinedar başı da hemen bir bahane buldu ve bu görevi başkasına devretti.

Bir bir orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden kaçındılar…

Sonra İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşündü.

Başı önünde başbakana, hazinedara ve bütün görevlilere dik dik baktı ve;

‘Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim.’ dedi.

Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adamın tutması için attı.

Herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izledi..

Sonra da gülerek;

‘Bas git buradan be adam, bugünlük bu ders hepimize yeter…’ dedi.

Bu hikaye de bildiğiniz gibi La Edri’den…

Yaşar Eyice

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

13 − 11 =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

TÜMÜ