‘Bir fotoğrafın yazdırdıkları’ başlıklı yazım birçok okurumun ilgisini çekmiş, sonucunda yorum yaparak görüşlerini bildirmişler.
Biliyorsunuz, bir makale içinde 1900’lu yılların alimi Hasan Rasim gibi daldan dala atlayıp, çeşitli konuları işlerken, arada ukalalık yapıp görüşlerimi, yaşadıklarımı, gördüklerimi de kendi penceremden aktarıyorum.
Tabii ki beğenmeyenler, hatalarımı bulanlar da oluyor.
Herkese kapım sonuna kadar açık.
Sinirlensem, kızsam da bazı yorumlara ve kişilere kesinlikle işimde duygularımla hareket etmemeye gayret ediyorum.
Bunu da belirteyim.
Hak ve adalet terazisi neyse bu!
*- DOĞAL ve SADE
Ankara’dan Erol Altınmekik ‘harika’ derken, gerçek vatansever Ülkücü Selahattin Haseki de bu yazıma şu yorumu gönderdi:
‘Bilgisel için emeğinize sağlık olsun. Geçmişi götürdünüz bizleri. Her şey ne kadar doğal, ne kadar sade idi. Özlüyoruz.’
Alim Güngör, Doğan P, Poroviç, Güliz Güzeldiyar ‘Çok güzeldi, gönlünüze sağlık olsun’ dilek ve görüşlerini belirtirken, Mehmet Adalıoğlu ‘Ağzına, kalemine sağlık. Bizleri 50-55 hatta 60-65 yıl öncelerine götürdün. Anılarımızı yaşattın. Rant yüzünden bütün sahillerimiz yağmalanıyor!’ diyor.
*- DENEÇLİ SORUYOR
Engin Deneçli ise bana soru yöneltmiş, her zaman olduğu gibi!
‘Burhan Özfatura’nın tertemiz bıraktığı İzmir Körfezi’nin fosseptik çukuruna dönmesi hakkında görüş bildirmediniz.
İzmir’de yaşamıyor musunuz?
Yoksa izin problemi mi var?’ diye soruyor…
Bazen değil her zaman sevgili Engin Deneçli beni şaşırtıyor.
Herhalde uzun süre takibi kaçırıyor, ya da yorum yapmak ve hatırımı böylece sormak istiyor, bir sağlıkçı olarak nabzımı ölçüyor.
Herhalde benim de ele aldığım ‘Toplu balık ölümlerinden’ yola çıkarak bu soruyu sordu.
Birincisi bana benzer soruları soranlara şöyle yanıt verirdim:
‘Bu gece İzmir’deyim ama yarın akşam neredeyim, bilmiyorum. Çantam hazır, Paris’tesin diyorlar oraya uçuyorum, ya da İstanbul, Denizli, şurası burası…’
İkincisi; Dr.Burhan Özfatura ağabeyimizle samimiyetin varsa beni ona sorarsın, daha yakın zamanda, İzmir Valimizin 9 Eylül resepsiyonun davetinde ayakta kaldığımı gören Burhan Özfatura’nın mühendis oğlu koşarak yanıma geldi ve bir sandalye bularak oturmamı sağladı, herkes ayakta iken…
Üçüncüsü, 60 yıla yakın yazıyorum.
Bana hiç kimse ‘Şunu yazacaksın, bunu yazmayacaksın!’ demedi, diyemedi.
Tanıdığın gazeteciler ya da patronlar varsa sorabiirsin.
Hem sağcı hem de solcu kulvarlarında güçlü gazetelerde çalıştım.
Üç sağ bakanlığın ve bakanın, devletten bir kuruş almadan danışmanlıklarını yaptım, konuşmalarını hazırladım.
Eski demokratlar bazı özel sorunlarını benim çözebileceğimi inanmışlar ki, bana danıştılar, ne yapılması gerektiğini anlattım ve yaşama geçirdim.
Hepsi bir kitap olacak bilgi ve döneler, tanıklarla yaşandı.
Özel ilgililere anlatırım, zaten zaman zaman anlayana saz örneğinde olduğu gibi naklediyorum, anekdotlar hakkında.
Yani bana hiç kimse hiçbir zaman hiç kimse ‘ne izin’ ne de ‘talimat’ vermedi, sadece hepimizi ilgilendirecek bir siyasi ya da ekonomik güncel bir olay varsa, konuyu irdelemem istendi.
‘Şöyle, böyle olsun, olmalı!’ denmedi.
Ama kimlere ne gibi talimat verildiğini de, yine de ‘anlayana saz’ örneğinde olduğu gibi aralarda anlatmaya çalıştım.
Bazen isim verdim, bazen de öyle anlattım ki, günü sözü ‘Ahmaklar’ da anlar…
Sevgili Engin Deneçli ‘izin’ konusun nedense hep gündeme getiriyor.
Herhalde tanıdığı bazı isimler veya dostları ile beni bu konuda karıştırıyor, olmalı…
Herkes sorsun ben yanıtlamaya çalışayım…
*- DİP ÇAMURLARI
Dr. Burhan Özfatura başkanlığı döneminde, körfez dip çamurlarını ve dere ağızlarını temizlemek için bir şilep getirtmişti, Aylarca kaldı, iyi niyet bir ara işi bozdu.
Çamur römorklarla İzmir Körfezi’nin ağzına döküldü, bu da yeni bir sorun yarattı.
Deniz Bilimciler körfezin kendini bilmem kaç yılda temizleneceğini açıkladılar, akıntı sağlanması için dalyan yıkıldı.
Bir ara yine uzmanların yanlış hareketini gördük.
İzmir’in tarihi körfez gemilerinin bazıları ‘balık yuvası olacak’ çeşitlilik artacak!’ denilerek batırıldı.
Sonuç bir hiç!
Büyük paralar harcandı bunlar için…
Bütün sahilleri pislikler kapladı, denize beyaz giren siyah çıktı..
Balıklar da kaçtı.
*- BALIK TUTMAK YASAK
Kordon’dan tutun da, balık tutan tüm amatör balıkçılara da ‘Körfezden balık tutmak yasak!’ levhaları dikildi.
Deniz polisi ve İl Çevre Müdürlüğü ile Sağlık Müdürlüğü ekipleri gece gündüz nöbet tuttular.
Bedrettin Dalan da bu arada İstanbul’da ‘Haliç’i gözüm gibi mavi yapacağım’ diyordu.
Özetle bu Körfez için gerek Dr. Burhan Özfatura, gerekse halef- selef eski bakan ve belediye Başkanı Yüksel Çakmur’da, tüm belediye başkanları da bir şeyler yapmaya çalıştılar.
Yeterli mi?
Hayır!
Hesaplar da tutmuyor…
Hep günlük aylık…
‘Benden sonra tufan’ deniliyor.
Ama Sezen Aksu’nun ‘Caf caflı İstanbul Şehir Hatları vapurları’ şarkısında olduğu gibi ‘caf caflı sözler!’
*- İMZALAR BOŞTA KALIYOR
Son olarak tonajı büyük gemilerin Alsancak Limanına gelmelerini sağlamak için Devlet- Belediye arasında protokol imzalandı.
Büyük törenler yapıldı, karada temel atma gibi…
Sonuc mu?
Birlikte görüyoruz.
Ama ‘Foseptik Çukuruna döndü!’ dediğin İzmir Körfezin’de en basitinden İnciraltı’ndan başlayarak Ceşme’ye kadar sahili gezmeni öneriyorum.
Bütün plajlar ‘mavi bayraklarla’ donatılmış durumda.
Deniz suyu sürekli labaratuar araştırmasında tarafsız kurumlar ve resmi kurumlar tarafından inceleniyor, kayıtlara geçiriliyor.
*- CEMİL BAŞKANIN SÖZÜ YOK
Ama göreve yine başlayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, meslektaşın Dr. Cemil Tugay, basın toplantısında başkanlığa muhalif bir gazetecinin sorusunu da, ‘Benim Körfez konusunda bir sözüm yok. Biz gerekeni yapıyoruz. Devlet de gerekeni yapmalı’ dedi.
Daha sonra Ankara’dan gelen bakanlar da, ‘İzmir körfezine akan derelerin islah edileceği’ sözünü verdiler.
Şimdi bu sözlerin yerine gelmesini bekliyoruz…
*- ÜNİVERSİTEDEKİ ÇALIŞTAY
Bu arada bugün, İzmir Katip Çalebi Üniversitesi ile Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Derneği tarafından düzenlenen ‘Oryantalist Düşünce Bağlamında Batının İslam Dünyasına Yönelik Projeleri Çalıştayı’ Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Dr. Ömer Faruk Yelkenci’nin açış konferansı ile başladı.
Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden bilim adamları bu çalıştay için İzmir’deler.
Ben gidecektim, olmadı.
Bakan Yardımcısına ‘Menemen’deki ve Karşıyaka’daki okulların durumlarını soracaktım. Hizmetlilerin olmayışını, belediyelerin katkılarını ve sınıfların durumlarını falan…
Tabii ki yeni eğitim kitaplarımızı da…’
Size de öneriyorum…
*- SİYASİLER ÖRNEK ALSIN
Çok yazıldı, çizildi, anlatıldı Ecevit’ler!
Örnek alınması için ve bazı siyasetçilere, hatta görgüsüz zenginlere örnek olması için bu kez Bursa’dan bir alıntı yapayım.
Ecevitler lüks restoranlara değil esnaf lokantalarına giderlerdi.
Ecevitler bir gün Bursa’ya bir dizi ziyaret için gelir Renault-Steyşen marka beyaz renk bir otomobil yanaşır lokantanın giriş kapısına.
Arabanın içinden DSP Genel Başkanı merhum Bülent Ecevit ve değerli eşi merhume Rahşan Hanım çıkar
Lokantaya girdiler.
Sonrasını Musa Öztürk anlatıyor;
“Selam verdiler…
‘Çocuklar sakın rahatsız olmayın. Şuracıkta acele kuru fasulye ve pilav yiyip gideceğiz’ dediler.
Ne güzel tesadüftü bu.
Tabi ki onları kapıda ilk karşılayan biz olduk….
‘Hoş geldiniz efendim!’ diyerek, ellerini sıkıp yanaklarından öptüm. Bizim içinde ne büyük mutluluktu
Daha sonra
O kibar ve nazik insanlar, Ecevitler yemeklerini yediler.
Sonra lokanta da bulunan bütün insanlarla tek tek el sıkıştılar.
Bizim Rauf durur mu?.
Bir koşu yakındaki Olay Gazetesi’ne gitti.
Gazetenin o günkü söyleşilerini hazırlayan Sn. Arzu Arınel ile beraber döndüler.
Bu sohbet çaysız olur mu?
Tavşan kanı demli çaylarımız da geldi.”
Adem Vural, ‘Rahmetli Ecevitlerle yapılan bu içten söyleşi ertesi gün Olay Gazetesinde yayımlandı.’ demişti.
Ödemiş’ten Altan Düzalan da, ‘Ecevit sakindi, Kıbrıs’ı aldı, Apo’yu yakaladı, Bazani’ye ‘Onbaşımla bile muhatap olamazsın!’ dedi.
Bazılarının esip gürlemesi ise boş!’ olarak adlandırıyor.
*- KADINLARA BAKIŞ AÇISI
Eski Yunan ile Roma döneminde kadına bakış ile Arapların kadına bakışı arasında hiçbir fark yoktu.
Kadın hep bir zevk unsuru, köle, cariye, hizmetçi olarak görülmüştü. Hatta Avrat-Avret kelimesi bile saklanılması gereken eşya-… anlamına geliyordu.
Eski Çin’de de durum farklı değildi; hizmetçi olarak görülen kadınlara isim bile verilmez, kadın bir, kadın iki, kadın üç diye sayılırdı.
Tanıklığı da kabul edilmezdi.
Ortaçağda kadın bilgelik yolunu seçmişse, vay haline; ‘cadı!’ diye avlanırdı.
*- KADIN BEREKET SEMBOLÜDÜR
Fakat yalnızca Türkler kadını bereket sembolü, yerin ve göğün evladı olarak görmüştür.
Hatunun rızası ve imzası olmadan Kağanın yaptığı anlaşma bile geçerli sayılmıyordu.
Çin ile ilk anlaşmayı, Mete Han’ın hatunu yaparken; Avrupa Hun Türklerinde resmi görüşmeleri Attila’nın hatunu yapıyordu.
Türk mitolojisinde ise kadın artık tanrısallaşmıştır.
Yaradılış destanında, Ak Ana, sudan yaratma fikrini Ülgen’e verirken, en meşhur figürlerden Umay Ana Orhun Yazıtlarında bile yer almış.
Nitekim yazıtlarda ‘Umay gibi, annem hatunun şerefine küçük kardeşime Kül Tigin adı verildi. Babam İlteriş kağan, anam İlbilge hatunu Tengri yukarıdan idare ederek yükseltmiş.’ demektedir.
*- TÜRKLERİN MEZARLARI
Yine Türk mitolojisinde ‘Asena yol gösteri tanrıçayken’, ‘Ötügen ise toprak anaya verilen isimlerden biridir.’
Dikkat edileceği üzere Türkler mezarlıkları düz değil, yükseltilmiş ve yuvarlatılmış şekilde yapıyor.
Bunun sebebi, Türklerin yeniden doğuşa inanıyor olmasından ötürü ‘mezarlıkları hamile bir kadının karnına benzeterek’, toprağın bir ana gibi tekrar insanı doğuracak olmasına inanmasıdır.
*- BİN YILIN SONUNDA, MUSTAFA KEMAL
Türklerde kadın bu kadar kutsal bir noktadayken, son 1000 yıl boyunca Türk kadınının resmi hakkı alınmış, sosyal hayatı kısıtlanmış, eve kapatılmış, tanıklığı bile kalmamıştır.
Tüm bu hakikatleri, tüm bu tarihi gerçekleri tarihin en kanlı savaşlarında bile bulduğu ilk fırsatta okumaktan geri durmamış bir adam, 1000 yıl sonra ilk defa ‘Kadınların üzerindeki bütün baskıyı kaldıracağım.’ dedi. Çünkü kadınların üretime katılmasıyla devletin kârlı çıkacağını biliyordu. Kadınların üzerinden bütün baskıyı kaldırmakla medeniyetin yeniden doğacağını biliyordu; çünkü ‘kadın medeniyet’ demekti.
Bütün baskılar kaldırıldı.
Kadına giyim kuşam özgürlüğü verdi.
Kadını üretime kattı.
Kadına bir soyadı verdi.
Ona tanıklık hakkı vermekle kalmadı, onu avukat yaptı, hakim yaptı. Kadını toplumlara öğretmen yaptı.
Bin yıl sonra tek bir adam bunu yaptı.
Bu yüce kişi Gazi Mustafa Kemal Atatürk idi.
*- KİTAP ÖZETİNDE SUMERLER
Yine tarihi bir gerçeği ünlü tarihçimiz, Sümeroloğ Muazzez İlmiye Çığ’ın ‘Sumer – Türk Kültür Bağları’ kitabından öğreniyoruz.
Sumerler, Türklerin Bir Koludur.
Şimdi konuya girelim:
Özbekistan devletini armasında Umay kuşu bulunuyor.
Sumerler‘de dağ olmadığı halde mühürlerde, çeşitli yerlerde dağ keçisinin resmini yapmaları geldikleri yerin kültürünü sürdürdüklerini göstermez mi?
Ayrıca taş tepenin ortasına dikilen ‘adak ağacı’,hem Sumerler‘de hem de Türkler’de bulunuyor.
Yüzlerce Sumerce kelimenin hem fonetik hem anlam bakımından Türkçeye tam uyduğu, hatta birçok kelimenin Anadolu Türkçesinde kullanıldığı ortaya çıktı.
Bütün bunlara dayanarak, ben bugün, Sumerlerin Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç eden Türklerin bir kolu olduğunu rahatlıkla söylüyorum.
Sumerceyi Türk diline benzeten A.Falkenstein, Hartmut Schmökel ve S.N.Kramer’dir.
*- ‘SUMERLER TÜRK HALKIDIR’
Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan, ‘Tarih Sümer’de başlar’ adlı kitabını eline aldığı gün 28 Eylül 1990’da Kramer bana şöyle yazmıştır:
‘Ne de olsa bu kitap, büyük olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya’ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya’nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sumer halkı hakkında.
Sumerlerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri hakikatten hiç de uzak değildir.’
Türkmen yazarlar da Sumerce’nin daha çok Türkmen Türkçesine benzediğini ileri sürüyorlar.
*- GÖÇLERİN NEDENİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
İzmir Çevre Gönüllüleri Platformu gönüllülerinden Alaettin Hacımüezzin bu arada şöyle diyor;
‘Nazilli Sümerbank Fabrikasının çiftçilere, işçilere ve yerel halka sunduğu ekonomik, kültürel, sosyal dayanışma desteğini yıllar önce yaşamış bir yurttaş olarak Atatürk’ün açılışını yaptığı bu tesise neden bu ismin verildiğini -merak ederek araştırmıştım- bu kitaptan öğrenmiş oldum.
Dünya göçler tarihidir.
Bundan sekiz bin yıl önce Anadolu’da bir Türk Devleti saptayan kimi arkeologlar binlerce yıl önce de doğal iklim değişimleri olasılığı ile göçlerin – değişik kollarla – Ortadoğu’dan Orta Asya’ya; Orta Asya’dan diğer ülkelere olduğunu belirtiyorlar.’
*- GÖÇLER ve SAVAŞLAR BİTMEZ
Sevgili okuyucularım zaten göçler iki nedenle olur.
İkisi de mecburiyettendir.
Birincisi hem tarihçilerin söylediğinden, hem coğrafyacıların incelediklerinden biliyoruz. Üstelik konu dünyanın her coğrafyasında olduğundan sinemacıların ve yazarların da hep ilgisini çekmiştir.
Maceracılar da, ‘İpek Yolu’ gibi çeşitli ülkelerde, araştırmacıların arkasından giderek filmlere konu olmuşlardır.
İkinci mecburi göç ise, yaşam mücadelesini silahlı güçlerden kaçarak kendilerine yeni ve güvenli yerler arayanlardan oluşuyor.
En yakın örneğini bizim sınırlarımızda görüyoruz.
Irak- Suriye – Ukrayna bunlara örnek…
*- SIKINTININ BÜYÜĞÜ
Son yıllarda ise ‘geçim, para kazanma, ekonomik durumlar’ da aile göçlerini ortaya çıkardı.
Tabi bu göçlere, göçmenlere, muhacirlere değişik isimler takılıyor.
Nasıl küçük yerleşim yerlerinde, yabancılara, yani dışarıdan gelenlere iyi gözle bakılmıyor, istenmiyorlarsa, ülkelerde de aynı durum yaşanıyor.
‘Hoş geldin!’ denilmiyor.
‘Nereden geldin, nereye gidiyorsun?’ deniliyor.
Anadolu’nun neresine giderseniz mutlaka bir savunma amacıyla kalelere rastlarsınız.
Bu da göçlere ve işgalcilere karşı alınmış tedbirlerden biridir.
Türkler asker bir millettir.
Bunu önlemek ve bu gücün ortadan kalkması için içten ve dıştan çeşitli nedenlerle bin bir ‘Bizans oyunları’ yıllardır oynanmış ve oynanmaktadır. Bunları görmemek için kör olmak bile yeterli olmaz…
Değişim her zaman, her an olur…
YORUMLAR