Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Yaşar Eyice

ŞİMDİ DOĞRU YOLU BULALIM

Bizi yiyip bitiren bir özelliğimizden söz edeyim.

Nedense hep çekinir ve korkarız!

Bunlar herhalde genlerimizde var.

Şöyle kendimizi bir toparlar ve düşünürsek, ‘Kimden çekineceğiz, kimden korkacağız?’

Hiç kimseden!

Özellikle topluluk önünde konuşmaktan, anlatmaktan çekiniriz…

Önce uzmanların önerilerini söyleyeyim, sonra da kendi düşüncemi;

Topluluk önünde konuşurken kendinize güven kazanmanın yolları şunlar olabilir:

Öncelikle, kendinizi Superman gibi hissedin: Konuşma yapmadan önce, Superman’in duruşunu taklit ederek kendinize güç ve özgüven pompalayın…

Ya da herkül gibi falan…

Gülümseyin, gülümsemek sadece dinleyicileri değil, aynı zamanda sizin de rahatlamanızı sağlar.

Hata yapmaktan korkmayın, Herkes hata yapar.

Eğer bir hata yaparsanız, bunu mizahi bir dönüşle atlatın ve devam edin.

Dinleyicileri dost olarak görün!

Dinleyicilerinizi eski dostlarınız gibi düşünün ve onlarla sohbet ediyormuş gibi hissedin.

Namık Kemal’i anımsadım bu arada.

O ise mezar taşlarına konuşma yapıyor gibi hissediyormuş kendini, yani tamamen değişik bir konum.

Hazırlık yapın, iyi bir hazırlık, özgüveninizi artırır.

Ayrıca, konuşmanızın bazı kısımlarını mizahi hale getirmeyi düşünebilirsiniz.

Bu ipuçları umarım işinize yarar ve topluluk önünde konuşurken daha rahat hissetmenizi sağlar!

 

*- AKLINIZDAN NE GEÇİYORSA

 

Benim tezim ise şu:

Hazırlık hak getire!

Kürsüye çıkın, bir iki saniye bekleyin, çevreyi incelerken gülümseyin…

Sonra aklınıza ilk geleni anlatın…

Tabii ki kürsü dediğim ağız alışkanlığı, kahvede, ailede, toplumda, beş çayında, lokalde…

Aklınıza gelen, renk de olur, tartışma da, haklı ya da haksız olduğunuz bir olay da…

En güzel ve kolayı ise hava durumudur…

‘Yağmur yağar mı?’ deyin mesela, ondan sonra yağmurla ilgili bir anınızı ya da okuyup da aklınıza geleni nakledin…

Ödemişli, Kıbrıs Mücahidi bir İrfan Türksever büyüğümüz vardı.

O mutlaka ‘Saatli Maarif Takvimi’nin arka sayfasındaki kıssadan hisseyi okur, ne yapar eder, lafı o konuya getirir ve çevresindekilere anlatırdı.

Herkes, ‘Amma bilgili, kültürlü’ diye düşünürdü…

Gerçekte de öyleydi…

Ama birkaç gün sonra anlattığını sorsanız, bilmezdi…

 

*- KABUL ETMELİYİZ

 

Aynen benim gibi, ben de aklıma gelenleri yazıyorum, okumuyor, hataları düzeltmiyorum.

Hatırlatan olursa da, işin kolayına kaçıp, ‘Affedersiniz. Hata benim’ diyorum…

Ama hatasını kabul etmeyenlerle dolu çevremiz…

Kendini bir şey sananlarla!…

Bizler yani çoğunluk ise, ‘Başımıza bir şey gelmesin!’ diye susuyoruz, bazı durumlarda…

Oysa başımıza ne geldiyse sustuğumuz, görmezden, duymazdan geldiğimiz için geliyor…

Örneğin Cafer Haluk Elgin’in şu söylediklerine katılıyor musun?

Ben de gerçek eğitmen, yönetici Mustafa Saraç’tan almıştım…

Katılıyorsan ne yapıyorsun, ya da ‘Bana ne?’ deyip kabuğuna mı çekiliyorsun?

 

*- PEKİ SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ

 

Cafer Bey dileklerini yazıyor ve ‘Paylaş ki ilgililer gereğini yapsın!’ diyor…

Paylaşıyorum:

Okul öncesi bir yıl ve ücretsiz olmalı!

İlkokul beş yıla çıkmalı!

İlkokuldan sonra meslek ortaokulları açılmalı!

Ortaokul üç yıl olmalı!

Buraya kadar zorunlu olmalı, sınıfta kalma geri gelmeli!

En az liseye kadar, öğrencilere ücretsiz sağlıklı yemek verilmeli!

Lise zorunlu olmalı!

Fen lisesi ve yeni meslek liselerine ağırlık verilmeli, ciddi yatırım yapılmalı, yeni okullar açılmalı, neye ihtiyacımız varsa o yetiştirilmeli, yeni meslek lisesinden mezun olan öğrenci kalifiye eleman olarak işe başlamalı…

‘Herkes üniversite okuyacak!’ diye bir şey yok!

Her yere, her apartmana üniversite açılmamalı, ihtiyacı olmayan bölümlerin kontenjanı azaltılmalı ve herkese formasyon verilmemeli…

15-20 yıllık bir plan yapılmalı, bu sistem değiştirilmeden uygulanmalı…

Yoksa;

İstediği mesleği yapamayan, mutsuz, işsiz ve yeteneksiz bir nesil yetiştirmeye devam ederiz…’

 

*- ZEHİRLİ SARMAŞIKLAR

 

Ekonomik sıkıntıdan mı, yaşadıkları gördüklerinden mi, ya da bezginlik ya da hayat mücadelesini hep kaybettiğinden mi olacak bir ‘dostum’ şöyle yazmış:

‘Umudumu yitirdim;

Devletten, milletten, eşimden, çocuklarımdan, kendimden…

Sadece bizde değil ki, şerefsiz ve şerefsizlik…

Dünyada!

Sadece o, bu, şu değil ki şerefsiz…

Kendimden olanlar da…

Kendim de…’

Aman Yarabbim bunlar ne biçim, ne ağır sözler?

Ama şöyle bir düşünüyorum…

Bu ‘Doğrucu Davut!’ belki de birçok insanımızın içinden geçirdiklerini kaleme almış…

Demek ki, bir işler doğru gitmiyor…

İçimizi, beynimizi, her tarafımızı zehirli sarmaşıklar sarıyor…

Kardeş kavgalarını, aile cinayetlerini, selamı yanlış anlayanları her gün görüyor, okuyoruz…

Başta kendimiz olmak üzere yönetici kadroların, uzmanların, doktorların artık bir araya gelerek çare üretmeleri gerekiyor…

Gidiyoruz meçhule, ince uzun bir yolda…

Sonumuz karanlık gibi görünüyor…

Karanlıktan çıkmamız, ışığı görmemiz şart…

Yaşar Eyice

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

14 − fourteen =

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER