Çeşme projesinin Yarımada-İzmir için yaratacağı olumsuz etkileri açıklayan bilirkişi raporunu irdelediğimiz yazıların dördüncüsüne geldik.
Son yıllarda hep artarak yaşanıyor, görüyoruz, etkileniyoruz, iklim değişikliği nedeniyle beklenmedik ve aşırı hava olaylarını. Geçtiğimiz 2021 yazında daha da yoğun yaşadık anımsarsanız. Yine son yılların yaz aylarında yaşadığımız, kahrolduğumuz ve bir yönüyle iklim değişikliğini etkisine de bağlanan orman yangınlarını unutmak mümkün mü?
İklim Değişikliği Akdeniz Bölgesini ve Tabi Yarımada-İzmir’i de Vuracak
Biliyorsunuz sanayileşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında, mümkünse 1,5 derece düzeyinde tutmayı hedefleyen Paris Anlaşması’nı, Türkiye 5,5 yıl sonra onayladı. Tabi, son açıklanan Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği 6.Değerlendirme Raporu’na göre, küresel ısınmanın 2 derecenin altında tutulabilme olasılığı da çok zayıf. Bu raporda yer alan detaylı bölgesel değerlendirmeler içinde Akdeniz bölgesi, “kuraklıkta artış”, “2 derece ve üzerinde yükselişlerde çoraklık ve yangın hava koşullarında artış”, “iklimsel etki faktörlerinde (ekstrem sıcaklıklar, yağışların azalması vb.) değişiklik” öngörüleri ile yer alıyor.
Fazla uzağa da gitmeye gerek yok aslında, bilim aynı şeyi söylüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Bölgesel İklim Değişikliği Eylem Planları’nda da, gelecekteki öngörüler olarak Ege Bölgesi için beklenmeyen ve aşırı hava olayları, ilkbahar ve yaz aylarında kıyı Ege'de 1,5 derecenin üzerinde bir ısınma, sonbahar ve ilkbahar yağışlarında azalma, yaz yağışlarında artış, aşırı yağıştan kaynaklanan seller, orman yangınları riskinde artış, çölleşme tehdidi, yeraltı su rezervlerinde azalma olasılıkları açıklanmış.
Yine anımsarsınız, beklenmeyen ve aşırı hava olaylarından bir örneği, 12.Şubat.2021’de Çeşme Alaçatı Port civarındaki hortum ile yaşandı, onlarca kişi yaralandı, büyük maddi hasar doğdu. Raporda belirtiliyor, Çeşme Meteoroloji Gözlem İstasyonu’ndaki ölçümlere göre, 1990'lı yıllardan itibaren yıllık ortalama sıcaklık değerleri artış gösteriyor. Küresel ısınma-iklim değişikliği nedeniyle, tüm dünya çapında beklenen deniz seviyesindeki olası yükselme Çeşme Yarımadası üzerinde önemli ve çok olumsuz etkiler yaratabilir.
Deniz Suyu Arıtma Yöntemi Düşünüldüğü Gibi Değil
Biliyorsunuz Çeşme projesi ile ilgili golf sahaları ayrıntısı ortaya çıkınca oluşan tepkiler ve artık hiç kimsenin reddedemeyeceği duruma gelen su sorununa karşı, Bakanlık deniz suyu arıtma tesisleri (ters ozmos) kurarak, su sorununu çözeceğini iddia etti. İşte bilirkişi raporu da, deniz suyu arıtma yönteminin su sorununu çözemeyeceği gibi, başka çevre sorunlarını da beraberinde getireceğini gerekçeleri ile açıklamış.
Deniz suyu arıtma tesislerinde üretilen içme-kullanma suyu, yüksek enerji tüketimi ve bakım onarım maliyetleri nedeniyle alternatif kaynaklara göre maliyeti daha yüksek olan bir su kaynağı. Deniz suyu arıtma tesislerindeki yüksek enerji gereksinimi, üretilen suyun maliyetini enerji maliyetindeki değişimlere de duyarlı kılmakta, yani değişken ve yükselmeye eğilimli maliyet. Burada araya girelim, biliyorsunuz bu tip maliyet, değişken, pahalı üretim gibi lafları kapitalizm çok sever, biz de bu deniz suyu arıtma meselesine kapitalizmin sevdiği yerden giriş yapalım dedik.
Ama ne yapalım kusura bakmasın, şimdi de işin kapitalizmin hiç sevmediği boyutuna gelelim. Deniz suyu arıtma tesisleri, çok önemli çevresel problemler yaratıyor. Deniz suyu arıtma yöntemi ile içme-kullanma suyu üretiminin gerektirdiği yüksek enerji ihtiyacından kaynaklanan sera gazlarının iklim değişikliği üzerine etkisi önemli. Adından da anlaşılacağı gibi, bu yöntemde deniz suyu bir su alma yapısı ile denizden arıtma tesisine iletilip, tuzundan arındırıldıktan sonra, geriye kalan yoğun tuzlu su tekrar denize veriliyor. Biraz teknik olacak ama söylemek gerek, sonuç olarak bu geriye kalan su, deniz suyundan en az 1.6-2.1 kat daha tuzlu ve yoğun bir çözelti niteliğinde. Ayrıca içme-kullanma suyu üretim sürecinde kullanılan kimyasalların kalıntıları, boru korozyonu nedeniyle oluşan ağır metaller deniz ekosistemine zarar veriyor. Tahmin edilebileceği gibi, alıcı deniz ortamındaki suyun tuzluluğundaki değişiklik deniz türlerini etkileyebilecek.
Sözün özü, deniz suyu arıtma öyle sütten çıkma ak kaşık bir yöntem değil, pek de tercih edilmemesi gereken bir yöntem olarak görünüyor. Hele hiç de can dermanı olmayan golf sahaları için.
Yine Golf Sahaları
Gelelim yine şu ünlü golf sahalarına. Bir önceki yazıda vurgulamıştım, 20 adet golf sahası için gerekli toplam sulama suyu, Kutlu Aktaş Barajı'ndan elde edilen yıllık ortalama su miktarına eşit. Golf sahaları yüksek su tüketimlerinin yanı sıra, bakımları için kullanılan kimyasal gübre ve tarım ilaçları ile yer altı suyu ve toprak kirliliği riski yaratıyor. Bunun sonucu da, golf sahaları civarındaki doğal fauna ve flora ekosistemine olumsuz etkiler. Dünyada golf sahalarının yarattığı olumsuzluklara tepkiler artınca, golfe ilgi azalırken, golf sahaları kapanırken, yeni golf sahalarını su fakiri bir bölgede planlamak, bize özgü olsa gerek. O harika görünümlü çimlerin üstünde çok şık golf sopaları ile vurulan golf topunun görüntüsünün altında, dünyadaki vicdanları sızlatan gelir dağılımı adaletsizliğinin en çarpıcı örneklerinden biri duruyor aslında.
Geçen yazının sonunda size dediğimi kendim yaptım, gittim Yarımada’ya kulağımı toprağa dayadım, gerçekten Zoza’nın sesi, “artık kabak tadı vermeden kessen yazılarını, kabak tadı veren bir istemezükçü olma yolundasın” diye seslendi. Dinleyeceğim Zoza’yı, bir sonraki yazı son yazı olacak.
YORUMLAR